İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Meselenin çözümü nerede?

Etyen Mahçupyan

Osmanlı’da miras kalan adaptasyon güçlükleri karşısında, bu uyumsuzluğu ‘öteki’ kimliğe yükleme alışkanlığımızı artık daha serinkanlı bir biçimde ele alma zamanı geliyor. Çünkü gündemdeki meseleler her şeyden önce Osmanlı/Türk tarihinin asli parçaları; bu kültür yapısının çevresi ile olan zihniyetsel geriliminin uzantısıdır. Olayı ‘bizim meselemiz’ haline getirdiğimiz zaman, çözümün de son kertede bizle ilgili olduğunu anlamaya başlarız. Bu açıdan bakıldığında ‘tarihle yüzleşme’ tabiri Ermeni resmi tezinin kabulü anlamına gelmediği gibi; bizim tüm meselelerimizin çözümü açısından asgari bir koşul olarak ortaya çıkar. Tarihle yüzleşmek, geçmişi yaşandığı biçimiyle kabullenmeyi, içselleştirmeyi ve buradan hareketle kendimizi anlamayı ima eder. Asıl önemlisi böyle bir çaba Osmanlı bağlamı içinde yapılacağı için, söz konusu anlama Ermenilerin ve Kürtlerin de kendilerini anlamaları demektir…

Dolayısıyla tarihle yüzleşmek, tarih üzerinden karşı resmi tezlerin alt edilmesi çabasını indirgenemez. Aksine bu ikincisi tarihin araçsallaştırılmasını, yani yaşanmış gerçeklikten daha da uzaklaşılmasını ifade eder. Bu nedenle Türkiye’nin alternatif tarih yaratma çabaları geri tepmeye mahkum gözüküyor. Çünkü ne kadar hafifletici gerekçe bulunsa da, ortada devletin işlediği ve zamanında tüm Osmanlı kamuoyunun ve hukuk sisteminin ‘suç’ olarak tanımladığı bir eylem var. Tehcir adı altında yaşanan olaylar, bir devletin kendi vatandaşına karşı uygulamasının meşru kabul edilemeyeceği çok sayıda ve epeyce düzenli ‘tedbir’ içermekte… Kısaca söylemek gerekirse örneğin JİTEM uygulamaları nasıl hiçbir gerekçe ile aklanamaz ise, Teşkilat-ı Mahsusa’nınkiler de öyle. Diğer taraftan ‘soykırım’ hukuken bireysel bir suç. Yani ne bütün bir halkı, hatta ne de bütün bir devleti bununla suçlamak mümkün değil. Dahası Osmanlı hükümetindeki bakanlardan bazılarının olayları sonradan öğrendiğini biliyoruz. Savaş sonrasında açılan parlamentoda Ermeni milletvekillerinin bulunması ve suçluların yargılanma süreci ise, devletin ideolojik bir soykırım peşinde olmadığının açık kanıtı…

O halde Türkiye Cumhuriyeti niçin bazı bireysel suçluların korunmasını bir ‘devlet politikası’ haline getiriyor dersiniz? Eğer yanıt resmi Ermeni yaklaşımının ilerdeki taleplerini durdurmaksa, Türkiye’nin asıl güçlü olduğu noktaya, yani günümüzü ve geleceği kurmak üzere siyaset yapmaya yoğunlaşması daha akılcı olmaz mı? Bugün Ermenistan’ın ne denli zayıf ve kırılgan bir yapıya sahip olduğu malum. Öte yandan Ermenistan ile Azerbeycan arasında ortak kalkınma projelerinin yürütüldüğü de bilinmekte… Acaba üçlü bir paket üretilemez mi: Azerbeycan Karabağ’ın statüsünü orada yaşamakta olan Ermenilerin taleplerini dikkate alarak, ancak ulusal birliği koruyarak düzenlerken; Ermenistan işgal ettiği tüm topraklardan çekilebilir ve aynı anda Türkiye de sınırı açabilir… Acaba Türkiye Kafkasları bir bütün olarak görüp, bu bölgenin kalkınmasına yardımcı olurken, kendisini de doğal olarak bölge üzerinde hakem bir güç haline getiremez mi? Dahası acaba Türkiye Kafkasların kalkınmasını kendi topraklarıyla ilişkilendirip bir ‘Genişletilmiş Kuzey Anadolu Projesi’ biçiminde hayata geçiremez mi?

Bütün bunlar diyasporanın sesini kısmaz mı? Batı parlamentolarındaki ‘soykırım kararlarını’ anlamsız hale getirmez mi? Böyle bir proje Ermenistan’la Türkiye’yi ortak bir tarihe bakış noktasında buluşturamaz mı? Yani Ermenistan toprak ve tazminat taleplerinin olmadığını resmen açıklarken, Türkiye de geçmişteki bireysel suçların bunca zamandır idrak edilmemesi nedeniyle özür dileyip, el konan serveti ‘hatırlayan’ bir jest yapamaz mı? Olgunlaşmak gerçekten bu kadar zor mu…

Yorumlar kapatıldı.