İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

`Tarihçiler´ mi tartışacak yoksa `devlet tarihçileri´ mi?

Kürşat Bümin

CHP Milletvekili emekli büyükelçi Şükrü Elekdağ’ın girişimi sonunda sonuç verdi: TBMM’den Türkiye ve Ermenistan’ın tarihçilerinin “kapışması”nı öneren bir bildiri çıktı…

“Tarihçileri kapıştırma”: Bu âdet eskiden yoğ idi, yeni çıktı…

TBMM’den iktidar ve muhalefet partilerine mensup bütün milletvekillerinin altına imza koyduğu bildiride hoş satırlar var.

“(…) İktidar ile ana muhalefet partileri bu amaçla tarihin iki ulus için de yük olmaktan çıkarılmasını amaçlayan bir öneri yapmışlardır. Bu öneri ile Türkiye ile Ermenistan’ın kendi tarihçilerinden oluşacak bir komisyon kurmalarını, arşivlerini açmalarını öngörmektedir. Bu girişimin uygulanabilmesi için Ermenistan’ın işbirliği şarttır. Tarihe ortak bir perspektiften bakılması sağlanamazsa iki tarafın da….”

Bildiri daha sonra üslubunu epeyce sertleştirip “Tarihçilerinizi er meydanına sürmezseniz, sonra kötü olur!” mealinde şöyle devam ediyor: “Eğer Ermenistan, Türkiye ile iyi komşuluk ilişkileri kurmak istiyorsa ortak tarih değerlendirmesini kabulde tereddüt etmemelidir.”

Bildirinin bu bölümü de gerçekten çok hoş… Bir devletin bir başka devleti “ortak tarih değerlendirmesi” meydanına davet ederek ilişkilerini bu “kapışmaya” bağlaması ile diplomasi tarihinde herhalde ilk kez karşılaşılıyor!

Bu arada unutmadan hatırlatayım: “Tarihçiler kapışsın” tezinin önde gelen mimarlarından Şükrü Elekdağ, söz konusu “bildiri”nin kabul edildiği Meclis oturumunda şöyle diyor:

“Tehcir veya zorunlu göç, Osmanlı Devleti’nin varlığını korumak için uygulanan meşru bir yöntemdir.”(!)

İyi ama o zaman bu “mimar”a sormazlar mı: Madem durum bu derece “net”, “tarihçilerin kapışması” sonucu beklenen netice de şimdiden belli değil mi, yani işin içinde bir “şike” kokusu yok mu? Madem durum (yani “tarih”) bu derece “net”, boşu boşuna “tarihçileri kapıştırmanın”, terletmenin ne gereği var?

Başta TBMM olmak üzere hepimize akıl-fikir ihsan eyle yâ Râbbi! Yetiş, çünkü bu “tarih merakı” aklımızı hepten başımızdan almak üzere…

Peki soralım o zaman: Devletlerin “kendi tarihçileri”nden söz etmek yerinde bir laf mıdır?

Biliyorsunuz ki bu soruyu “evet” ya da “hayır” diyerek kestirip atmak mümkün değildir.

Soruya verilecek ilk makul cevap “Devletine bağlıdır” şeklinde olmalıdır.

Eğer eski zamanların devletlerinden ya da modern zamanların totaliter-otoriter devletlerinden söz ediyorsak cevabımız “evet” olmalıdır.

Yok eğer aklımızdaki devlet, “doğru-yanlış, iyi-kötü, güzel-çirkin” gibi bilim, ahlak ve estetik alanlara ilişkin temel kavramlar-değerler hakkında laf etmekten geri durması gerektiğinin farkında olan, eli bu alanlara uzanmayan bir demokratik bir hukuk devleti ise tabii ki bir çok şeyi gibi “kendi tarihçileri” de olamaz ve dolayısıyla cevap “hayır” olmalıdır.

TBMM’den çıkan “bildiri”nin iki devletin adlarını anarak söz ettiği “kendi tarihçileri” ifadesi, eğer akılda olan eskinin “vak’a-nüvîs” adı verilen “resmi devlet tarihçileri” değilse, hiç değilse bu ülkenin tarihçilerinin bu işe çok bozulmuş olmaları gerekir… Gerekir, çünkü bugünün dünyasında “tarihçiler” için özel bir seferberlik ilan etmek hiçbir hukuk devleti parlamentosunun aklının ucundan bile geçmez, geçemez…

Meseleyi biraz daha açalım: Demokrasilerde tarihçi sıfatını hakeden-taşıyan hiç kimse “Tarih” biliminin kendi “iç hukuku”nun koyduğu kuralların dışana çıkarak hiçbir gücün (bu vatandaşı oldukları ülkenin parlamentosu olsa bile) kendilerini “er meydanı”na sürmesine tahammül edemez.

Fakat anlaşılıyor ki, TBMM, “büyük tarihçi” Justine McCarthy ile güzel saatler geçirdikten sonra, “ideal tarihçi” tarifini nihayet bulduğunu sanıyor… Hadi isterseniz ifadeyi biraz yumuşatalım: Sanıyorsa çok yanılıyor…

Yorumlar kapatıldı.