İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Ermeni sorunu (2): Belgeler

1915’te yaşananlar, II. Dünya Savaşı sonrasına adeta unutuldu. Ancak Nazi Almanyası’nın Yahudileri kamplara toplayıp bilinçli biçimde yok etmesi, yeni bir kavramı gündeme getirdi; jenosit yani soykırım.

Hazırlayan: Cem Fakir

NTV-MSNBC

Jenosit bir etnisitenin bilinçli biçimde, bilerek, isteyerek ortadan kaldırılmasını amaçlamak anlamına geliyor. 1948’de Birleşmiş Milletler’de alınan kararla bu kavram uluslararası hukukun kilometre taşlarından biri oldu. Ermeniler bu karara dayanarak, 60’lı yılların başından itibaren 1915 olaylarının “soykırım” olarak kabul edilmesi gerektiğini savundu. Yine bu tarihten itibaren her iki taraf da aynı arşivlerden çıkardıkları farklı belgelerle farklı tezleri savundu. Karşı tarafın iddiasını çürütmeye çalıştı.

60’lı yılların başından itibaren 1915’te yaşananlar Ermenilerce dünya kamuoyu gündemine taşınmaya başlandı. Bu yeni gündemin temel kavramı da, 2. Dünya Savaşı’nın ardından, 1948’de uluslararası hukuk literatürüne giren soykırım oldu. Soykırımının 1915’deki tehcir için de geçerli olduğunu savunan Ermeniler, “İttihat ve Terakki’nin, bilerek ve isteyerek Ermenileri yeryüzünden silmeye çalıştıklarını” iddia ettiler.

Araştırmacı Taner Akçam

Taner Akçam: 1948 BM tanımlarına göre başka türlü anlatabilmek mümkün değil, ama başka da anlatılabilirler önemli değil. Zaten sorun bence ‘soykırım mıdır, değil midir’ değil. Niçin değil? Birincisi bugün uluslararası ceza hukukuna göre insanlık suçu, savaş suçu ve soykırım suçu yani üç büyük kitlesel suç arasında sınırlar zaten kaybolmuştur. Bence Türkiye’deki asıl problem, İttihat ve Terakki Partisi’nin yaptığı bir suç mudur, hata mıdır, değil midir? Zannediyorum asıl tartışma o. Türkiye’deki bir grup insan ve devletimiz 90 yıldır şunu söylüyor. ‘Bir devlet eğer vatandaşlarını kendisi için tehdit olarak görüyorsa sürebilir. Bunda bir mahsur yoktur. Artı ekliyor, ‘Sürdüğü sırada bu vatandaşlarının büyük bir kısmı ölürse bunda da hiçbir mahsur yoktur. Burada ortada suç teşkil edecek bir durum yoktur. Dolayısıyla üstünde konuşulacak bir şey yoktur. Devletin almış olduğu normal bir uygulamadır’ deniyor.

Araştırmacı Derya Tulga

Derya Tulga: Esasen Türkiye tarihinde düşünürsen, mesela bizim Fatih Sultan Mehmet döneminde bir Larende olayı var. Halkı Türk-Müslüman… Tamamını kesmiş Osmanlı o zaman. Osmanlı kronikleri de bunu kitabına uydurmuş. Resmen soykırım işte. Türk Türke soykırım yapmaz diye birşey yok. Osmanlı gelmiş Karamanlıyı kesmiş. Karamanlılar hala bugün onu fısıldarlar. O Larende olayını. Resmen soykırımdır. Yapıldıysa yapıldı deriz. Neden korkacağız? Üstelik deniyor ki “Bu kadar şey ortada”. Ne varsa çıkarsınlar. Hayır soykırım değil ama eğer bir şey istiyorlarsa, çok büyük bir ihmal var ortada. Diyorum size o tarihte o kadar insanı pikniğe çıkarsanız 100 bini ölürdü zaten. Nereye götürüyorsun yani?

BELGELERİN NASIL YORUMLANIYOR?

Kimilerine göre öldürmeler karşılıklı olmuştur, kimilerine göre ölenlerin sayısı arasında eşitlik vardır. Kimilerine göre de bir kişi bile ölse ortada bir suç vardır. 1915 tehciri üzerine Türk tarafı da, Ermeni diasporası da ortaya belgeler koyuyor. Ancak belgeler üzerinde hala fikir birliği yok. O kadar ki, üzerinde fikir birliği oluşan belgeler bile farklı yorumlanabiliyor taraflarca…

Vahan Dadrian: Ermeni meselesinde iki tür belge var. Bir resmi belge, ‘Dahiliye Vekaleti’nden geliyor. “Koruyun, ekmek verin” diye. Bir de gizli belge var, gayrıresmi. Partiden geliyor ki, partinin hiçbir hükümet tarafı yoktur. O zaman diyor ki: “Ermeni kafileler uzaklaşınca harekete geçin ve öldürün.”

CHP Milletvekili ve eski büyükelçi Şükrü Elekdağ

Şükrü Elekdağ: Bu konuda ileri sürdükleri bazı hatırat var. Bunlar savaş sırasında çıkarmış oldukları propaganda kitaplarıdır. Bunlardan bir tanesi Aram Andonyan’ın yazmış olduğu ve 1920 yılında Paris’te yayınlanmış olan Talat Paşa Telgrafları kitabıdır. Bu kitap herhangi bir şekilde bir kaynağa istinat etmiyor. İkinci yararlandıkları kitap Büyükelçi Morgentau’nun Öyküsü diye bir kitaptır. Morgentau kimdir? 1914-1916 arasında İstanbul’da Amerika’nın büyükelçiliğini yapmıştır. Bu kişi emekli olduktan sonra 1918’de New York’ta bir kitap bastırmıştır. Kitabın içinde aynen Andonyan’ınkinde olduğu gibi Osmanlı’nın bu soykırımı tam anlamıyla planlanmış bir şekilde Doğu Anadolu’da uyguladıklarını, bunun esas itibarı ile amacının Ermenileri yok etmek olduğunu ortaya koyuyuyor. Fakat bir başka Amerikalı tarihçi Lory, (Princeton Üniversitesi’nden) o da bir kitap yazdı, bu kitabın perde arkasını anlatan.

Dönemin ABD Büyükelçisi Morgenthau

Bu kitapta büyükelçinin kitabında yazılanların tamamen uydurma olduğu, bunların gerçekle hiçbir şekilde uyuşmadığı kanıtlandı. En sonunda Mavi Kitap dediğimiz kitap kaldı. Nedir bu Mavi Kitap? 1916’da İngiltere Hükümeti’nin desteğiyle ve parlamentosunun onayıyla yayınlanmış olan bir kitap. Bu Mavi Kitap’ın İngiliz Savaş Propaganda Bürosu tarafından yayınlandığı ortaya çıkarıldı.

Taner Akçam: Mavi Kitap’a ilişkin Elekdağ’ın ve daha sonra da CHP’nin politika olarak söyledikleri ve verdikleri bilgilerin hepsi yanlış. Bakın ben şuna itiraz etmiyorum. CHP desin ki; 1915’te böyle bir olay olmamıştır. Ama bunu dayandırdıkları bilgiler yanlış olmasın, niçin mi? Size tek tek sayayım. ‘Toynbee 1915’e ilişkin fikrini değiştirmiş’ diyor Şükrü Elekdağ. Yanlış! Toynbee 1915’e ilişkin fikrini hiçbir zaman değiştirmedi ve açık açık yazdı bunu. En azından 6-7 kitabında var. Toynbee diyor ki “Bu 1915 en büyük suçtur” ve benzeri ifadeler kullanıyor. Artı deniyor ki, Almanya hakkında Mavi Kitap yazıldı 1915 yılında. Bu Almanya hakkında Mavi Kitap’ı İngilizler yayınladı. Sonra deniyor ki, bu İngilizlerin Almanya hakkındaki Mavi Kitap’ı yalandır, palavradır, savaş propagandasıdır. Sonra diyorlar ki; İngiltere bundan dolayı Almanlardan özür diledi. Türkiye’den de özür dilesinler. Peki ben buradan Türkiye’deki okuyuculara şunu söyleyeyim. Bu noktaların her biri yalansa ne yapacaklar? Ben bir ayımı verdim, Şükrü Elekdağ’ın bu cümleleri nedeniyle. İki tane önemli kaynağı var. Birincisi Sonyel, ikincisi Justin McCarthy. İkisi de yalan söylüyorlar. 1925 yılı Ocak ayında İngiliz parlamentosunda yapılan toplantıda İngiltere resmen özür diledi deniyor. 1920’lerin Ocak ayında İngiliz Parlamentosu’nda yapılan toplantı yok. Şubat ayında başlıyor toplantı. Gidin belgelerini bulun. İngiltere hiçbir zaman özür dilemedi Almanya’dan ve Almanlar hakkındaki Mavi Kitap palavra değil. Araştırmacılar ispat ediyorlar bugün, tek tek kaynakları belli.

Tarihçi Halil Berktay

Halil Berktay: 1915’te olanlar çok büyük ölçüde o yıllarda dünya kamuoyunun bilgisine maloldu, Ermeniler bu konuda daha en ufak birşey yazmadan. Daha o yıllarda dünya kamuoyunun, tarihçilerin bilgilerine malolmuştu. Türk resmi söyleminin bir problemi şudur. ‘Türkiye’de varolan belgeler hariç herşey yalandır. Mavi Kitap hayal mahsulüdür, Toynbee yalan yazmıştır, sonra özeleştirisini yapmıştır. Lepsius arşivlerinde bulunan tüm belgeler hayal mahsulüdür, bunların hiçbiri doğru değil’ deniyor. Varolan dünya literatürü çok ciddi bir literatürdür ve aynı zamanda 70-80 yılda dünya kamuoyuna malolmuştur.

Tarihçi Andrew Mango

Andrew Mango: Mavi Kitap bir propaganda derlemesi. Tümü uydurma değil. Ama iki mesele var. Tek taraflıdır. Bunlar Ermenilerin kurban olduğu mezalimden bahsediyor. Türklerin uğradığı mezalimden bahsetmiyor. İkincisi, belge hakiki olabilir ama belge gerçeği yansıtmayabilir.

Derya Tulga: Türk tarihçisi görevini yapmıyor. Türk tarihçisi görevini yapmayınca Türk siyasetçisinin elinde belge yok. Şu Mavi Kitap konusu mesela. Çok eleştiri geldi, haklı adamlar da… Adamlar daha Mavi Kitap’ın ne olduğunu okumamışlar. Mavi Kitap İngiltere tarafından daha 1919 yılında İngiltere tarafından geri çekilmiş. Nasıl çekilmiş? Paris’te Barış Konferansı toplanıyor. Bir de komisyon var, Türkiyeyi cezalandıran komisyon.

Tehcirden sonra kampta Ermeniler

Cezalandırma komisyonu Ermenilere dayandırarak bir liste çıkartıyor, ’200 bin kişi ölmüştür’ diye. Mavi Kitap 600 bin diyor, onu artırmanız da lazım, 1 milyona kadar bir ölü sayısı veriyor Mavi Kitap. İngiltere 1919 yılında, Mavi Kitap’tan üç yıl sonra… Bakın o tarihte çıkan kitaplar; Lepsius çıkmış, Morgentau çıkmış, Mavi Kitap çıkmış daha nice şeyler çıkmış. İki milyona kadar olan iddialar var. İngiltere diyor ki ‘Hayır ben Ermenilere sordum. 200 bin kişiymiş’ nokta, bitti. Arkadan da diyor ki, bunun hukuki bir bazı da yoktur, biz mahkeme yapamayız. Konu bitti. Biz dönüyoruz, bu 1919’dan önceye gidiyoruz. ‘Mavi Kitap var mıydı yok muydu?’ Kardeşim bunu sizin tarihçi olarak bilmeniz lazım.

TALAT PAŞA’NIN TELGRAFI

1915’te yaşanan olaylara ilişkin belgeler arasında bir başka tartışma konusu da Dahiliye Nazırı Talat Paşa’nın telgrafları. Soykırımı savunanlar, bu telgrafları tezlerine delil olarak kullanırken, aynı telgraflar Türk resmi tezi tarafından farklı değerlendiriyor. Bunlar içinde en çok tartışma yaratanlardan birisi, Talat Paşa’nın Diyarbakır Valisi’ne 12 Temmuz 1915’te gönderdiği telgraf:

Talat Paşa’nın telgrafı

“Diyarbakır Valiliğine,

Son zamanlarda vilâyet dahilindeki Ermeniler ile diğer bütün hıristiyanlara da katliamlar yapıldığı ve bu cümleden olarak, daha sonra Diyarbakır’dan gönderilen kişiler vasıtasıyla, Mardin’de Marhasa ile Ermeniler arasındaki diğer hıristiyan ahaliden, yediyüz kişinin geceleri şehirden dışarı çıkarılarak koyun gibi boğazlattırıldığı ve şimdiye kadar bu katliamlarda öldürülenlerin iki bin kişi tahmin olunduğu ve buna ivedilikle ve kesin olarak son verilmezse çevre vilâyetteki müslümanların da ayaklanarak bütün hıristiyanları katletmelerinden korkulduğu, haber alınmıştır. Ermeniler için düşünülen siyasî tedbirlerle, onların kontrol altında tutulmasına yönelik tedbirlerin, diğer hırıstiyanlara da uygulanacak şekilde genişletilmesi kesinlikle uygun olmadığından, kamuoyu üzerinde çok kötü etkiler bırakacak ve bilhassa bunun üzerine hırıstiyanların hayatını tehlikeye sokacak bu türden olaylara derhal son verilmesi ve gerçeklerin açıklığa kavuşturulması.

Talat Paşa, Dahiliye Nazırı”

Talat Paşa’nın bu telgrafı, özellikle Taner Akçam ve Halil Berktay açısından Ermenilere soykırım uygulandığının en önemli ipuçlarından biri. Ancak Türk Tarih Kurumu başkanı Yusuf Halaçoğlu’nun, telgrafın bu şekilde yorumlanmasına itirazı var.

TTK Başkanı Yusuf Halaçoğlu

Yusuf Halaçoğlu: Bakın Osmanlı belgelerinin dilini bilmiyorlar. Bugünkü gibi bir belge yazılacak zannediyorlar. Hiçbir belgede Osmanlılar böyle yazmazlar. Şimdi Talat Paşa tarafından gönderildiğini söyledikleri belgede buna hiç dikkat etmiyor kimse… Ayrıca Osmanlıca bilmiyorlar. İstihbar etmek kelimesini istihbaratla karıştırıyorlar ve Teşkilatı Mahsusa zannediyorlar. İstihbar, haber alınmak demektir, istihbarat değildir. Eğer devlet açık verecekse yüz binlerce belge var bundan. Bunların içerisinde hepsinde çok titiz davransa bile açık verirdi.

Bunların hiçbirinde katledin diye -ima da olsa- bir bilgi yok. Tam tersine halkın karıştırılmaması, saldırıların önlenmesi emredilmiştir. Ne kadar başarılmıştır? Belki de çok başarılı olunamamıştır. Çünkü bir ordunuz Kafkasya’da, bir ordunuz İstanbul’da, bir ordunuz Suriye’de. Elinizdeki kuvvet az. Ancak 10 jandarma veriliyor kafileye, bunlar öyle götürülüyor. Ondan sonra diyorlar ki, jandarmalar kafileyi katletti. İkibin kişiyi on kişi katledemez ki.

ARŞİVLER TARTIŞILIYOR

Dahiliye Nazırı Talat Paşa

Talat Paşa’nın telgrafları, dönemin kahramanlarının hatıraları, yazılan kitaplar kadar, ülkelerin arşivleri de tartışma konusu. Her iki taraf da aynı arşivlerden çıkardıkları farklı belgelerle tezlerini savunuyor ve karşı tarafın iddiasını çürütmeye çalışıyor. Çeşitli devletlerin arşivlerinden çıkartılan belgeler üzerindeki tartışma, arşivlerle ilgili karşılıklı suçlamaları da beraberinde getiriyor.

Taner Akçam: Genelkurmay arşivleri bütün bilim adamlarına açık değildir. Son derece zor izin verilerek çalışma yapılabilir ve tesadüfen çalışma izni alan birkaç kişi de orada çalışma koşullarında başlarına gelenleri anlatırlar, biz de biliriz. Oradaki arşivler Genelkurmay arşivleri esas olarak kapalıdır. Birincisi, aradan 90 yıl geçmiş ve biz hala arşivlerdeki durumu konuşuyorsak tuhaf bir durum var demektir. İkincisi, Genelkurmay arşivlerinde, örneğin İstanbul Divan-ı Harbi Örfi dediğimiz İstanbul Sıkıyönetim Mahkemesi’ndeki yargılanmalara ilişkin dosya evraklarının olduğunu tahmin ediyoruz. Niçin? Çünkü 1922 Kasımı’nda İstanbul devralındıktan sonra Türkiye Cumhuriyeti tarafından oradaki sıkıyönetim belgeleri Ankara’ya gitmiş olsa gerekir. Çünkü bu belgeler İstanbul’da değil, hiçbir yerde değil. En azından İstanbul mahkemelerinin soruşturma dosyaları elimizde olursa, inanılmaz önemde bilgilere sahip olacağız.

Yusuf Halaçoğlu: Cumhuriyet arşivinin hepsini açsınlar, Taşnak yazışmalarını da açsınlar. Hınçak’ın, Boston’dakini de Kudüs’tekini de açsınlar. Onlar açtığı zaman ne çıkacak biliyor musunuz?

Ermeni çetelerinden biri

Taşnak’la veya Hınçak’la İngiltere’nin, Fransa’nın diğer ülkelerin yazışmaları çıkacak ortaya. Bunların Anadolu’daki militanlarının merkeze gönderdikleri raporlar çıkacak ortaya. Bunlar ortaya çıkmadan bizim ortaya koyduğumuz belgeler Ermenileri susturamaz yoksa.

DİASPORA SESİNİ DUYURUYOR

“Ermeniler soykırıma uğratıldılar” açıklamalarının dünya kamuoyuna yansıtılması, 1960’lı yılların başında gerçekleşti. Başta Amerika Birleşik Devletleri ve Fransa olmak üzere, gittikleri ülkelerde yavaş yavaş söz sahibi olmaya başlayan Ermeniler, yani diaspora, sesini duyurmaya başladı. Hızla örgütlenen Ermenileri bir arada tutan 1915’in anılarıydı. Anma törenleri düzenlediler, onlarca kitap yayınladılar, oluşturdukları lobilerle bulundukları ülkenin hükümetlerini baskı altında tuttular ve soykırımının tanınması için her fırsattan yararlandılar.

Avrupa Ermeni Federasyonu Başkanı Laurent Leylekyan

Laurent Leylekyan (Avrupa Ermeni Federasyonu Başkanı): Bu konuda çok ciddi uluslararası çalışma var. 60’lı yıllara kadar ortada 3-4 kitap dışında ciddi kaynak yoktu. Ama o zamandan beri pek çok araştırma yayınlandı. İngiltere, Amerika, Avusturya tüm dünyada arşivler tarandı. Artık bizim için tarihsel bir soru yok ortada.

Halil Berktay: 1960’lardan 70’lerden itibaren şöyle bir olay ortaya çıktı. Bir diaspora, Ermeni toplulukları gittikleri toplumlarda tutundular, güçlendiler ve şunu farketttiler: Kültürel olarak kendilerini birleştiren şey 1915’in anılarıdır. Bunun etrafında çok ciddi Ermeni lobileri dediğimiz olay ortaya çıktı.

Şükrü Elekdağ: Ermeniler başlangıçta Avrupa’da ve Amerika’da kimliklerini bir süre muhafaza ettiler. O ülke halklarıyla kaynaştılar ancak asimile olma gibi bir durumla karşılaşılmadı. Fakat daha sonra bir asimilasyon başladı. Tabiatıyla böyle bir dönemde Ermeni milliyetçileri ve bilhassa Kilise bunun gelişmesini ve Ermenilerin kimliklerini kaybetmelerini istemediler.

Batı ülkelerindeki Ermeni diasporasından bir grup.

O bakımdan kimliklerini kaybetmemek için bunları Türk düşmanlığı etrafında topladılar. Yani bugün baktığınız zaman diasporadaki Ermenilerin kimlikleri Türk düşmanlığıyla özdeşleşmiştir.

ASALA TERÖRÜ

İlerleyen dönemde, Ermeni örgütleri faaliyetlerini illegal alana da taşıdı. Terör grupları oluşturuldu ve Türkler hedef alındı. Terörün en acımasız yöntemlerini benimseyen Ermeni örgütü ASALA, yurt dışındaki Türk görevlilerine, temsilciliklerine ve kuruluşlarına silahlı saldırılar düzenledi. O döneme kadar Ermeni meselesini yeterince dikkate almayan Türkiye, unuttuğu bir sorunla çok acı bir şekilde tekrar karşılaşıyordu.

ASALA terörü Türkiye’nin yurtdışı büyükelçiliklerini hedef aldı.

Tarihçi Justin McCarthy

Justin McCarthy: Türkiye’nin yaptığı en büyük yanlış, bu konu hakkında hiç konuşmamak oldu. Türkiye İkinci Dünya Savaşı sonrasında her şeyi konuşmaya, bütün arşivlerini açmaya, Ermeni meselesini tartışmaya başlamalıydı. Bunun yerine Türk diplomatlarının öldürülmesine kadar beklediler ve o zaman da bütün her şeyin üzerinden çok uzun zaman geçmiş, çok vakit kaybedilmişti. Bu zaman da Türkiye’nin aleyhine işlemiş ve bir önyargı oluşmuştu Türklere karşı. Ermeni milliyetçileri bu önyargıyı kullandılar ve Türkler de hiçbir şey yapmayarak sustular.

Şükrü Elekdağ: Esasen biz de bir şeyler yaptık ancak bunlar sürekli olmadı ve uzun vadeli bir strateji çerçevesinde yapılmadı. Bir de yaptığımız işlerin karşısında Ermeni diasporası son derece örgütlüydü.

Halil Berktay: Türkiye Cumhuriyeti resmi ideolojisi geçtiğimiz yıllarda, esas olarak da ellilerden, altmışlardan başlayarak bu 1915-16 olayını -adına ne dersek diyelim- kapsamlı bir şekilde reddetti. Bir önemli husus var. Bu reddediş ve bunun unsurları olarak anlattığı kültürel fragmanlar çok büyük ölçüde içe dönüktü ve içe dönük olmaya devam etmektedir. Mesele daima şu olmuştur: Kendi kamuoyumuzu ikna edelim ve buna alıştıralım.
Tehcir sırasında Ermeniler

Ermenilerin 1915 olaylarına ilişkin faaliyetleri, 60’lardan bugüne, yoğunluğunu artırarak devam etti. Türkiye ise, hangi iktidar olursa olsun, bugüne değin Türk halkına, yani içe dönük propagandanın dışında pek bir şey yapmadı.

Soykırımı savunanlar, yıllarca savaş koşullarını ve bir devletin kendisi için tehlike olarak gördüğü bir duruma karşı geliştirdiği egemenlik refleksini yok saydı. Türkiye ise, kendisine yöneltilen suçlamalara karşı tutarlı bir tavır sergileyemediği gibi, ne batılı ülkelerin olaylara ilişkin tutumun sorgulayabildi, ne de 70’lerdeki terör saldırılarının hesabını sorabildi. Bugün gelinen noktada ise, gerek tek kutuplu dünyanın bilinen koşulları, gerekse yıllardır peşinde koşulan Avrupa Birliği üyeliğinin neredeyse başat koşullarından birisi olarak dayatılan “soykırımı” suçlaması, Türkiye’yi büyük bir açmazla karşı karşıya getirmiş bulunuyor.

Orijinal haber ve resimler için tıklayınız

Yorumlar kapatıldı.