İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Tek kelimelik esaret

Mehmet Altan

Her yıl 24 Nisan geldi mi Türkiye, Amerika’daki Başkan’ın konuşmasına ve Temsilciler Meclisi’nin Soykırım Yasa Tasarısı’nı kabul edip etmeyeceğine kilitlenir. Bu kural hiç değişmez. Bu yıl da böyle oldu. Amerikan Başkanı Bush, soykırım sözcüğünü kullanmadığı gibi, Yasa Tasarısı da gündeme gelmedi.

Türkiye gibi koca bir toplum her yıl tek bir sözcüğün esareti altına giriyor. Eğer beklenen gelişmeler olmazsa derin bir nefes alınıyor, bir yıl sonraki yeni döneme kadar konu unutuluyor. Toplum, kendi kendine yüksek sesle neden böyle bir tek sözcüğün esareti altında yaşadığını sormuyor hiç.

Türkiye’de bu tür sorular sorulmaz, çünkü dış politika ile ilgili konular, resmi tezler oluşturan devletin denetimindedir. O konuyu irdelemek yerine, söyleneni tekrarlamaya yönelik bir anlayış söz konusudur.

Türkiye, kendisiyle hesaplaşmaktan korkmasa, resmi tezlere abanmak yerine, kamu oyunun demokratik çoğulcu tartışma ortamına güvense, çok daha fazla güçlenir. Ayrıca da dış dünyanın oyuncağı haline gelmez. Biz kendi konularımızı içeride sağlıklı bir biçimde tartıştığımız vakit, toplumsal bünyemizi öyle bir güçlendiriyoruz ki, onun zaafiyetinden istifade etmek söz konusu olmaktan çıkıyor.

Neyse ki AB süreci, zaafiyetlerimizi giderecek tedavi sürecini de başlatmış bulunuyor. Annan Planı’nı kabul ederek, Rumların egemenliğindeki Kıbrıs Cumhuriyeti’ni ofsayta düşürmek bunun başlangıcıydı. Başbakan Tayyip Erdoğan’ın, Ermenistan Cumhurbaşkanı Koçaryan’a yazdığı mektup da bir ikinci adım sayılabilir. Türkiye; ürkmeden, bilinçaltını temizledikçe, kendiyle hesaplaştıkça, geçmişini objektif bir analize tabi tuttukça çok daha güçlü bir hale gelecek.

Bunları yaptığımızda 90 yıl önceki dramatik bir olayı niye aşamadığımızı ve neden bir tek sözcüğün esareti altına girdiğimizi de anlamakta güçlük çekeceğiz. Çünkü sağlıklı bir hale gelince zaafiyetlerle dolu geçmişi anlamak zorlaşacak.

Yorumlar kapatıldı.