İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

İyi oynayan `bir piyes´ ve düşündürdükleri

Süheyl Batum

Hiç kuşkusuz, Ermeni vatandaşlarımız her zaman olduğu gibi bugün de Türkler, Müslümanlar ya da Kürtler ve diğerleri kadar Türkiye’nin gerçek sahipleri. Hepimiz ülke ve tarih üzerinde aynı derecede hak sahibiyiz. Ama Ermeni soykırımı iddialan da, Türkiye’nin önündeki “uluslararası nitelikli” sorunların en önemlilerinden biri.

Üstelik artık bu iddialar diğer boyutlar yanı sıra bir üçüncü boyuta yani “hukuksal boyuta da” taşınıyor ve çok daha büyük bir önem kazanıyor. Böylece, eskiden beri süregelen “siyasal boyut”un yanı sıra ve yine yıllardan beri süregelen “baskı, tehdit, korku ve yıldırma boyutu” yanı sıra artık sorunun “hukuk boyutu” ile de karşı karşıya kalabileceğiz.

Her yol mubah mıdır!..

Siyasal boyut, yani “tek taraflı bazı belgelere dayanma, her platformda bunları dile getirme ve insanları inandırma boyutu” yıllardan beri devam ediyor. Bu boyutun “kimler tarafından dile getirildiği, nerede dile getirildiği” hiç önemli değil. Önemli olan, “tarihsel gerçekleri arıyoruz” görüntüsü altında bir tarafı siyaseten mahkûm etmeye çalışmak. “Tarihi tarafsız bir gözle değerlendirerek, gerçeği bulmaya çalışmak” yerine “tarihi çarpıtmak, bir tarafın görüşlerinin doğru olup olmadığına dahi bakmaksızın, hiç durmadan yinelemek.” Bu konuda “ileri sürülen belgeler yanlış ve tahrif edilmiş çıksa dahi, buna hiç aldırmayarak, aynı belgelere dayanmaya devam etmek.”

Bu arada, karşı görüşler ve başka belgeler ortaya çıktığında da “gerek bu belgeleri ileri sürenlerin kişiliklerini tartışmak, bu belgelerin resmi tarihi yansıttığını ileri sürmek” gerekse de “devlet yanlısı yaftası yapıştırıp, bu belgeleri ya da kişileri tartışmaya açıp, belgelerin değerini gözden kaçırmaya çalışmak.” İşte siyasal boyut bu. Bugüne kadar da hep böyle işledi. Nerede olursa olsun; ABD’de, Fransa’da, hatta Türkiye’de hep böyle işledi ve işlemeye devam ediyor. Bu yönde “her yol mubahtır” yöntemi de temel ilke kabul ediliyor.

Bir bakarsınız bir gün, “sizin tarafta belge yok” denir. Belge bulsanız, “tarih belgelerle yazılmaz” denir. “Tarih belge ile yazılmaz olur mu hiç” diye sorsanız, “önemli olan belgeler değil, yaşanmışlığı dile getirmek” gibisinden anlamsız ve yepyeni ilkeler yaratılır.

Kusursuz kompozisyon

Bu boyutun bir örneğini, geçtiğimiz perşembe gecesi, Ali Kırca’nın Siyaset Meydanı’nda bir kez daha gördük. Özellikle programa katlan iki konuşmacı, Etyen Mahçupyan ve Hrant Dink, çok başarılı bir “kompozisyon” çizdiler. Sanki bu siyasal boyutun bir örneğini gösteriyormuş gibi bir tutum içine girdiler. Hiç kuşkusuz, tek amaçları nelerle, ne tür mantık oyunları ve demagojilerle karşı karşıya kalacağımızı, açıkça göstermekti. Bu siyasal boyutun nerelere kadar uzanabileceğini, bir kez daha ortaya koymak ve hepimizi uyarmaktı. Hatta bu ulvi düşünce ve amaçlarını anlamayanları da, dehşete düşürdüler.

Yukanda siyasal boyut olarak değerlendirdiğim taktiklerin hepsini “yapar gibi gölündüler.” Üzerine basarak söylüyorum, amaçları hiç kuşkusuz, nelerle, ne tür taktiklerle karşılaşabileceğimiz yönünde, bizleri uyarmaktı. Ve sadece Ali Kırca’yı, programa katılan Hikmet Özdemir’i ya da izleyen bizleri değil, “tarih bilimini de mantık ölçülerini de her tür insaf ölçülerini de allak bullak eden, inanılması güç görüşler” ileri sürer gibi yaptılar. “Bu konuda belgeler var” dediler. Sonra “belgeler önemli değildir, önemli olan yaşanmışlıktır” tezini ortaya attılar. Sonra “ünlü tarihçilerimiz Halil İnalcık, Şükrü Hanioğlu, neden sizin gibi düşünmüyor” diye sordular. Halil İnalcık’ın, 1985 tarihli “soykırım yoktur” bildirisine imza atmış olduğu söylenince de, “dur bakalım şimdi de aynı mı düşünüyor” dediler. En sonda da, “sizin ileri sürdükleriniz devlet belgeleri, resmi tarihtir bu” deyip, Ali Kırca “peki Ermenilerin ileri sürdüğü ne oluyor” deyince, cevap vermediler. “Tarih Kurumu tarafından ileri sürülecek tarihsel belgelerin hiçbir öneminin olmadığı” görüşünü savunur gibi yaptılar. Yani, “öyle güzel oynadılar ki,” nelerle karşılaşabileceğimizi o kadar iyi gösterdiler ki “esas ve ulvi amaçlarını bilmeyenler, anlamayanlar” kızmıştır bile belki.

Bu nasıl bir kin?

Siyasal boyut yıllardır gündemde ve dünyada örneği olmayan bir şekilde de devam ediyor. Gerçekten de hiçbir ülke, hiçbir ulus bu denli büyük bir kinle ve nefretle karşı karşıya kalmadı. Ne Kızılderililer için, ne zenciler için. Ne Cezayir’dekiler için Fransa, ne de Ruanda için Belçika ve Fransa. Gelelim sorunun başta söylediğim diğer iki boyutuna, özellikle çok önem taşıyan “hukuksal boyutuna.” Bunları da bir dahaki yazıda ele alalım.

Yorumlar kapatıldı.