İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Ermeni meselesi ve tartışmanın iç yüzü

Ali Bayramoğlu

Son günlerde ülkedeki en hararetli, en siyasi ve en sert tartışma 1915 olayları ve Ermeni meselesi üzerine yapılıyor.

Tartışmanın çok yönlü ve çok parçalı olduğu açık…

Tartışmada hem demokratik olgunlukla ilgili göstergeler var, hem demokratik olguluk eksikliğinin altını çizen yönler…

Yıllarca tabu ilan edilmiş bir konunun Türkler, Türk tarihçileri, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı Ermeniler tarafından farklı cephelerden, farklı tezlerle tartışılmaya başlamasının “demokratik olgunluk” açısından önemli bir gelişme olduğunu söylemek gerekir.

Bununla birlikte bu tartışmanın ters bir etkiyle ülkedeki milliyetçilik damarını kabarttığı, tartışmaya ve farklı düşünceye yönelik genel bir öfkeyi beslediği de ortada.

Bir yandan tarihsel bir mesele üzerinde “odak sorun” tartışması yapılıyor, diğer yandan bu tartışmanın taraflarından birisi, diğer tarafı bölücülükle suçlayarak Ermeni meselesini kimilerinin peşinde koştuğu otoriter-devletçi projenin payandası haline getirmeye çalışıyor.

Geniş toplumsal kitleler açısından bakıldığında ise genel eğilim şu aşamada “anlama ve sorgulama”yı meşru ve doğal gören bir yapıda değil.

Tarih üzerine farklı bilgi, belge ve görüşlerin içerikleriyle değil, o görüşleri ileri süren ve savunanların kimliğiyle algılanması söz konusu.

Nitekim bu çerçevede ortaya çıkan biz/onlar, Türkler/Ermeniler, milliyetçiler/bölücüler gibi tasnifler, tavırların bu tasniften hareketle alınması “demokratik olgunluk eksikliği”nin göstergeleri…

Bu eksikliğin en önemli nedenlerinden birisi konunun ve tartışmanın birden çok anlam taşımasıdır. Bu anlamların hem kendiliğinden iç içe girmesi, hem de devlet politikası tarafından özellikle iç içe sokulmaya çalışılmasıdır.

1915 olaylarının tartışılmasının “kıyım” boyutu var. Yaşanan trajedide işin “siyasi sorumluluk” yönü var. Toplumsal açıdan 1880’lerden 1920’lere uzanan, tüm dini, hatta etnik grupları kapsayan göç, acı, ölüm boyutu ve bu boyutun sosyo-psikolojik yanı var.

Bu yönleriyle tartışma hem bugünü hem dünü kuşatıyor.

Bir yandan siyasi ruh halini 1900’lerin başına geri taşıyor, o dönemin öfkelerini, savunma mekanizmalarını, aidiyet duygularını tehlikeli bir biçimde yeniden besliyor.

Diğer yandan bugünün Türk kimliği tartışmasını olumlu bir şekilde gündeme getiriyor. Benzer bir şekilde Ermeni diasporasının siyasi mevcudiyetini allak bullak ediyor.

Tartışmaların bulaştığı, bulaştırıldığı meselelerden birisi de uluslararası düzeyde güç ilişkileri ve milliyetçilik eğilimleridir. Özellikle AB konusunda Türkiye’ye karşı duran, Türkiye’yi sıkıştırmaya çalışan ülkelerin elinde bir araç bu mesele… Türkiye’den beklentisi olan, Türkiye’nin sıkışmasından medet uman hareketlerin de öyle.

İsviçre’nin Türk Tarih Kurumu Başkanı Prof. Halaçoğlu hakkında aldığı hukuk ve özgürlük ilkeleri açısından rezil karar bu durumun tipik göstergesi.

Buna karşılık Halaçoğlu’nun çalışma arkadaşları da aynı işi Türkiye içinde yapıyor. Tehcir sırasında başkalarının başına gelenleri duyan Ermeni köylerinin tehcirden kaçmalarını ve tehcire direnmelerini etik ilkelerini çiğneyerek ayaklanma olarak anlatabiliyor. Tersini iddia edenleri, örneğin Etyen Mahçupyan’ı gizli emel sahibi olmakla suçlayabiliyor.

Kısacası Ermeni meselesi Türkiye’yi AB’den, demokratikleşmeden, değişimden uzaklaştırmaya çalışanların elinde de etkili bir bomba haline geliyor, bu açıdan bir devlet politikasına dönüşüyor…

Nitekim 1915 olayları hakkında resmi tezlerden farklı görüşleri savunanlar hain ve tehlikeli ilan ediliyor, neredeyse hedef gösteriliyor. Üstelik bizzat Türk Tarih Kurumu’nun kimi çalışanları, Türk basını ve hatta akademisyenleri tarafından…

Sorunun içi içe girmiş bu yönlerini birbirinden ayıramazsak, bugün yapılan tartışmanın hiçbir işe yaramayacağı, tersine herkesi yaralayacağı açık.

Bahçeşehir Üniversitesi Rektörü Süheyl Batum’un Vatan’daki yazısında yaptığı gibi tartışmaya çalışan insanları, örneğin Etyen Mahçupyan ve Hırant Dink’i kimliklerinden ötürü öteki ilan edip, “tek amaçları nelerle, ne tür mantık oyunları ve demagojilerle karşı karşıya kalacağımızı, açıkça göstermekti (…) şeklinde” yargılarsak, bu yaranın daha ağır olacağı kesindir.

“Ayrıştırarak anlama” demokratik kültürün, demokratik olgunluğun, demokratik ahlakın, hatta bizatihi anlamanın en temel göstergesidir.

Yorumlar kapatıldı.