İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Meseleye bir nokta…

Etyen Mahçupyan

Hangi konu olursa olsun, fazlası can sıkıyor… Biraz da başkaları konuşsun duygusu yaratıyor. İster istemez içinde olduğum ‘Ermeni meselesi’ tartışmasına da hiç olmazsa şimdilik bir nokta koymakta yarar var.

Elimizdeki bilgiler neler? Öncelikle mesele aydınlanma, kapitalizm ve ulus-devlet gibi unsurlarla gelen zihniyet rüzgarlarına adapte olamayan Osmanlı’nın; cemaatlerden gelen özgürlük ve eşitlik talepleri ile, Batı ülkelerinin emperyalist emelleri arasına sıkışmış olmasıydı. Balkan yenilgisi, Arnavutluk’un bağımsızlığı ve 1914 Yeniköy Antlaşması sonrasında ise, Anadolu’nun nüfus açısından homojenleştirilmesi İttihatçılara tek çare olarak görünmeye başladı. Ermeniler silah altına alınırken, askerlik yaşı harici erkekler de amele taburlarında toplandı; yıl sonuna doğru Ermenilerin silahsızlandırılması işlemi başlarken toplu ölüm haberleri de Anadolu’da yayılmaktaydı.

Bu arada çifte vergi altında yaşayan ve neredeyse her üç beş yılda bir padişaha şikayette bulunan Ermeni cemaati içinde 1860’lardan itibaren türeyen eli silahlı irili ufaklı çeteler, Türk çeteleriyle düşük yoğunluklu bir savaş yürütmekteydi. Bunlar daha sonra kurulan Ermeni milliyetçisi partilerle bütünleştiler ve önce bireysel özgürlük, ardından federatif çözümler, derken bağımsızlık hayalleri kurmaya başladılar. 1915’in ilk aylarında asker kaçağı Ermeniler söz konusu çetelere katılmaya başlarken; devlet de İstanbul ve İzmir hariç tüm Anadolu ve Rumeli’yi kuşatan bir biçimde kadın ve çocukları hedef alan bir tehciri hayata geçirdi. Uygulama İçişleri Bakanlığı’na bağlı Teşkilat-ı Mahsusa teşkilatı marifetiyle yapıldı. Olan bitenden birçok hükümet yetkilisinin tam bilgisi olmadığı gibi; birçok yerel devlet görevlisi de uygulamaya itiraz ettiği için işinden, hatta canından oldu. Bu esnada eli silahlı Ermenilerin Van’da toplanarak yaklaşık 6 ay sürecek bir direnişe geçmeleri onların kaderini farklı kılmadı. Suriye’ye doğru sürülen kadın ve çocuk kafileleri ise soyulmaktan ırza geçilmeye ve öldürülmeye kadar her türlü felaketle karşılaştı. Buna karşılık her yörede Ermenileri koruyan, kollayan ve saklayan sayısız Müslüman’ın varlığı söz konusuydu. Rusya’ya kaçarak hayatını kurtaran bazı Ermenilerin 1917 sonundan itibaren Anadolu’ya dönerek yaptıkları utanç verici vahşet ve zulüm ise hiç de kendilerine yapılandan aşağı kalmadı…

Bugün bize düşen, her şeyden önce iki tarafın kafa yapısı olarak ne denli birbirine benzediğini fark etmektir. Cemaat üzerinden millileşen, toplum tasavvuruna geçemeyen, sorunları şiddet ve güç denklemleri içinde çözmeyi yadırgamayan bir bakıştır bu… İkincisi, her iki toplumun da külliyen ‘iyi’ veya ‘kötü’ olmadığını, her türlü adamı barındırdığını görmek gerekir. Bu nedenle de ne Ermeni resmî görüşünün bütün Türkleri suçlayan; ne de Türk resmî görüşünün bütün Türkleri aklayan yaklaşımı tarihsel gerçeklere tekabül eder. Dahası bu tür yekpare yorumlar gayri ahlakidir… Ötekinin total mahkumiyeti üzerinden, iç piyasaya dönük kaba milliyetçi politikaların üretilmesini hedef alırken; insanlığı, insanı ve vicdanı unutur… Yapılacak şey toplumu kandırma çabalarına son vererek, Osmanlı hukukuna göre de ‘suç’ olan bir eylem tarzını devlet adına yürüten; ardından da müsadere edilen mal ve mülkü kendi iç organizasyonu içinde eriten bu siyasi grubun deşifre edilmesidir.

Türkiye’de toplum PKK’nın varlığından hareketle bütün Kürtlerin tehcirini nasıl meşru bulmuyorsa, Ermeni tehcirini de doğal karşılayamaz. Aynı şekilde gelecekte Susurluk faillerinin birer kahraman olarak anılma ihtimalini nasıl yadırgıyorsak, tehcir uygulayıcılarının bugün devletçe sahiplenilmesini de öyle algılamak durumundayız.

Yorumlar kapatıldı.