İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Prof. Berktay gerçekleri çarpıtıyor

Sefa Kaplan

Şükrü Elekdağ, Prof. Halil Berktay’ın söylediklerine itiraz ederek başlıyor söze. Elekdağ’a göre, tehcirin amacı Ermenileri yok etmek filan değil, savaş bölgesinden güvenli alanlara nakletmekti. Ayrıca, Teşkilat-ı Mahsusa’ya tehcir sırasında görev verildiğine dair hiçbir somut ipucu veya kanıt da bulunmamakta.

1915’te ne oldu?

– Birleşmiş Milletler’in 1948 tarihli ‘Soykırımın Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi’ soykırım eylemini çok açık bir şekilde tanımlamaktadır. Bir eylemin soykırım olabilmesi için belirli bir grup insanı, milliyeti, ırkı; etnisitesi veya dini dolayısıyla yok etme niyetinin bulunması icap eder. Prof. Halil Berktay, Osmanlı hükümetinin tüm Ermenileri, sırf Ermeni oldukları için yok etmek amacıyla hedef aldığını iddia ediyor. Bu doğru değil. Çünkü tehcir, Berktay’ın iddia ettiği gibi tüm Ermenileri Ermeni oldukları için hedef almıyordu. Böyle bir tutum ve kasıt kesinlikle mevcut değildi. Tehcir Kanunu’nun çıkarılmasının esas amacı, Doğu Anadolu’da savaş sahasında Osmanlı ordusunun harekátını engelleyen Ermenilerin, imparatorluğun başka bölgelerine naklidir. Kanun, Berktay’ın iddia ettiği gibi bütün Ermenileri kapsamamaktadır.

Kimler tehcir kapsamının dışında tutuluyor?

– Katolik ve Protestan Ermeniler, hastalar, Osmanlı ordusunda görev yapanlar ve aileleri tehcir kapsamına alınmamıştır. Ayrıca, merkez ve taşrada bulunan Osmanlı Bankası şubeleriyle Reji İdaresi ve Düyun-ı Umumiye’de çalışan Ermeni devlet memurları, devlete sadakat ve iyi halleri göz önünde tutulan kişiler de tehcir uygulaması dışında bırakılmışlardır. Yetim çocuk ve dul kadınlar da sevk edilmeyerek yetimhanelere ve bulundukları yerlerdeki köylere yerleştirilmişlerdir. Ayrıca, ticaretle uğraşan Ermeniler, Ermeni mebus ve aileleri de yerlerinde bırakılmışlardır. Bütün bunların yanında İstanbul’daki Ermeni toplumu bütün savaş boyunca Osmanlı devletinin başkentinde hiçbir tacize uğramadan, huzur ve sükûn içinde yaşamış, onlar da tamamen zorunlu göç uygulaması dışında bırakılmışlardır. Siz, Almanya’nın her tarafında soykırımı uygulayan Hitler’in Berlin’de Yahudilerin huzur içinde çalışmalarına, para kazanmalarına ve yaşamlarını sürdürmelerine müsaade edebileceğini düşünebiliyor musunuz? Bu gerçekler, Berktay’ın, Osmanlı devletinin, Ermenilerin Ermeni oldukları için yok etme niyetine sahip olduğu iddiasını çürütüyor.

ÇANAKKALE’DE ERMENİ ASKERİMİZ VAR

Bunlar istisna mıydı, yoksa böyle genel bir uygulama mı vardı?

– Genel uygulama bu yoldaydı. Savaş alanı dışında olan, devlete hizmet eden ve sadakatinden kuşku duyulmayan kişiler göçe tabi tutulmadı. Nitekim, savaş döneminde Ermenilerden oluşan askeri birimler cephelerde ateş altında sıhhiye hizmeti vermişlerdir. Çanakkale ve Sarıkamış savaşlarında Ermeni askerler Türklerle birlikte düşmana karşı savaşmışlardır. Bu nedenle vatana hizmet faslından birçok Ermeni vatandaşımız uzun süre maaş almışlardır. Bütün bunlar Osmanlı Devleti’nin Ermeni uyruklarına karşı bir yok etme niyetinin bulunmadığını açıkça ortaya koyuyor. Bu da, Osmanlı devletinin sırf bekasını sağlamak için meşrû savunma hakkı çerçevesinde tehcire başvurduğunu gösteriyor.

TALAT PAŞA’NIN TELGRAFININ ANLAMI

Katliamlarda Teşkilát-ı Mahsusa’nın rolü yok mu?

– Bu iddia Ermeni tarihçilerin öteden beri savundukları tezin tekrarından başka bir şey değil. Ancak Ermeniler bu iddialarını bugüne kadar belgeleyebilmiş değiller. Bu bakımdan Berktay’ın bu konuda söyledikleri hiçbir somut kanıta dayanmıyor. Bu kuruluşa tehcir sırasında görev verildiğine dair en ufak bir kanıt mevcut değildir.

Tehcir sırasında ne kadar insan öldü sizce?

– Ermenilerin can kaybına uğradıkları iddiasının inkár edilecek bir yönü yoktur. Tehcir sırasında kıtlık, hastalık ve eşkıyalık kadar, toplumlararası düşmanlık da, gerek Ermeni gerek Türk ve Müslüman halkın kayıplarının ağır olmasına yol açmıştır. Ayrıca, Osmanlı arşivlerindeki çok sayıda belge, Osmanlı Devleti’nin tüm iyi niyetine rağmen, tehciri gerekli düzen ve sorumlulukla uygulayamadığını ortaya koymaktadır. Ermeni propagandacılar, savaş yıllarında Anadolu topraklarında ölen Ermenileri, dünyaya, Osmanlı zulmünün masum kurbanları olarak tanıtmaya çalışmışlardır. Bu propaganda sistematik olarak gerçeğin bir bölümünü gözden kaçırmaya çalışmıştır. Bu da Ermeni katliam ve zulmü sonucunda ölen Türk ve Müslüman ahalidir. Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü tarafından 1998’de dört cilt halinde yayımlanan ‘Arşiv Belgelerine Göre Kafkasya ve Anadolu’da Ermeni Mezalimi’ adlı eser, bilimsel bir kaynak olarak bu teksesliliği gidermiş ve boşluğu doldurmuştur. Eserin içerdiği belgelerdeki verilere dayanılarak yapılan hesap, 1914-1921 döneminde Ermeni katliam ve zulmü sonucunda 517 bin 955 Türk’ün öldüğünü ortaya koymaktadır.

ŞÜKRÜ ELEKDAĞ KİMDİR

1924 yılında İstanbul’da doğan Şükrü Elekdağ, İstanbul Yüksek Ticaret ve İktisat Okulu’nun ardından, Sorbon Üniversitesi’ni bitirdi. Elekdağ, 1951 yılında Dışışleri Bakanlığı’na girdi ve sırasıyla müsteşarlık, Tokyo ve Washington Büyükelçilikleri’nde bulundu. Elekdağ, halen CHP İstanbul milletvekili olarak TBMM’de görev yapıyor ve Milliyet ve Sabah gazetelerinde yazıyor.

1915’i açıkça tartışmak şart

Taner Akçam, İttihat Terakki’nin 1912’de yaşanan Balkan Bozgunu’ndan sonra Anadolu’yu bütün gayrımüslim unsurlardan temizlemeye karar verdiğini ve tehcirin de bu düşüncenin uygulamaya koyulması anlamına geldiğini savunuyor. Akçam’a göre, tehcir sırasında ve sonrasında, Anadolu’da yaşayan Ermeni nüfusun en az yarısı öldü.

1915’te ne oldu?

– İttihat ve Terakki, Ermeni vatandaşlarını, devletin geleceği için tehdit olarak gördü ve ortadan kaldırmaya karar verdi. İmha fikri daha önce de mevcut olmasına rağmen, fiili kararın Şubat-Mart 1915’te alınmış olması ihtimali kuvvetlidir. Bu karar doğrultusunda Anadolu’nun Ermeni nüfusu, bulundukları yerlerden, Suriye ve Irak çöllerine, ölüme yollandılar. Daha sonra da gerek bu yolculuk sırasında, gerekse vardıkları yerlerde sistematik olarak imha edildiler. Sonuçta, 1919 Mayısı’nda açıklanan resmi Osmanlı rakamlarına göre, 800 bin Ermeni imha edildi.

PETROSYAN BİR ŞANSTI

Türkiye, son yıllarda ‘Bu işi tarihçilere bırakalım’ tezini savunuyor. Bu tezi nasıl yorumluyorsunuz?

– ‘Tarihçilere bırakalım’ tezi, Türkiye’nin bulduğu bir tez değildir. Bu fikir Ermenistan’ın ilk Cumhurbaşkanı Ter Petrosyan’a aitti. Ermenistan devletinin ilk kuruluş yılları içinde atılmış son derece şık ve akıllı bir adımdı. Kendisi de tarihçi olan Ter Petrosyan, ‘Soykırım sorununu hemen çözemeyiz, devletler olarak bu konuyu gündemimize almayalım ve zamana yayalım’ diyerek bu iki sorunu birbirinden ayırmayı teklif ediyordu. Türkiye bu inceliği anlamadı bile ve Ermenistan devletinden, diasporadaki soykırım faaliyetlerine son vermesini istedi. Sonuçta, Ter Petrosyan’ın ‘İşi tarihçilere bırakalım’ teklifi, Türkiye’den gerekli ilgiyi görmeyince onun başını yedi. Cumhurbaşkanlığını kaybetti. Bu kaybedişin nedenleri arasında Türkiye’ye aşırı yakın olmak arzusu da bir rol oynadı.

Siz de bu teze karşısınız anlaşılan?

– Ortada tuhaf bir durum olduğunu kabul etmeniz gerekiyor. Tarihçilerin hangi konuda karar vermesini istiyorsunuz? Soru ne? Soru, 1915’de yaşanan katliamlara soykırım denilip denilmeyeceği mi? O zaman bir başka soru daha ekleyelim: 1915’de yaşananlara soykırım demedik de, etnik temizlik dedik, kıtal veya katliam dedik diyelim, o zaman yaşananlar daha mı az kötü olmuş olacak? 1915 soykırım değilse, suç olmaktan çıkıyor mu? İstediğiniz rakam oyunlarını yapabilirsiniz, sonuçta Ermeni nüfusun yüzde 40 ile yüzde 60’ı arasında bir kısmının imha edildiği ortadadır.

1915’te yaşananlara, uluslararası anlaşmalar ve 1948 Cenevre Sözleşmesi çerçevesinde soykırım demek mümkün mü?

– Birincisi, altını çizerek tekrar etmek isterim ki, bizim şu andaki sorunumuz 1915’te yaşananların 1948 tanımına uyup uymadığı değildir. Asıl sorun, toplumun 1915 üzerine açık, özgür ve serbestçe konuşabilmesidir. Adı nasıl olsa konulur, inanın bu işin en kolay tarafıdır.

Tehcirin bütün Ermenilere yönelik olduğunu düşünmüyorsunuz herhalde?

– Ermenilere karşı alınan önlemleri bir savaş tedbiri olarak düşünmek yanlıştır ve bir ön hikáyesi vardır. Zaten Ermeniler savaş bölgesinden değil, tüm Anadolu’dan sürülmüşlerdir ve Ermeni olmak sürülmek için yetmiştir. Ermeni tehciri ve imhası, İttihat ve Terakki Partisi’nin 1912 Balkan yenilgisi sonrasında karar verdiği, Anadolu nüfusunu homojen Müslüman-Türk bir topluluk haline sokma planının bir parçasıdır.

Peki ama herkes tehcire tabi tutulmuyor.

– Bunların önemli bir kısmı palavradır. Sadece savaş bölgesinden Ermenilerin sürüldüğü iddia edilir. Doğru değildir. Ermeniler Anadolu’nun her yerinden sürülmüşlerdir.

‘BİZ’ VE ‘ONLAR’ SÖYLEMİ YANLIŞ

Sizce sorunun çözümü icin taraflarin neler yapması gerekir?

– İki ülke arasındaki sorun, tarihsel ve bugünkü sorunlar şeklinde iki başlık altında toplanabilir. Bu iki sorunu birbirinden ayırmak, iki ülke arasındaki güveni tesis etmek açısından faydalı bir ilk adım olacaktır. Aynı şekilde Türkiye’nin Ermenistan sınırını açması, Ankara ve Erivan arasında diplomatik ilişkilerin kurulması da olumlu bir hava yaratacaktır.

İki halkı birbirine yakınlaştırmaya yarar mı bu?

– Sorunun çözümün ancak ve ancak iki tarafın birbirleriyle doğrudan ilişki kurmasıyla mümkündür. İki toplum arasındaki ilişkiyi arttırmak için tarafların birbiri hakkında oluşturdukları gerçek dışı stereotiplemelerin yerine daha olumlu kavramların konulması gerekir. Aynı şekilde, sorunu tartışırken ‘biz’ ve ‘onlar’ söylemiyle ‘kurbanlar’ ve ‘suçlular’ söyleminden uzaklaşmak gerekir. Özellikle 1915’ten hemen hemen yüz yıl sonra, bugünkü Türkiye insanını fail olarak gösteren veya suçlayan bir dilin, sorunun çözümüne çok katkı yapmadığı biliniyor. Sorun, hukuki olmanın ötesinde öncelikle ahlakidir.

Diasporanın tutumu, sorunun çözümünü daha mı işin içinden çıkılmaz bir hale getiriyor?

– Ortada ‘diaspora’ diye tek başına yekpare ele alınması gereken bir bütün olduğunu zannetmiyorum. Nasıl ki, yurtdışında yaşayan Türkler arasında onlarca görüş, akım, fikir mevcutsa, Ermeni diasporası açısından da durum aynıdır. Aralarında ciddi görüş ayrılıkları olan heterojen bir topluluk söz konusudur. Diaspora, ana ülkeye göre daima daha muhafazakár ve daha hırçın olur. Türkiye’nin atması gereken adımlar, Ermeni diasporasına bağlı değildir. Onun varlığı ile ilgili değildir. Türkiye, eğer gerekli adımları atarsa, diaspora Ermenileri arasında çok ama çok güçlü bir müttefik ve destek bulacaktır. Türk veya Türkiye düşmanlığı yapmak isteyen bir Ermeni örgütünün, tarihi ile yüzleşmiş, alnı ak, başı dik bir Türkiye karşısında örgütleyeceği Ermeni bulmakta zorlanacağı ortadadır.

TANER AKÇAM KİMDİR

1953 yılında Ardahan’da doğan Taner Akçam, ODTÜ’den mezun oldu. Sol siyasi örgütlerdeki faaliyetlerinden dolayı 1976’da yargılandı ve dokuz yıl hapis cezasına çarptırıldı. 1977’de hapisten kaçarak politik mülteci olarak Almanya’ya sığındı. Akçam, akademik kariyerini halen Hamburg Üniversitesi’nde sürdürüyor.

Yorumlar kapatıldı.