İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Yalanda yaşamak yerine…

Hasan Cemal

SALZBURG

Türk-Ermeni sorununun tarihçiler tarafından tartışıldığı Salzburg Semineri’nin kulisine iki haber ulaşıyor.

İkisi de Türkiye’den.

Biri, TBMM’nin Ermeni 1915’le ilgili deklarasyonu. Öteki, Sabancı Üniversitesi’nin bildirisi. İkisi de kuliste olumlu yankılanıyor.

Meclis’in yaptığı çıkışa genel olarak iyi niyetli bir açılım olarak bakılıyor. İçinde zamana oynama taktiğinin izleri bulunduğu belirtiliyor ama önemseniyor. Ermenistan tarafından da karşılıksız bırakılmaması temenni ediliyor.

Sabancı Üniversitesi’nin bildirisine gelince, daha bir heyecan yarattığı dikkatimi çekiyor.

Seminerin ikinci gününde de tarihçilerin seslerini hiç yükseltmeden tartışmaları beni başka düşüncelere sürüklüyor. Gerçeğin bir değil bin yüzlü olduğunu bir kez daha anlıyorum. Gerçeğin kimsenin tekelinde olamayacağını, doğruların sürekli sorgulanması gerektiğini düşünüyorum.

Klişelerden sakınmak!

Bir başka konum da bu. Sloganlara rağbet etmeden, beyni sloganların emrine vermeden düşünmenin hayattaki yaşamsallığı yine gelip kafamı tırtıklıyor.

Tarihi tarihçilere bırakmak!

Resmi Ankara’nın ağzından düşürmediği bir klişe de bu değil mi? İsabetli olduğunu düşünüyorum. Kulağa da hoş geliyor.

Ama bir nokta unutuluyor:

Tarihi tarihçilere bırakırken, tarihçileri de özgür bırakmak değil midir doğru olan? Bunu yapıyor muyuz Türkiye’de?

Sanmıyorum.

Resmi Ankara eğer tarihi gerçekten tarihçilere bıraksa, başta üniversiteler olmak üzere her yerde tarihçilerin sesi özgür çıksa, Halil Berktay ‘etnik temizlik’ dedi diye, Taner Akçam ‘soykırım’ dedi diye cadı kazanlarının içine atılmak istenir miydi?

Sabancı Üniversitesi’nden böyle bir bildiri çıkar mıydı?

Bırakalım tarihçiler tartışsın!

Özgür ve ortak platformlar oluşturalım onlar için. Türkçe çevirileriyle birlikte bütün belgeleri, hem tarihçilerin hem kamuoyunun hizmetine sunalım. Gerçekleri eğer tüm boyutlarıyla tartışabilirsek, eğer karanlığı aydınlığa çevirmeye başlarsak, gerçekler bizi barışa götürür.

Bir başka deyişle:

Tarih barışın önünde engel olmaktan çıkar.

Yapabiliriz bunu.

Tarihten korkarsak, geçmişin esiri olursak, mutlu ve güzel bir geleceği kuramayız. Bu konuda tarihçilere düşen var. Bizlere, gazeteci milletine, yazarlara düşen sorumluluklar var.

Ama her şeyden önce tarih bilincine sahip, kararlı, yürekli siyasetçilere görev düşüyor.

Yolu açacak olan siyasetçilerdir.

Ezberleri kıracak olan onlar.

Düşünün:

Bunca yıl ezberler korundu da ne oldu? Bunca yıl resmi çizgi varlığını sürdürdü de ne değişti?

Fethiye Çetin’in anneannesinin adını soyadını, anneannesinin anasıyla babasının isimlerini sakladık, yasakladık da ne oldu?

Hikâyesi yok olmadı ki.

Çektiği acılar unutulmadı ki.

90 yıl sonra da olsa öğrendik.

Fethiye Çetin’in Metis Yayınları’ndan çıkan Anneannem isimli kitabını okudunuz mu?

“Cami avlusunun en kuytu köşesine sinmiş kadınlarla bekleşiyoruz. Öyle çaresiz bekleşir ve yeni gelenlere sarılıp ağlaşırken, erkek kalabalığından biri, yanımıza hızla ve telaşla gelip sordu:

‘Seher Teyze’nin annesiyle babasının adı nedir?’

Bu soruya hemen cevap gelmedi kadınlardan. Sessizlik ve karşılıklı bakışmalar dikkati çekecek kadar uzadı.

‘Babasının adı Hüseyin, annesinin adı Esma.’

Teyzem bu sözleri söyler söylemez bakışlarını, onay bekler gibi bana çevirdi. Yüreğimden kopup gelen ve sessizliği yırtan şu sözler kendiliğinden ağzımdan döküldü:

‘Ama bu doğru değil!.. Onun annesinin adı Esma değil, İshugi. Babası da Hüseyin değil, Hovannes!..’ Kendi adı da Seher değil, Heranuş’tu onun.”

Fethiye Çetin güzel kitabında, “Bu coğrafyada herkesin şu ya da bu şekilde bildiği ama üzerinde konuşmamayı tercih ettiği saklı yaşamları” anlatıyor. Anneanne her acı hatırayı anlatıp bitirirken hep aynı şeyi dilermiş:

“O günler gitsin, bir daha geri gelmesin…”

Evet, geri gelmesin.

Fethiye Çetin, Ermeni olan anneannesini yazmış. Yarın biri çıkar Türk olan anneannesinin acılarını, yarın biri çıkar Kürt olan anneannesinin acılarını kitaba döker.

Döksün.

Niye korkacağız ki?

Herkesin meşru acıları var.

Türk, Kürt, Ermeni…

Herkes acıları karşılıklı olarak hissettikçe, insani olanı karşılıklı olarak anladıkça, vicdani olan süreç işlemeye başlayınca, hiç kuşkunuz olmasın, yalanda yaşamak sona erecek ve tarih barışın önünde engel olmaktan çıkacaktır.

İyi pazarlar!

Yorumlar kapatıldı.