İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Bit yeniği meselesi

Etyen Mahçupyan

Türkiye’nin muhtemel AB üyeliğinin Fransa’da yarattığı tartışma genelde fazlasıyla siyasi olarak yorumlandı ve sanki Fransızların kasıtlı bir tepkisiyle karşı karşıya olduğumuz izlenimi verildi.

Oysa bir toplumun en azından 600 yıldır kendisinden farklı, kendisine öz olarak yabancı gördüğü bir başka toplumla kolay bir biçimde bütünleşmesini beklemek pek gerçekçi değil. Üstelik bu, simetrik bir durum: Osmanlı İmparatorluğu’nun dış politikasını tek kelimeyle özetlemek gerekseydi, bu herhalde ancak ‘anti-Batı’ veya ‘anti-Hıristiyan’ kavramıyla yapılabilirdi. Dolayısıyla normal olarak beklenen, Türkiye’de de geniş ve yoğun bir kimlik, tarih, gelenek ve kültür tartışmasının yaşanmasıydı. Ancak tartışma geleneği olmayan, vatandaşlığı devletin verdiği replikleri tekrarlamaktan ibaret bir pratik olarak yaşayan Türkiye toplumu; AB sürecini de devletlilere terk ederek izlemekle yetindi. Bugün gelinen noktada AB üyeliğini çoğunlukla isteyen ama siyaset üzerinde etkisi olmayan bir toplumla; ve aynen Osmanlı’daki gibi siyaseti kendi içindeki mücadele alanına çekmiş bir devlet mekanizmasıyla karşı karşıyayız.

Toplumun beceremediği tartışma, bugün birtakım devlet erkanının ve onların çeperindeki devlet aydınlarının manipülasyonuyla siyasi bir strateji olarak gündeme sokuluyor. Amaç, AB üyeliğinin önünü kesmek üzere AKP üzerinde etkili olabilecek bir toplumsal refleks üretmek. Bunun milliyetçilik üzerinden olması gerektiği açık; çünkü Türkiye’de muhafazakarlık daima milliyetçilikle iç içe gittiği gibi, ‘Türk’ kimliğini de kazıdığınızda altından Müslümanlığın çıkacağı bilinen bir olgu. Müslümanların ise Birinci Dünya Savaşı ve sonrasında milli bir kimlikte bütünleşerek ayakta kaldıklarını söyleyebiliriz. Öte yandan milliyetçiliği en kolay tahrik edecek, sorunu varoluşsal bir platforma çekecek konunun Ermeni meselesi olduğu da belli. Ne de olsa o dönem yaşananlar biraz da Müslüman/Hıristiyan ayrımı üzerinden olmuştu. Nitekim Süryanilerin tehcirine ilişkin hükümet kararnamesinin tarihi Eylül 1914’tü, yani Ermenilerinkinden önce…

Böylece günümüzün manipülatif gündemine geliyoruz: Amaç tarih üzerinden AKP’yi ya milliyetçiliğe yöneltmek; bu becerilemiyorsa yeterince milliyetçi olamadığı için gayri meşru kılmak. Böylece AB yolunu bu hükümet üzerinden kesmek ya da hükümetin zaafıyla ortaya çıkacak siyaset boşluğunu ‘alttan geldiği’ izlenimi veren ama tamamen üstten yönlendirilen bir milli siyasetle doldurmak. Bu siyasetin nasıl ‘alttan geldiği’ izlenimi vereceğini ise bayrak krizi ve linç teşebbüsleriyle yaşadık. Geçen gün Ekrem Dumanlı, Haliç Köprüsü’ne patlayıcı konmasından, devletle ilişkili uyduruk papazların varlığına ve İncil bastıran ‘ulusalcı’ kuruluşlara uzanan bir dizi örnek sıralayarak ‘bir bit yeniği olmalı’ tespitini yapmıştı. Gerçekten de galiba ortada bir ‘Ermeni meselesi’ falan değil, bir ‘bit yeniği meselesi’ var.

Üstelik bu manipülatif strateji yurtdışına da taşmakta: Avrupa’dan gelen haberler, örneğin Almanya’da büyükelçinin şahsını da işe katan bir biçimde, oradaki Türk topluluğunun Almanlara karşı siyaseten konumlandırılmasına yönelik teşviklerin olduğunu ima etmekte. Yani Türkiye AB’ye girmeye çalışırken, Türkiye’nin AB’ye zaten girmiş olan Avrupalı insanları AB yolunun kesilmesi için kullanılmak isteniyor… Ve bütün bunlar ulusalcılık adına yapılıyor… Bu uğurda iç piyasaya dönük tarih ve ideoloji üretiliyor; AKP’nin önüne kasıtlı mayınlar döşenip, basması için iteleniyor. Amaç Türkiye’nin egemenliği söylemi üzerinden içerdeki güç ilişkilerinin korunması, iktidara tutunma mücadelesi… Cumhuriyet kuruldu evet, ama Osmanlı devam ediyor…

Yorumlar kapatıldı.