İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Dedemin yolculuğu `hicret´ miydi, `tehcir´ mi?

Mehmet Y. Yılmaz

Geçmişe saplanıp kalmanın, geçmişteki acı olayların hesabını bugün görmeye çalışmanın kime ne faydası var, bilemiyorum.

Bunu söylerken tarihi doğru olarak yazmanın, tarihte olup biten olayları doğru olarak öğrenmenin yanlış olduğunu da söylemiyorum elbette.

Tarih doğru olarak yazılmalı ki neler olup bittiğini, hangi şartların neleri doğurduğunu öğrenmemiz mümkün olsun ve bunlardan bugünkü yaşamlarımızı iyileştirmek için dersler çıkarabilelim..

Geçmişin esiri olmadan, geçmişten yararlı dersler çıkarmak.. Geçmişte olanlardan bugün için düşmanlıklar çıkarmamak.. Esas sorun budur.

Dev çınarın altında..

Birinci Dünya Savaşı yıllarında Osmanlı topraklarında Ermeni Tehciri kararının ardından neler olup bittiğini de bu nedenle öğrenmek zorundayız.

Öğrenmemiz gereken başka şeyler de var elbette..

Benim rahmetli dedem, bugün Makedonya olarak bilinen devletin kurulu bulunduğu topraklarda doğmuştu.

Üsküp’te çarşının içindeki büyük caminin önündeki meydanda dev çınar ağaçları var.. Yıllar önce o çınarların altındaki kahvede otururken, bir cuma namazının dağılışını izlemiştim..

Benim için gerçekten çok heyecanlı ve duygulu anlardı.. Camiden çıkan yaşlı insanlara bakınca dedemi hatırlamıştım..

Onun gibi yürüyen, onun gibi konuşan, onun gibi çakır gözleriyle etrafa dikkatle bakan yaşlı insanlar..

Dedem o toprakları terk etmek zorunda kaldığında 12-13 yaşlarında olmalı..

Osmanlı’nın, Balkanlar’daki topraklarını terk edip geri çekilmek zorunda kaldığı yıllar.. 1912 Ekim’i ile 1913 Eylül’ü..

Hangisi daha şık?

Bugün Bosna-Hersek, Makedonya, Hırvatistan, Arnavutluk, Sırbistan-Karadağ, Bulgaristan ve Yunanistan’ın egemenliğindeki topraklarda o tarihte kaç Türk yaşıyordu?

O Türkler, doğup büyüdükleri toprakları “zevk için” mi terk ettiler? Yoksa terk etmek zorunda mı kaldılar?

Onların yurtlarından kopup Anadolu’ya gelmelerine ne isim vermeliyiz? Hicret mi, tehcir mi? Hangisi daha şık olur? Hangisi gerçek durumu daha iyi açıklar?

Dedem küçük bir erkek çocuk olarak bütün bu badireleri atlatıp önce Akhisar’a, sonra Salihli’ye geldiğinde tek başınaydı..

Tutunacak bir dal..

Neden? Annesi-babası, yakın akrabaları “sorumsuz insanlar” oldukları için mi? Yoksa yol boyunca akrabalarının çok büyük bölümünü kaybettiği için mi?

Neden dedem, hayatta kaldığı süre içinde hep “akrabalarının” peşinden koştu? Neden defterine küçük küçük notlar halinde yurdun dört bir yanındaki akrabalarının adreslerini yazdı? Bir gün yine göç yollarına düşmek zorunda kalırsa tutunacak bir dal bulurum umuduyla mı?

Küçük bir çocuğun o yıllarda yaşamak zorunda kaldıklarının onun ruhunda açabileceği ve biz çocuklarının, torunlarının hiçbir zaman anlamadığımız yaraların bir sonucu muydu, o küçük notlar?

Balkan Savaşları ve onu takip eden birkaç yıl içinde bütün Balkanlar’da 5 milyona yakın Türk’ün öldürüldüğü bir gerçek mi? Yoksa o insanlar zaten hiç yaşamamışlar mıydı?

Bunun için şimdi gidip Yunanistan’ın, Bulgaristan’ın, Sırbistan-Karadağ’ın, Hırvatistan’ın, Makedonya’nın, Arnavutluk’un yakasına mı yapışmalıyız?

Şurası bir gerçek..

Bunca yıl sonra

Osmanlı’nın son yılları büyük katliamlara sahne oldu..

Acılar, kıyımlar, göçler, savaş rüzgârlarının savurduğu perişan insanlar..

Türkler, Ermeniler, Arnavutlar, Boşnaklar, Pomaklar, Çingeneler..

Şimdi aradan geçen bunca yıldan sonra çektiğimiz ortak acılardan yeni düşmanlıklar mı çıkarmalıyız? Yoksa o yıllarda neler olup bittiğini tam olarak öğrenip bundan sonra bir daha hiç savaşmamanın, kardeşçe bir arada yaşayabilmenin yollarını mı bulmalıyız?

2005 yılının nisan ayının 27. günü hangisi daha doğru bir davranış olur?

Yorumlar kapatıldı.