İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

VAKIFLAR ELİYLE KUŞATMA

Sadi Somuncuoğlu

14 Şubat 1920, Sevr”in ilk oturumu; “6 temel ilkemizden biri Türkiye”deki Hıristiyan azınlıklara gerçek korunma sağlanmasıdır.” 26 Nisan 2005, Türkiye-AB Ortaklık Konseyi; Azınlık haklarının her şekilde korunması AB uyum sürecinde büyük önem taşıyor. 19 Mart 1920 ; Yunanistan, Osmanlı hükümetinin bir yasayla azınlıklar, dinsel topluluklar, kilise, manastır, okul, hayır kurumu ve derneklerin tüzel kişiliklerini tanımasını, bunlara mal edinme hakkı verilmesini ve vakıflarca veya adlarına yönetilen malları tapuya yazdırabilmelerini ister.

Sevr heyeti, ”Osmanlı yasalarına karışma olacağı ve büyük sorunlar çıkaracağı” için reddeder.

Lozan görüşmeleri, 1923; Müttefikler, azınlıklar için Osmanlı”nın tanıdığı hakları ister.

İnönü, “Bizden kendilerinde olmayanı istiyorlar.

Avrupa”daki uygulama neyse biz de o kadarını yaparız.” der, öyle de yapar.

26 Nisan 2005 Türkiye-AB Ortaklık Konseyi; Dini azınlıkların tüzel kişilik, mülkiyet ve eğitim alanında sorunları var.

Türkiye, bir an önce AB standartlarına uygun Vakıflar Yasası çıkarmalı.

AB, son 3 yıldır azınlık vakıfları için Sevr”de Yunanistan”ın müttefiklerine bile kabul ettiremediklerini istiyor.

Ortaklık Konseyi”nde de konunun altı tekrar çiziliyor.

Dışişleri Bakanı Gül ise toplantının çok olumlu geçtiğini belirtip, müzakerelere başlamak için gereken her şeyin yapılacağını söylüyor.

İşe azınlık ibadethanelerinin tamir-bakım-onarımıyla başlayan AB, sınırsız mal-mülk edinmeleri ve misyonerlik faaliyetlerine serbestiyet istekleriyle devam etti.

Son talep, “AB standartlarına uygunluk” adı altında Vakıflar Kanunu”nun tümüyle azınlıkların istediği gibi değiştirilmesi, 1936 beyannamesinin iptal edilip, 1974 tarihli Yargıtay kararının yok sayılması.

Peki bunlar ne demek, AB”nin kendisinde bunlar var mı? Vakıflar Yasası daha önce yine AB”nin talimatı üzerine iki kez değiştirilmişti.

Bu defa ki değişiklikle de geçmişte mevzuatlarımıza aykırı şekilde edinildiğinden Yargıtay kararıyla Hazine”ye geçen tüm mallar devredilecekmiş.

Ayrıca malları ne amaçla edindiklerini belirtme şartı kaldırılıp, uluslararası kuruluş ve vakıflardan yardım alıp, vermeleri imkanı sağlanacakmış.

Dahası bu vakıfların malları haczedilemeyecek ve kamulaştırılamayacak, yöneticileri ise artık sadece mahkemelerce görevden alınabilecekmiş.

Özetle sınırsız hak ve serbestlik. Oysa AB ülkelerinde değil bunlar, ortak bir “vakıf” tarifi bile yok.

Her AB ülkesi, “gelenek ve kültürüne göre” farklı düzenlemeler yapmış.

Ama hepsinde de özel vakıflar bile amaçları, mal-mülk edinme, bunları kullanmada tümüyle hükümetlerin denetimine tabi.

Hem de Türkiye gibi, azınlık vakıfları konusunda tarihi ve acı tecrübeleri olmadığı halde. AB”yi rahatsız eden 1936 beyannamesi ile 1974 tarihli Yargıtay kararı da Osmanlı”nın parçalanmasında azınlık vakıflarının oynadığı o büyük rolün neticesidir.

Bizzat Atatürk”ün isteği üzerine 1936”da yürürlüğe giren kanunla, vakıfların mal-mülklerinin tespit edilip, disipline sokulması hedeflenmişti.

Mirasçıları bulunamayan veya Hz.

İsa, Hz.Meryem gibi sahte isimlerle kaydedilen gayrımenkuller Hazineye devredilirken, beyannamelerde yer alanlar dışında yeni mal-mülk edinmeleri kısıtlandı.

Ancak özellikle 1950”den sonra yasadışı yol ve yöntemlerle mal edinen vakıflar oldu.

Yargıtay da, 1936 tarihli yasayı esas alarak, bu durumdaki malların Hazine”ye devrini kararlaştırdı.

İşte sadece AB değil, ne alakası varsa ABD de bu kararların kaldırılmasını istiyor.

Aslında zaten 2 yıl önce vakıflara sınırsız mal edinme hakkı tanınarak, Yargıtay”ın bu kararı büyük ölçüde çiğnenmişti.

Şimdi resmen yok hükmünde sayılacak.

Geçen yıl yayınlanan İstanbul”da Yeni Roma İmparatorluğu isimli kitabımda, bu talebin “Hukuk tanımazlık olduğunu” belirterek, “Türkiye”nin en azından 1974 tarihinde ne AİHM, ne Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi olduğunu dikkate alması gerekirken, sırf AB istiyor diye, yürürlükteki yargı kararını, idari bir tasarrufla ortadan kaldırmaya çalışması, öncelikle yürürlükteki tüm yargı kararlarını tartışmaya açmayacak mıdır?(sf.132)” diye sormuştum.

Bakın AİHM, geçtiğimiz günlerde Bulgaristan”da yaşayan Türklerin 1980”li yıllarda maruz kaldıkları asimilasyona karşı açtığı davayı hangi gerekçeyle reddetti; Bir ülke hakkında karar alınabilmesi için olayın, o ülke Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi”ne taraf olduktan sonra meydana gelmiş olması gerekiyormuş.

Olayların gerçekleştiği dönemde de sözleşme Bulgaristan”da yürürlükte değilmiş.

Ama aynı AB, bizden sözleşmenin ortada olmadığı 1936 ile henüz AİHM”in bile kurulmadığı ve kişilerin başvuru hakkının bulunmadığı 1974 yıllarının hesabını soruyor.

AİHM de, hep azınlıkların lehine karar veriyor.

AB”nin isteklerinin kendi standart, müktesebat ve uygulamalarıyla alakası olmadığını söyleyip, duyuyoruz.

İşte son örnek vakıflar.

Sevr”in bile ilerisinde olan bu düzenlemeler de yapılırsa, Türkiye”nin bir cepheden daha ve en tehlikeli kuşatma ile karşılaşacağı görülmüyor mu? Yurdun dört bir yanından mülk taleplerinin altından kalkamayacağımıza göre, AB”ye, 82 yıl sonra bir kez daha “Sizde ne varsa o kadarını yaparız” dersek kıyamet mi kopar?

Yorumlar kapatıldı.