İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Artık seçim yapma vakti

Türkiye’de artık sokaktaki insanlar da Ermeni meselesini tartışıyor. 1980’lerde Asala terörünün kemikleştirdiği resmi görüş zamanaşımına uğradı ve sağından solundan dökülme aşamasında

AYHAN AKTAR

Bu sene beklenen oldu. ABD Başkanı Bush 24 Nisan mesajında yine ‘soykırım’ demedi. Fakat, ‘Osmanlı’nın son yıllarında tehcir ve kitlesel katliama uğratılan 1,5 milyon Ermeni’yi andığını ve bütün Ermenilerle dayanışma içinde olduğunu’ ifade etti. İşin ilginç tarafı, 24 Nisan’ın üzerinden epey zaman geçmesine ve İncirlik üssünü ABD’nin daha geniş kapsamlı kullanımına açan ‘gizli’ kararnamenin Cumhurbaşkanı tarafından onaylanmasına rağmen, Ermeni meselesi hâlâ tartışılmaya devam ediyor.

TV kanallarında tartışma programları yapılıyor. Belgeler havada uçuşuyor, ‘bilirkişiler’ tarafından ‘soykırım yalanı’ çürütülüyor. Gazetelerde Talat Paşa’nın ‘karakaplı defteri’ yayımlanıyor, sonra yayın nedense kesiliveriyor. Diyanet İşleri’nin, Anadolu şehirlerine cuma hutbesi okumak üzere ‘gezici vaiz’ yollanmasına benzer bir uygulama ile bazı emekli büyükelçiler ve ‘Ermeni uzmanları’ üniversitelere gidip öğrencileri ‘aydınlatıyorlar.’ Bu durum, ABD Kongresi’nde pişirilen ‘soykırım tasarısı’ ile ilişkili olarak toplumda hassasiyeti yüksek tutma çabası ile alakalı olabilir.

1990’ların havası

Bu yıl farklı bir şey oldu, ilk defa sokaktaki insanlar Ermeni meselesini tartışmaya başladı. 1980’lerdeki Asala terörünün kemikleştirdiği resmi görüş artık zamanaşımına uğradı ve sağından solundan tel tel dökülmeye başladı. 90’lardan itibaren toplumsal köken, etnik/dini kimlik gibi konularla tanışan, silahlı Kürt milliyetçi hareketini yaşayan, Çeçen ve Bosna savaşlarını TV’den naklen izleyen ülkemizde, çeyiz sandıkları açıldı ve küf kokulu bohçalar ortaya serildi.

Bu dipten gelen dalganın ilginç göstergelerinden biri de Fethiye Çetin’in ‘Anneannem’ kitabının best-seller olmasıdır.

Palu’da Hovannes ve İsguhi Gadaryan’ın kızı olarak doğan Heranuş, jandarma onbaşısı Hüseyin’in kırımdan kurtardığı bir çocuk. Kitap, hayatını bir Müslüman olarak yaşayıp ölümünden önce torunu Fethiye’ye anlatan Heranuş’un hikâyesi. Benzer bir duyarlığa sahip olan Sıvaslı Ahmet Turan Alkan, 1915’ten bahsederken bu ‘bizim’ için de bir trajediydi çünkü çok iyi komşularımızdan olduk demişti (13 Mart, Zaman). Sanıyorum, bu noktada resmi görüşler çatırdamaya başlıyor.

‘Komisyon’ teklifi

Hükümet, Ermenistan’a bu işin tarihçilerin ortak komisyonuna havale edilmesini teklif etti. ‘Bu işi tarihçilere bırakalım’ yaklaşımı hakkında Prof. Şükrü Hanioğlu’nun görüşlerine katılmamak elde değil:

‘Böylesi hayalci bir tez yerine, tarihçilere de danışarak, onların bu alandaki eserlerinden istifade ederek, bir ‘siyaset’ geliştirmesi gerekmektedir. Mevcut meseleyi halledecek taraflar iki tarafın tarihçileri değil siyasetçileridir’ (20 Ocak, Zaman). Tehcirin sadece ‘suçlu’ Ermenilere uygulandığını ve kadın ve çocukların ise kurye olarak kullanıldıkları için tehcir edildiklerini ileri süren TTK Başkanı Yusuf Halaçoğlu ile (Radikal, 25 Nisan) Türklerin sırf Müslüman olmalarından ötürü, İslamiyet’in içinde zaten varolan ‘soykırım eğilimine sahip olduklarını’ iddia eden Ermeni tarihçi Vahakn Dadrian bu komisyonda karşı karşıya geldiklerinde, acaba ne olur? Korkarım ki o maç karakolda biter!

Hani olmaz ya, bir an için bu komisyonun 1915’te yapılanların soykırım olduğuna dair bir karar aldığını düşünelim. Benim gibi, soykırımın hukuki bir terim olduğunu ve bunun sosyal bilimlere ithal edilmesinin son derece sorunlu olduğunu düşünen bir bilim adamı bu karara itiraz edecektir. Dolayısıyla, komisyonun işlemesi ve herkesi memnun edecek bir sonuca varması bence çok zordur.

‘Mavi Kitap’

Bu gazetede 14 Nisan tarihinde bir yazı yayımladım. Yazımda, Meclis’in 13 Nisan oturumunda İngiliz parlamentosuna mektup yollama kararı alarak 1916’da Lord Bryce ve Arnold Toynbee tarafından yayımlanan ‘Osmanlı İmparatorluğu’nda Ermenilerin Uğradığı Muamele, 1915-1916’ adlı ‘Mavi Kitap’ın ‘yok sayılmasını istemenin’ TBMM açısından düpedüz yanlış olduğunu belirtmiştim.

CHP üst yönetimi ile Emekli Büyükelçi Şükrü Elekdağ’ın dile getirmiş oldukları Mavi Kitapın içindeki bilgilerin ‘mesnetsiz ve asılsız olması’ iddiasının pek geçerli olmadığını, çünkü bu kitabın 2000 yılında yapılan yeni baskısında içindeki tanıklıkları yapan insanların asıl kimliklerinin arşiv vesikalarından bulunarak ilave edilmiş olduğunu belirttim. Ayrıca, akademik dünyada Ermeni soykırımı konusunda yazıp çizen insanların yazılarında bu kitaba pek atıf yapmadıklarını da ortaya koydum. Yazı kendi çapında küçük bir tartışmayı tetikledi. Örneğin, bu dönemde İngiliz parlamentosunu hedef alarak TBMM’nin mektup yollaması doğru muydu? Bakın, Türkiye’nin eski Londra Büyükelçisi Özdem Sanberk ne diyor:

“Bunun ne derece rasyonel bir girişim olduğu konusunda şüphelerim var. Bir kere, İngiltere gerçekten doğru adres mi acaba bu konuda? Gerçi ‘Mavi Kitap’ olduğu için İngiltere’nin seçildiği anlaşılıyor. Acaba doğru bir adım mıdır? Bundan çok emin değilim. Sebebi de gayet basit. İngiltere hükümeti, AB’ye üye ülkeler arasında, 1915 olaylarının soykırım olmadığını açıkça ifade eden tek hükümettir. Ben o sırada Londra’da olduğum için gayet iyi hatırlıyorum … Yani, İngiltere hükümeti soykırım konusunda bize karşı en ufak hasmane bir tutum göstermiş değil. (…) Ama bu [mektup] İngiltere’de bir tartışma açarsa; Türkiye’nin attığı bu adım geri tepmiş olur diye düşünüyorum”. (BBC Türkçe Servisi, 14 Nisan). Bu arada, İngiltere’nin Türkiye’nin AB adaylığını en çok destekleyen ülke olduğunu ve 2005 yazında AB dönem başkanlığının Tony Blair’e geçeceğini de unutmayalım!

‘Hıyanet-i vataniye’den infaz

Yazdıklarım, girişimin mimarı Sn. Elekdağ’ı pek rahatsız etmiş ki 27 Nisan günü kendisi bana cevap verdi. Cevabında, Mavi Kitabın ‘Ermeni tarihçilerin en önemli kaynaklarından birini oluşturduğunu’ ve ‘soykırım yalanının temel dayanağı olan ve Türk düşmanlığı yapan’ bir eser olduğunu yineledi. Ayrıca, Sn. Elekdağ benim için ‘cahil, rezil ve çılgın Taşnak militanının telaşına sahip biri’ gibi sıfatlar kullandı. Sn. Elekdağ”ın seviyesine inerek cevap vermeye niyetim yok, ama yazımda ‘devletlu’ kesimin görüşlerin dışında farklı yaklaşımları ileri sürenlerin genellikle ‘hıyanet-i vataniyye’ kanunu kapsamında yargısız infaza tabi tutulduklarını söylemiştim. Maalesef haklı çıktım.

Belge koleksiyonları

Konuyu Birikim dergisinin Ermeni tehcirine ayrılmış olan Mayıs 2005 sayısında daha etraflı olarak ele alacağım. Şimdi neden Mavi Kitap’ın yabancı tarihçiler tarafından az kullanıldığı konusunda okurları aydınlatmak istiyorum. Harvard Üniversitesi kütüphanesinin web-sitesinde yaptığım küçük bir araştırmanın sonuçlarına göre, Ermeni soykırımı konusunda kaynak olarak kullanılabilecek bellibaşlı arşiv belgeleri koleksiyonları şunlardır:

1. Rouben Adalian’ın hazırladığı ‘The Armenian Genocide in the U.S. Archives, 1915-1918’ (Amerikan Arşivlerinde Ermeni Soykırımı, 1915-1918). Yaklaşık 37.000 sayfalık belge kolleksiyonunun mikrofilmleri.

2. James L. Barton (Derleyen), ‘Turkish Atrocities: Statements of American Missionaries on the Destruction of Christian Communities in Ottoman Turkey, 1915-1917’ (Türk Mezalimi: Osmanlı Türkiye’sinde Hıristiyan Topluluklarının Ortadan Kaldırılması ile İlgili Amerikan Misyonerlerinin İfadeleri). Michigan, 1998. 210 sayfa.

3. A. Ohandjian, (Der.) ‘ÖsterreichArmenien 1872-1936, Faksimiliesammlung diplomatischer Aktenstücke’ (Avusturya Devlet Arşivi Belgeleri). Viyana, 1995. 12 Cilt.

4. Arthur Beylerian (Der.), Les Grandes Puissances, L’empire Ottoman et les Armeniens dans les Archives Françaises, 1914-18′ (Fransız Arşivlerindeki Osmanlı Ermenileri ile İlgili Belgeler). Paris, 1983. 792 sayfa.

5. Alman devlet arşivlerindeki belgelerin bir kısmı da zaten İngilizceye çevrilmiş ve internette mevcut: http://www.armenocide.de/

Kaynak bol

Bütün bunların dışında, Harvard kütüphanesinde kırımdan kurtulan Ermenilerin çeşitli dillerde yazdıkları toplam 60 kitap bulunuyor. İşin ilginç tarafı da bu kitapların 28 tanesinin 1990 yılından sonra basılmış olması.

Şimdi, böyle bir kaynak ve belge bolluğu varken, kim 1916 yılında yayımlanmış olan ‘Mavi Kitap’ı ciddiye alır? Sadece Sn. Elekdağ ve CHP üst yönetimi!

Bu belge ve kaynak yığını karşısında yabancı tarihçilere ‘Arşivlerimizi açtık, buyrun çalışın’ daveti ne kadar etkili olabilir? Yani yabancı doktora öğrencisi önce Türkçe gibi zor bir dili öğrenecek, sonra eski yazıyı öğrenecek ve de Dahiliye Nezareti-şifreli telgraflarını çözecek. Peki, öğrenci bütün zorluklara katlandı, ama resmi görüş ile tam da uyumlu olmayan bir yayın yaptı. Ne olacak? Arşivde çalışma izni devam edecek mi?

Geçen akşam TV’de ‘uzman’ kadrosundan geçinenlerden biri esip savuruyordu, “Ermeniler de arşivlerini açsın” diye. Yanımdakine şunu dedim: “Açsalar ne yazar? Oraya yollayacağın Ermenice bilen tarihçin yok ki!”

‘Tembellik’ aslında bir sonuç

Bu durumu ‘ölümcül tembellik’ olarak nitelendirenler de var. Ama bence tembellik bir neden değil, sonuç aslında. Elimizi vicdanımıza koyalım, genç ve parlak bir akademisyen üzerinde bu kadar sınırlama olan bir konuda neden çalışsın? Konu mu yok?

Resmi görüşün kâbus gibi insanın üstüne geldiği, aksine en ufak bir çıkışın doçentlik sınavında çakmak veya kadro alamamak gibi sonuçlarının olacağı bir yerde ’18’inci Yüzyılda Manisa Sancağı’ gibi bir tez yaparsınız, olur biter. Bu konuda çalışmak için çok azimli ve inatçı olmak lazım…

Böyle gençlerin çoğu borsacı oluyor zaten. Geriye kim kaldı?

Hemen söyleyeyim: yetenek açısından orta karar, salla başını al maaşını havasında, dil bilmeyen, entelektüel özellikleri bilim adamı niteliklerinin çok gerisinde kalan ve büyüklerinin sözünden hiç çıkmayan bir insan malzemesi. Birbirini tekrarlayan tezler, ağırlıklı olarak ‘Türkün Türke propagandasına dönük’ çalışmalar ve Kapıkule’nin ötesinde bir değeri olmayan kitaplar. Bunlar için tarihçi olmak ile belediyede çalışmak arasında hiçbir fark yoktur. Tarihçilik herhangi bir iş gibidir. Konuya sarılmak, coşku duymak o konu ile yatıp kalkmak söz konusu değildir. Tembellik esastır. Bunların biraz daha ‘uyanık ve paragöz’ olanları hele bir de İttihatçı üniformalarını giyip, çizmelerini çekerlerse artık her şeyi savunabilirler.

Teşkilatı Mahsusa vatansever bir örgüt, onun şefi Dr. Bahaettin Şakir ise bir kahraman oluverir. Zaten sözlerine devletin devamlılığı ve bekası lafları ile başlarlar. Artık ‘kurşun atan da bir, yiyen de bir’ olmuştur.

İki insan, iki değer

Yazıyı bir anekdot ile bitirmek istiyorum. Falih Rıfkı Atay’ın ‘Zeytindağı’ isimli kitabı onun I. Dünya Savaşı anılarıdır.

Yazar, Dr. Bahaettin Şakir Bey ile Halide Edip Hanım’ın Adana tren istasyonunda tanışmalarını anlatır. Halide Edip Adıvar, o günlerde Ermeni tehcirini yöneten Bahaettin Şakir ile ilk kez tanışmaktadır. Yolda Ermeni meselesi tartışılır. Bahaettin Şakir trenden indikten sonra, Halide Edip Hanım hışımla Falih Rıfkı’ya döner ve “Bana bilmeyerek bir katilin elini sıktırdınız!” der. Bahaettin Şakir ise asteğmen Falih Rıfkı’ya, “Senin gibi yetişme aşamasındaki kıymetli gençleri bu kadınla temas etmekten men etmek lazım” der. Galiba, 2005 yılında Ermeni meselesi tartışılırken bu iki insanın temsil ettiği değerleri tartışmamız gerekiyor: Halide Edip mi, yoksa Bahaettin Şakir mi? Seçiminizi yapın artık!

Prof. Dr. Ayhan Aktar: Marmara Üniversitesi, Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesi

Haberle ilgili siteler

» http://www.armenocide.de/

Yorumlar kapatıldı.