İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Ermeniler adalet istiyor

Raffi Hovannisyan / Moscow Times

Ermeni soykırımında son perde bu hafta 90’ıncı kez sahnelenecek. Soykırım tanınmıyor, kefareti ödenmiyor. Hem Ermeniler hem de Türkler için önemli
bir geçiş yolu tıkanmış durumda…

Tüm bunlar, iktidar mücadelesi, tarihin perdelenmesi, sınırsız revizyonizm ile suçluların, kurbanların ve sonraki nesillerin olup bitenleri hak ettiği biçimde adlandırma ve daha da ötesine gitme kapasitesinden yoksun olmasının bir ürünü.

Soykırım ve bugüne yansıyan soykırım tartışmasından alınacak derslerin yanı sıra doğacak risk ve tehlikeler daha keskin ve yakıcı; zira Ermeni davası yalnızca bu halkı teşkil eden insanların birçoğunun katledilmiş olmasından ibaret değil. Bu dava, Ermenilerin aynı zamanda yaşam tarzlarının şiddet yoluyla altüst edilip binlerce yıl yaşadıkları anavatanlarından zorla göç ettirilmiş olmalarını da kapsamakta.

Ermeni soykırımının Yahudi soykırımından farkı her şeyden önce, Osmanlı İmparatorluğunun halefi Türkiye’nin inkârcı tavrından,
katliamdan kurtulan, örselenmiş ve perişan olmuş Ermenilerin onur peşinde
adalet arayışından ve uluslararası diplomasinin cilvelerinden kaynaklanıyor.

Bu büyük felaketin yasal, etik, eğitimsel, maddi ve bölgesel bileşenleri herhangi bir grup ya da gücün baş edemeyeceği ölçüde karmaşık. Belgelerle kanıtlanmış bir tarihi gerçeklik olarak bu ulus katlinin bugüne dek karanlıkta kalışını da polemik, siyaset ve pek çok ‘ulusal çıkarın’ aleti olmaya devam edişini de Ermenilerin yaşadığı olayın ele alınış biçimindeki emsalsizlik büyük ölçüde açıklıyor aslında. Günümüzde Türklerle Ermenilerin gönül ve zihinlerde buluşamamasının ardında, yasak, ama hep var olmuş bir tarih; sınırsız, ama kapalı bir sınır ve soykırım mirasını yüklenmiş ilişkiler -ya da ilişkisizlik, yatmakta. Türkiye ve Ermenistan arasında, halkları arasında, tüm oyuncuların, tek bir güvenlik ve kalkınma sayfası açmak için çıkar birliği edecekleri yeni bir bölge yaratmanın anahtarı bu ilişkiler. Dürüstçe ve hakikaten tesis edilmesi halinde iki ülkenin kendi egemenliklerini güçlendirmesi için; eğitim ile kültür ve tarihi korumak adına işbirliği için, Dağlık Karabağ, Nahçivan
ve daha geniş bir bölgede kalıcı bir barış için; açık yollar, gökyüzü ve denizler için; tüm mülteciler ve torunlarının anayurtlarına dönüş haklarının güvence altına alınması için temel oluşturacak olan da bu ilişkiler.

Ancak görünen o ki, hakkı verilemeyen geçmiş, barış, istikrar ve uzlaşmanın önünde gelecekte çıkabilecek pek çok engeli öngörülemez ve önlenemez kılan şimdiki zamanın karmaşasında da gösteriyor kendini. Zamanlar daha ne kadar birbirine karışmaya devam edecek? Bu karışıklığın tarafları hakiki bir çözüm sürecini nasıl başlatabilir?

Türklerin suçunun mirasçıları, kefaret ödemek için çıkarlarına sırt çevirebilirler mi ya da Ermeni tehcirini yaşayanların torunları yeniden yer değiştirmeyi kabul edebilirler mi?

Türkiye ve Ermenistan’ın başından beri ayrı olan Avrupa ile bütünleşme yolu onlara, tarihi kabul etmek ve bölgesel ve küresel meselelerde sağlam ortaklar olarak umut verici bir çağı kucaklamak için önemli bir fırsat sunabilir. Yeni kıstaslar, yeni liderler ve yeni bir söylemin zamanı geldi…

(Rus gazetesi, Ermenistan’ın eski dışişleri bakanı, 21 Nisan 2005)

Yorumlar kapatıldı.