İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Topyekün savunma politikası

Etyen Mahçupyan

Türkiye’nin tarihçiler komisyonu teklifine Ermenistan’tan gelen yanıt, olası bir komisyonun sınırlarını siyasete de açarken, önkoşulsuz konuşmaya başlamayı öngörmekte. Bu gerçekte Türkiye’nin Ermenistan’ı istediği noktaya getirdiğinin de ifadesi; çünkü bariz bir biçimde güç farklılığına sahip olan bu iki ülkenin eşit şekilde masaya oturmasının hangi tarafın lehine potansiyeller içerdiği açık. Ortaya çıkacak paket çözümlerin sadece bu iki ülke arasındaki değil, Ermenistan ile Azerbeycan arasındaki ihtilafı da kuşatacağı; üçüncü taraflara ve diyaspora Ermenilerine ise durup beklemenin düşeceği yeni bir sürecin mümkün olduğu artık gözüküyor. Ne var ki atılan her adımı karşı taraftan istenecek tavize bağlamanın dışında bir yaratıcılık geliştirmekten aciz gözüken bazı hariciyecilerimiz, ‘önkoşulsuz konuşmanın’ Türkiye tarafından verilen bir ödün olduğunu düşünmekteler. Oysa günümüzde bir ülkenin komşusuyla ‘konuşmayı’ bile ödün olarak algılaması artık epeyce arkaik bir bakış. ‘Seninle konuşmam için senin değişmen lazım’ içerikli yaklaşımın, değişimin karşılıklı ve birlikte olduğunu ima eden demokratik açılımlar dünyasında epeyce yavan kaçacağını ve Türkiye’nin ‘çağdaş’ imajına pek de hizmet etmeyeceğini tahmin edebiliriz.

Ancak anlaşılan hükümet de henüz içinde sürüklendiğimiz dünyanın zihni çerçevesinin farkında değil. Nitekim ‘tarihin tarihçilere bırakılması’ politikasının yerini ‘bütünlük içinde, devletin bütün kurumları ve toplumun bütün kesimleriyle, dünyanın her yerinde’ topyekün bir savunma stratejisi alacakmış. Umarım bu tür demeçleri yabancı gazeteciler gözden kaçırırlar; çünkü böyle topyakün çabalar, hele toplumu tek bir fikir etrafında homojenleşmeye davet eden devlet politikaları Batıda faşizm dönemine gönderme yapan çağrışımlar yaratır. Hele “artık çocuklarımız kin ve nefretle yetişmesin dönemini kapatıyoruz” yollu tespitler, bundan böyle çevresine ve tarihine kin ve nefretle bakma eğiliminde kuşaklar yetirştirecek bir Türkiye ima ettiği ölçüde, herhalde AB çevrelerinde de epeyce duraksama yaratacaktır. Bir bakanın geçmişten bahsederken ‘Ermeniler’ ve ‘Müslüman Türkler’ sözcükleriyle kültürel kimlikleri blok halinde özneleştirmesinin de, gizlice söylemimize nüfuz etmiş epeyce totaliter bir anlayış olduğunu görmesi gerekir. Bu tarz sözcük kullanımları, konuşmaktan kaçınan; konuşuyormuş gibi yaparak şablon tekrarlayan; bu şablonların dışına çıkanları da mahkum etmeye meyyal olan bir zihniyetin ifadesidir.

Türkiye’nin her şeyden önce günümüz dünyasına yakışır bir özgürlük ortamına sahip olduğunun gösterilmesi gerekiyor. Çünkü 90 yıldır konuşmayan, belki de bu yüzden konuşmayı unutan, şimdi de konuşulmasından tedirgin olan bir toplumuz. Kendi içinde fikirsel özgürlüğü ve çoğulculuğu barındırmayan bir toplumun ise, dış politika marifetiyle tartışmaları kadük etmeyi beklemesi gerçekçi değil. Hele siyaset yoluyla tarihsel materyalin değişebileceğini sanmak daha da garip. Mavi Kitap gibi bir belge derlemesinin siyaset yoluyla ‘belge’ olmaktan çıkarılmasını beklemek, hiç tarih nosyonu olmayan bir bakışın göstergesi. Çünkü belgeler tümüyle asılsız bir gerçekliği anlatıyor olsalar bile ortadan kaldırılmazlar; aksine tam da bu yönleriyle incelenirler. Belge düzeltmesi tarihin bizatihi tahrifi ve tahribidir…

Çare özgür tarihçilerin tarihe bakmasını ve gördüklerini toplumla paylaşmalarını sağlamaktan geçer. Bu bağlamda Türkiye kamuoyu önce, Talat Paşa’nın defterini açıklayan Hürriyet gazetesindeki yazı dizisinin ‘Ermeni binaları’nı konu edecekken birden niçin yayından kaldırıldığını sorgulamalı. Başkalarıyla sağlıklı konuşabilmek önce kendimizle konuşmayı becerebilmek gerek.

Yorumlar kapatıldı.