İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Bir Ermeni tanımak…

Nihal B. Karaca

Ermeni meselesi üzerine yapılan tartışmalara şimdi Yusuf Halaçoğlu’na soykırım yoktur dediği için dava açan İsviçre savcısının şovları eklemlendi ki, bu olay tarihi gerçekten sorgulamak isteyenlerde dahi üzeri sineklerle dolu bir çorbayı kaşıklamakla eşdeğer bir mide bulantısı uyandırdı. Sineklerden çorbayı göremiyoruz. Oysa Ermeniler ve Türklerin sorunlarını çözebilmeleri o çorbayı paylaşabilmelerine bağlı. Tadı iyidir, kötüdür; bu ‘bizim’ meselemiz olmalıydı; ‘bizim’; yani Ermenilerin ve Türklerin.

Yaptık mı yapmadık mı meselesine gelip dayanıyor mesele. Tarihi okumak çoğunlukla politik bir faaliyet oysa. Arşivleri açmak bile aslında ‘siyasi’ bir duruş olarak önemli; yoksa aynı belgeye bakan tarihçinin biri belgenin soykırım olmadığını ispatladığını iddia ederken diğeri orada soykırım delilleri görebilmekte. Resmî görüşü savunan tarihçilerle ‘bağımsız’ tarihçi arasında ontolojik bir fark olduğunu da sanmıyorum. Zira ‘bağımsız’ diye bir şey nasıl olabilir ki? Öyle ya da böyle olayları belli şekilde anlama isteği yeterince olgunlaşmış hiçbir kimse yeterince bağımsız değildir. Bu kadar netameli bir tarihi ancak bir robot ‘tarafsız’ bir şekilde okuyabilir; ki bu da mümkün değildir. Tarih, bir fikir üzerinden okunma ile böylesine içli dışlı bir mefhum iken, fikri serdetmek nasıl olur da suç olabilir peki? Sahi biz nasıl bir Avrupa’ya girmeye çalışıyoruz, sormak isterim: Eşcinsellik hakkında olumsuz görüş beyan etmek skandala sebep olmakta, siyahların bazı ‘aşırılıklarını’ gündeme getirmek tabu, Auschwitz’de ölenlerin sayısı hakkında bir şey söylemek aforoz nedeni, soykırım yapmadık demek suç. Düşünce özgürlüğü ve fikir hürriyetinin kapsamı diyet listeleri ve dişçi tarifeleri kadar dar bir kapsamı içermiyorsa, bir milletin, doğru ya da yanlış, kendi hakkındaki ‘zannı’nı suç saymak nasıl bir çelişki?

Türk tarafından ‘hiçbir şey olmamış’ gibi davranan ve devletin a priori doğrular olarak kabul ettiği resmî tezleri savunanlara da değinmek lazım. Devletin ancak zorda ve darda kalırsa adam öldürebileceğine inananlara yakın tarihimizde vuku bulan İstiklal Mahkemelerinin infazlarını hatırlatmak bile yeterli olur sanırım. Aynı amaca kilitlenmiş bir ‘Türk ulusu’ meydana getirebilmenin bedeli ‘şapka’ takmadığı için ipe giden bir yığın ‘Türk’ medrese hocası oldu. ‘Gerekliydi’ şeklindeki savunmaların tümü herhalde Ermenilere yapılanlar için de kullanılabilir. Sistem kendini korumak için her zaman haddi aşar. Bugünün soylu uluslarının tarihi böylesi ‘kırım’larla doludur. Fransa’da Katoliklerin Protestanlara yaptığı herkesin malumu ve halen Fransız Katolikler Protestanlardan özür dilemiş değil. Keza Avrupalılar büyükbabalarının yaptıkları adına Meksika yerlilerinden ve Kızılderililerden özür dilemiş değil. Bu liste böyle uzayabilir.

Mesele çağdaş dünyanın üzerinde durduğu ‘baskın basanındır’ mantalitesine tanıdığı marjda düğümleniyor. Güçlü bir ülke iseniz açık ya da gizli faşizm üretmeniz; kendinizi olmadığınız bir şey gibi sunmanız zaten kolay. Güçsüz ve ‘kimlik problemi’ olan bir topluluk iseniz, -üzgünüz- ‘koleksiyoncu’ bir ruha sahip olmanız, Karlofça Antlaşması’ndan bu yana ne kadar dayak yediyseniz hepsinin notunu tutacak kadar obsessif olmanız; bunları maddeler halinde anaokulu çocuklarına ezberletip, hepsi için ayrı ayrı kampanyalar düzenlemeniz, adınızı ‘Nefret Kanunları’ kapsamına aldırmanız gerekirdi. Fakat çok şükür ki Türkiye mağduriyetten itibar temin etme yarışını kaybetmeye mahkum bir varoluş bilincine sahip; fakat ne yazık ki aynı Türkiye tarihle ilişkisi körelmiş, cumhuriyetten öncesi ‘amnezi’ye kurban gitmiş bir ülke aynı zamanda. Bugün pek çok kimse Teşkilat-ı Mahsusa’yı Ermenistan meselesi nedeniyle duyuyor.

Türkiye ile Ermenistan bu sorunu ancak ‘siyaset’ yaparak aşabilir gibi görünüyor. Ermenistan meselesini AB ülkelerinin silahı olmaktan kurtarmanın yolu iki ülke halkının ‘ilişki’ kurmasından geçiyor. Hukuki kazanımlar ve kayıplar meselesine takılmadan; sınırları açarak, yavaş yavaş. Bir Türk tanımak bir Ermeni’nin bakış açısını değiştirecektir zira. Aynı şekilde bir Ermeni tanımak da bir Türk’ü etkileyebilir, iklim ancak o zaman değişir.

Yorumlar kapatıldı.