İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Diaspora´yı anlamak

Dispora düşmanlığının ulus-devlet yüceltmesinin sonuçlarından biri olduğunu unutarak, Ermeni diasporasını kötü çocuk ilan etmek gerçekçi bir tavır değil

2005-04-24

AYŞE HÜR

Avrupa Parlamentosu’da Ermeni meselesini anlatan ekipten Hırant Dink ve Etyen Mahçupyan, Ermeni diasporasına yönelik eleştirileri yüzünden, diaspora tarafından “Türkiye’nin rehinesi olmakla” suçlandılar, Türkiye’de ise takdirle karşılandılar. Aslında bu konuda epeydir alttan alta bir tartışma yürüyor. Bir çoğumuz için diaspora şımarıklığın, katılığın, çözümsüzlüğün adresi. Diaspora’dan seslenenler hariçten gazel okuyanlar olarak dışlanıyor ve Ermeni diasporası bir şekilde denklemin dışına çıkarılırsa, herşey yoluna girecekmiş gibi geliyor. Duygusal olarak anlaşılır bir tepki bu. Ama bilimsel bir bakışla diaspora ne demek, diaspora kültürü neleri içeriyor, bu bağlamda Ermeni diasporasını gözardı etmek mümkün mü, bakmak gerekir.

Diaspora terimi iki eski Yunanca sözcükten (speiro=tohum saçmak ve dia=baştan başa) geliyor. Terim Tevrat’taki anlamıyla Yahudiler için galut’u yani Babil’den sürgünü, Yunanlılar için ise göçmenlik ve kolonizasyonu anlatıyordu. Bugün diaspora konusu uluslarötesilik ve küreselleşme kavramlarından ayrı düşünülmüyor. Geleceğin, ulus-devletlerin değil, “devletsiz güç” diye adlandırılan diasporaların dünyası olacağını söyleyen, dahası AB’yi “DiaspEuropa” olarak adlandıran bilim adamları var. Genel eğilim, diasporaları “kurban”, “emperyal”, “emek”, “ticaret-iş” ve “kültürel” diasporalar şeklinde beş gruba ayırmak. Tarih içinde bir tipten diğerine evrilmek ya da aynı anda birden fazla tipe girmek mümkün. Çoğu diasporanın tarihi ulus-devletlerin çoğundan eski, kapladığı alan ve nüfusu daha fazla. Örneğin 14 milyon Yahudi, 6 milyon Ermeni, 7 milyon Yunanlı, 25 milyon Rus, 16 milyon Polonyalı, 55 milyon Çinli, 20 milyon Hintli, 13 milyon Lübnanlı, 6 milyon Filistinli (kimi 5, kimi 86 ulus-devlette) diaspora halinde yaşıyor.

Metaforik dönüş

Bir grubun diaspora diye tanımlanabilmesi için öncelikle anavatandan baskı, zulüm, savaş, açlık, işsizlik gibi zorlayıcı, travmatik nedenlerle ayrılması gerekiyor. Nüfusun iki ve daha fazla bölgeye savrulması, ortak bir etnisiteye ve kültüre sahip olması, ortak tarihini canlı tutması, mitolojiler üretmesi ve bunları genç kuşaklara aktarması gerekiyor. Halen yaşadıkları ülkelerde kendilerini kısmen ya da tamamen dışlanmış hissettikleri için (ki sadakatlerini anavatan, evsahibi ülkeler ve diğer ülkelerdeki soydaşları arasında üçe böldükleri için ulus-devlet mantığı içinde hakikaten de istenmiyor olabiliyorlar), ata toprağını gerçek ve ideal ev olarak görmek, kendileri ya da çocuklarının, koşullar uygun olduğu zaman mutlaka oraya göçetmeleri gerektiğini düşünmek ise diasporaların ortak özelliği. Bu amaçla anavatanın yaşatılması, güvenliğinin sağlanması için çaba gösteriyorlar. (Örneğin Lübnan diasporası olmasaydı Lübnan mucizesinden söz edilemezdi, Ermeni diasporası olmasaydı, Ermenistan Cumhuriyeti yaşayamazdı). Dönüş gününe kadar ayakta kalmak için de, etnik-kültürel grup bilincini ve dayanışma duygusunu devam ettirmek amacıyla sıkı biçimde örgütleniyorlar. (Örneğin Yunan diasporasının tam 3500 derneği var. İrlandalılar Soyağacı Projesi ile etnik haritalarını çıkarmaya çalışıyorlar, Yahudileri ve Ermenileri zaten biliyoruz). Bu özellikleri gösteremeyenlere, örneğin Afrikalılara göçmen deniyor.

Diasporaların ortak paydası olan “eve dönüş” saplantısına gelince, çoğu olayda gerçek değil, metaforik dönüşten sözedilebilir. Çünkü geri dönüş pratikte kolay değildir. Mesela Yahudilerin çoğu dönüşü Mesih’in gelmesi gibi belirsiz bir tarihe erteledikleri için 1917’de İngilizler Balfour Deklarasyonu ile Yahudilere bir vatan yaratmaya kalktığında, diaspora üçe ayrılmış, çoğu İsrail devletine karşı çıkmıştı. Daha sonra gelenleri ise eskilerin çok iyi karşılamadığını biliyoruz. Tarihi, Güney Song Hanedanı’nın ticaret filoları ile uzak denizlere açıldığı 1127’ye kadar götürülebilen Çin diasporasının en zengin üyeleri bile hiçbir zaman yaşadıkları ülkeye ait olduklarını hissetmezler, kendilerine “huaqiao” (yolcu) derler ve halen bir seyahatte olduklarını, bir gün mutlaka ana vatana döneceklerini hayal ederler, ama nedense dönmezler.

Ermeni mitolojileri

Bizi yakından ilgilendiren Ermeni diasporası ise sanıldığı gibi 1915’den sonra oluşmadı. Bizans, Selçuklu ve Moğol akınları sonunda İran’a, Rusya’ya, Avrupa’ya, Hindistan’a doğru itilen gruplar diaspora olmamıştı. Ama 1915 trajedisi bugünkü militan diasporanın kaynağıdır. Ağırlıklı olarak ABD, Kanada, Fransa, Suriye ve bazı Latin Amerika ülkelerinde yaşayan, ortak bir dile, dine, kültüre sahip olmayan diaspora Ermenilerinin ulus devletlerin bile karşı koyamadığı, küreselleşmenin çözücü etkisine karşı grup olarak sarıldıkları bağlantı noktası “soykırım” dır. Ve akıllarına anavatan denince üç şey gelir. Bunların bizi en çok rahatsız edeni, MÖ 95 yılından bu yana egemen olmasalar bile 2500 yıldır varoldukları, Diyarbakır’dan Karabağ’a kadar uzanan Hayastan’dır. Ararat dedikleri Ağrı Dağı özellikle diaspora Ermenileri için sembolik öneme sahiptir. İkincisi Hayastan’ın bir bölümünde 1918’de kurulan, 1920’de Sovyetler Birliği’ne dahil olan, 1991’de tekrar bağımsız olan 2-3 milyonluk Ermenistan Cumhuriyeti’dir. Üçüncü vatan ise, doğdukları şehirdir. İlk kez karşılaşan iki Ermeni’nin ilk lafı “Oor deghatsi ek?” yani “memleket neresi?” sorusudur. Sivaslı, Vanlı ya da Harputlu olmak bazılarında Ağrı Dağı’dan çok daha büyük duygusal dalgalanmalara neden olur. Yaşadıkları ülkelerde, bu yerlerin tarihine, kültürüne ait kitaplar yayınlarlar, hemşerilerin telefon indeksleri ayrıdır, çocuklarını aynı okullara, aynı yaz kampına gönderirler.

Anayurdun bu aşırı idealleştirilmesi ve sürekli hatırlanması (ya da hatırlanmak zorunda kalınması) bir süre sonra adeta fiziksel bir acı vermeye başlar. Rebeka Hagopyan’ın “Zeytun-Kayıp Cennet” adlı kitabındaki şu satırlara bakalım: “Bugün geçmişin sesini duyuyorum. Çocukluk yılları. Geçmiş, karanlık yılların içinde parlak bir ışık gibi parlıyor. Öyle anlar oluyor ki, bu yorucu, zayıf ve yaşlı bedenden kurtulmak istiyorum. Düşüncelerimde Zeytun’daki evime dönüyorum (.) Dağlar dumanlı ve büyük, vadiler yeşil, nehirler çağlıyor. Keçi sürüleri dev kayaların gölgeleri arasından süzülüyor, çoban çocuk kavalıyla bir sevda türküsü çalıyor (.) Dallarında sallandığım ipin asılı olduğu meşe ağacım hala orada duruyor. Kızkardeşim Suran adının baş harflerini yumuşak kayaya kazıyor (.) Sanki o sevgili yurdundan ebediyen ayrılacağını ve meçhul bir yerde öleceğini biliyor…” Her okuyanın içini acıtabilecek bu satırlar, anavatan mitolojisinin gücünü gösteriyor, ama bugün Ermenistan’a dönmek bir yana, tersine göç yüzünden ülkenin kan kaybediyor olması “metaforik dönüş” meselesini hatırlatıyor.

Diasporayı hesaba katmak

Ancak diasporalar homojen ve eşgüdümlü hareket eden yapılar olmadığı gibi diaspora olma duygusu bile statik değildir. Genel olarak üçüncü kuşaktan sonra üyeler artık kendilerini sürgün/göçmen olarak görmekten vazgeçebilirler, bir kuşak sonra tekrar diaspora olduklarını hissedebilirler. Uzun süren sessizlik dönemlerini akut atak dönemleri izleyebilir. Diaspora ile dünya, içinde yaşadıkları ülkeler ve anavatan arasındaki; anavatanla diasporaya ev sahipliği yapan ülkeler arasındaki ve nihayet diasporanın kendi içindeki ilişkiler, dünyadaki hiper dönüşümlere paralel olarak sürekli değişir. Ama diaspora tutuculuğunun yerini kozmopolitan bir özgüvenin alması pek kolay değil. Mesela anti-semitizm olmasaydı, belki de bir İsrail devleti talebi olmayacaktı. Entegrasyon sorunu pek yaşamayan İrlanda diasporası, 1980-90’ların politik çatışmaları olmasaydı, belki 1845-1851 Büyük Patates Kıtlığı’ndaki aldırmaz tutumu yüzünden İngiltere’yi suçlamayacaktı. ASALA da soğuk savaş döneminin ürünüydü. Almanya ve İtalya gibi ülkelerdeki Marksist-Leninist silahlı mücadele örgütlerini taklit ederek gelişmiş, onlar durunca da durmuştu. Son yıllarda şahlanan milliyetçilik akımları, ırkçılık ve diğer dışlama biçimleri ise ulus-devletler gibi ne yazık ki diasporaları da muhafazakârlaştırıyor.

Son tartışmada görüldüğü gibi diaspora Ermenileri ile Türkiye ve Ermenistan Ermenileri arasında farklılıklar var. Ama ekonomi, nüfus ve etkililik açısından diaspora çok daha güçlü. Fransa’da ve ABD’de yaşayanlar ile Suriye ve Rusya’da yaşayanların Türkiye’ye bakışları farklı, ama kamuoyu yapıcıları ilk gruptakiler. Liberal Ramgavarcılar, sosyalist Daşnakçılar, ya da sosyaldemokrat Hınçakçılar arasında da farklar var, ama hiçbirinin gücü “soykırım” meselesini tümden gözardı etmeye yetmez. Ermeni diasporasının katı tutumunu TC’nin katı inkar politikalarından bağımsız düşünmek de imkansız. Dispora düşmanlığının ulus-devlet yüceltmesinin sonuçlarından biri olduğunu unutarak ve bütün bu dinamikleri yok sayarak, Ermeni diasporasını kötü çocuk ilan etmek gerçekçi bir tavır gibi görünmüyor. Zor da olsa, doğru denklemi tüm bu unsurlarla kurmanın yolunu bulmak zorundayız.

Yorumlar kapatıldı.