İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Beyaz Saray´ın önünde Türk protestosu

Güler Kömürcü

Bazı anlarda… Vatandan çook uzakta, içinde Türk-Türkiye geçen her cümle burnunuzun direğini öyle bir sızlatıyor ki, kelimelerim demek istediklerimi tanımlamaya kifayetsiz kalıyor.

Pazar günü, Ermenilerin soykırım iddialarının yıldönümü kabul ettiği 24 Nisan tarihinde, Washington’da Beyaz Saray’ın karşısında bulunan Lafayette Park’ta, Amerika’nın dört bir yanından gelmiş bine yakın Türk, radikal Ermenilerin yalan ve iftiralarına karşı mücadele adına bir araya geldiler, bendeniz de -öncelikle vatandaş kimliğimle- orada hazır bulundum (az kaldı 4 gün sonra İstanbuluma kavuşacağım).

Türk-Amerikan Dernekleri Federasyonu TADF, Genç Amerikalı-Türk dernekleri-Türk-Kanada Dernekler Federasyonu ve Turkish Forum gibi çok sayıda Türk sivil toplum örgütünün ortaklaşa düzenlediği bu gayet başarılı protesto gösterisinde dikkatimi çeken Türkiyem’den hiçbir ‘siyasi’ partinin-sivil kuruluşun ya da hükümetin ilgili bir makamının bir temsilci-bir telgraf ile manevi destek dahi olmamalarıydı. Sadece Kara Kuvvetleri Komutanımız Yaşar Büyükanıt’ın ‘yanınızdayız’ mesaji ulaştı Washington’daki bir avuç Türk’e…

80 milyon Türk’ün, sayısı birkaç yüzbini geçmeyen Taşnak (ülkemizde bizim gibi düşünen Ermeni vatandaşlarımızı hariç tutmak için radikal ekini bilerek kullanıyorum) radikal Ermenilerin iftiralarına karşı mücadele edememesine şaşmamak gerektiğini pazar günü Washington’daki protesto gösterisinde bir defa daha anladım. Türkiye adına bir avuç Türk, Washington’da haykırıyor, diğer yanda bizdeki işin profesyonelleri ise hala yeterince etkili-kontr politika üretemiyorlar.

40 MİLYAR DOLAR TAZMİNAT VE BAŞTA KARS TOPRAK TALEBİ Fotoğrafı büyük görmek zorundayız ey okur. Anadolu’da yüzyıllar boyu kardeşçe yaşayan halkları birbirine boğazlatan -efendiler- şimdi de bu yalanları kullanıp, Türkiye’den, önce soykırım suçunun kabulünü ve özür dilenmesini sağlamak, sonra da 40 milyar dolara yakın tazminat ve toprak elde etme peşinde. Aslında, çoook eskilerden günümüze devam eden bir oyun bu. Demek istediğimi tarihten bir sayfayla ifade edeceğim:

Facia 1919 Şubatında başlamıştı.

Boğazlıyan Kaymakamı ve Yozgat Mutasarrıf Vekili olan Kemal Bey, Ermeni tehc”rinde ölümlere sebebiyet verdiği iddiası ve i’dam isteği ile yargılanacaktı.

Kemal Bey’in yargılanmasına karar veren Divan-ı Harb’in savcısı Sami Bey görüşünü kısaca anlattı:

‘Dosyalardan ve yabancı basından aldığı bilgilere göre, Ermeniler çok iyi hazırlanmış teşk”latlarıyla Osmanlı vilayetlerinin en önemli ve sınır bakımından en tehlikeli bölgelerinde birtakım mühim hareketlerde bulunmuşlardı. Bunun üzerine Savaş Hükumeti 1331 senesi Mayısında tehcire başvurmuş ve yanlış bir düşünceyle bu işi çocuklara ve kadınlara kadar yaygınlaştırmıştı. İşte bu tedbirsizlik sebebiyle, bazı kimseler şahsi çıkarlarını düşünerek bilinen faciaları meydana getirmişlerdi’.

Boğazlıyan Kaymakamı Kemal Bey de, savcıya göre, bunlardan biriydi ve en şiddetli cezaya çarptırılması lazımdı.

Azgın bir iftira kasırgasının orta yerinde yapayalnız kalmış olan Kemal Bey, kendisini uzun uzun savunmaya bile lüzum görmüyordu:

– Hepsi yalandır, diyordu, hepsi uyurmadır. Hele, parmaktan çıkmayan yüzüğü almak için kol kesmek. Rica ederim, bu vahşeti kim yapar? ‘

Kemal Bey’in yanıldığı bir nokta vardı. Parmaktan çıkmayan yüzüğü almak için kol kesecek kadar kimsenin alçalacağını zannetmiyordu. Van’ın Zeve köyünden Kıymet Başıbüyük’ün çok sonraları tarihin kanlı vesikaları arasına girecek şu ifadesini elbette ki bilmiyordu:

‘Ermeni komitacıları hamile kadınların karnını süngü ile yırtıp çıkardıkları çocukları yine süngülerinin başında oynatıyorlardı. Kadın ve kızların kollarındaki altın bilezikleri almak için çok kolay bir usul bulmuşlardı. Hemen kasaturayı alıp kolu tamamen kesiyorlar, ondan sonra da bilezik veya yüzük gibi ziynet eşyalarını alıyorlardı’.

Ne garib ve acı bir tecelli idi ki, bu vahşeti yapan Ermeni komitacılarının yerine masum bir Türk idarecisi aynı suçla suçlanarak yargılanıyor ve Ermeni komitacıları da bu zavallının mutlaka asılması, hem de yine bir Türk mahkemesi tarafından verilecek kararla asılması için tanık mevkiine oturuyorlardı.

Devrin malum güçleri kurban istiyorlardi ve sonunda divan-ı Harb-i Örf tarafından ölüme mahkum edilen Kemal Bey’in idamına hükmedildi. İdam için gerekli tedbirler alındı, Sehba kuruldu. Kemal Bey’i Bayazıt Meydanı’na çıkardılar.

Halk, akın akın Bayazıt’a koşuyordu. Teşkilat-ı Mahsusa’nın ve o zamanki M.M. grubunun mensubları da Bayazıt’ta bulunuyorlardı.

Güneş yavaş yavaş gurub ediyor, pembe bir renk Süleymaniye tarafını kaplıyordu. Ne tezat! Türk’ün bu muhteşem yapısı ve bu küçülüş, bu eziliş, bu yok oluş tablosu birbirine ne kadar yakındı.

Dalgalanan kalabalık bir anda sustu.

Bir zafer takı gibi süslü Harbiye Nezareti kapısından çıkan bir müfreze süngülü askerin ortasında Kemal Bey geliyordu. Yüzü solgun bir renk almıştı. 35 yaşlarındaydı. idam mahkumlarına mahsus beyaz gömleği giymiş, ağır ağır yürüyordu. Metindi. Mukadderata teslim olmuş? gibiydi. Son sözü soruldu. O zaman, Kemal Bey, halka hitab etti:

‘Sizlere yemin ederim ki ben masumum, son sözüm bugün de budur, yarın da budur. Ecneb” devletlere yaranmak için beni asıyorlar.

Ve benim sevgili kardeşlerim, ne yazık ki HÜKÜMETİM OLMADIĞI için, çocuklarımı asil Türk MİLLETINE emanet ediyorum. Bu kahraman millet, elbette onlara bakacaktır. Allah vatan ve milletimize zeval vermesin.

Eğer adalet buna diyorlarsa da, kahrolsun böyle adalet.’

Yorumlar kapatıldı.