İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Ya Ruhban Okulu, ya AB mi?

Sadi Somuncuoğlu

Ruhban Okulu”nun açılması, ABD”nin ilişkilerimizin düzelmesi için koştuğu üç şarttan birisi.

AB”nin listesinde ise hep ilk üçte.

Ülkemize gelen hiçbir Batılı da ağzından düşürmüyor ve hepsi, Yunan eski Dışişleri Bakanı Papandreu”nun “Bizim açımızdan Mekke”niz gibi” sözünü doğrularcasına, Fener Rum Patrikhanesi”ne koşuyor.

Son olarak Türkiye-AB Ortaklık Konseyi”nin verdiği 3 Ekim öncesi ödev listemizin başında yer aldı.

Almanya Başbakanı Schröder de, ağzından hiç düşürmedi.

Batı, bu meseleyi “din- vicdan özgürlüğü” kılıfında sunuyor.

İçimizdeki sözcüleri de “ya AB, ya Ruhban Okulu” diyor.

Daha önce “Ya idam ya AB, ya Kürtçe yayın ya AB, ya Zanalara özgürlük ya AB” dedikleri gibi.

En iyi niyetlilerimiz ise “Alt tarafı bir okul, açılsa ne olur” görüşünde.

Bunun için konunun bir kez daha netleştirilmesi gerekiyor.

OKULUN HİKAYESİ Papaz Okulu”nu devletin kapattığı havası veriliyor ama doğru değil.

Anayasa Mahkemesi”nin 1971”deki kararıyla, tüm yüksek okullar devlete bağlanınca, Patrikhane bunu kabul etmeyerek, okulu kapatmıştır.

Okulun yeniden açılmasına izin vermediğimiz iddiası da gerçek dışı.

Sorun açılıp, açılmaması değil, statüsü.

Okulun Milli Eğitim Bakanlığı”na bağlanması veya bir İlahiyat Fakültesi bünyesinde faaliyet göstermesi teklifleri yapıldı ama Patrikhane, bunları hep reddetti.

Yegane isteği, “özel statü”.

Ancak bu Anayasa, YÖK ve Tevhid-i Tedrisat kanunlarının yanı sıra Lozan ile diğer uluslararası sözleşmelere aykırı.

Çünkü istenen, azınlık haklarını aşıp, vatandaşlar arasında eşitlik dengesini bozan, siyasi imtiyaz talebidir.

GERÇEK İSTEKLERİ NE? Okulun “özel statülü” olmasının anlamı ise burasının evrensel bir niteliğe sokulup, “keşişlik ve manastır eğitimi” yapılmasıdır.

Açıkçası tüm Ortodoks dünyasının din adamı ihtiyacının buradan karşılanması ve yurt dışından öğrenci alabilmesidir.

Gerçek mesele, Rum azınlığımızın okul ve din adamı ihtiyacı olsa, benzer okullar Yunanistan, Selanik ile ABD”de de var ve Patrikhanenin ihtiyacı buralardan karşılanabilir.

Demek ki mesele bunların ötesinde.

Zaten işin arkasının geleceği bugünden belli.

ABD ve AB, okulun “ekümenik” olmasını da istiyor ki bu, “evrensel ve dokunulmazlık” hüviyeti verilmesidir.

Bunu, aynı güçlerin Patrikhaneye tüzel kişilik verilip, ekümenliğinin kabul edilmesi ve Patriğin Türk vatandaşı olma mecburiyetinin kaldırılması talepleriyle birlikte düşündüğümüzde, tüm yolların Fener Rum Patrikhanesi”nin evrensel ve siyasi bir kimliğe kavuşturulmasına çıktığı görülecektir.

Hepsinin toplamı da, Patrikhanenin bir Türk kurumu olmaktan çıkması, yabancı bir Patriğin seçilip, istediği atamaları yapması ve Ruhban Okulu”nu dilediğince yönetmesi, 300 milyonluk Ortodoks alemine Türkiye üzerinden hükmederek, devlet başkanı muamelesi görmesi, kısacası egemenlik içinde egemenlik kurulması yani Vatikan gibi bir Fener devletinin doğmasıdır.

Bugün bir Türk kurumuyken söz geçiremediğimiz, dünyayı üzerimize salabilen Patrikhanenin böyle bir konuma kavuşması, tek kelimeyle Türkiye”nin altına dinamit konmasıdır.

Bu dinamitin de, AB eli ve sopasıyla yerleştirileceği görülüyor.

Bunun için Yunan Başbakanı Karamanlis, 17 Aralık zirvesinin hemen ardından, “Türk-Yunan ilişkilerinin gelişmesi süreci artık Avrupa”nın kontrolünde.

Elenizm açısından önem taşıyan Patrikhanenin ekümenik statüsünün tanınması, Ruhban Okulunun açılması ve İstanbul Rum azınlığının hakları sıkı takipte olacak.” diyebilmiştir.

ŞAHSİ SÖZLER Mİ, TÜRKİYE Mİ ÖNEMLİ? Karşımızdakiler “Elenizmin zaferinin” peşinde koşuyor, yöneticilerimiz ise tuhaftan öte bir tavır sergiliyor.

Dışişleri Bakanımız, Türk vatandaşı Patrik Bartholomeos”la yabancı bir temsilci gibi görüşüyor.

Erdoğan, okulun açılması için Bartholomeos ve Schröder”den “sabır” istiyor.

Gül, “Konunun AB ile ilişkilendirilmemesi gerekir.” diyor ama bizzat katıldığı Türkiye-AB Ortaklık Konseyi toplantısında da, okulun açılmasının şart yapılmasına ses çıkarmıyor.

Yine Erdoğan, zirveden önce, “Bunlar 17 Aralık”tan önce konuşulacak meseleler değil.

Önce 17 Aralık”ı hallederiz, sonra Ruhban Okulu”nu da konuşuruz.” diyor.

Çalışma arkadaşları ise “Tarih alınırsa, meselelerin ülke içinden çok fazla tepki almadan çözüleceği, hatta Okulun önümüzdeki dönem açılıp, Türkiye”nin vitrini yapılacağı” mesajları veriyor.

Artan baskılardan, bu sözlerin faturasının tahsil gününün geldiği anlaşılıyor.

Ancak TSK da, okulun “özel statüde” açılmasına karşı çıkıyor.

Başbakan Erdoğan ise birdenbire, Yunanistan”ın Batı Trakya”daki uygulamalarını hatırlayıp, “Bir de muhataplarımız ne yapıyor, ona bakmak lazım.” diyor.

Ancak bu, çok ince bir üslupla da olsa Batı Trakya”daki sorunların asla muadili yapılamayacak kadar farklı bir meseledir.

Zira biz Yunanistan”dan, sadece soydaşlarımızın Lozan”dan gelen haklarını vermesini istiyoruz.

Oysa onlar Ruhban Okulu üzerinden düpedüz Lozan”ı çiğnetme peşindeler.

Yapılacak olan, AB kriterleriyle hiç ilgisi bulunmayan bu meselenin daha da kronikleşmeden muhataplarımıza, okulun sadece yasalarımıza uygun şekilde açılabileceği, bunun dışındaki “îmtiyaz” taleplerinin kabul edilmeyeceğinin kesin bir dille söylenmesidir.

Yorumlar kapatıldı.