İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Milli yurttaş işbaşında

Milliyetçiliğe olumlu bir nitelik atfetmekte ısrar edenler, toplumun kaderi için timsah gözyaşları döküyorlar

2005-04-03

AHMET İNSEL

Geçirdiğimiz milliyetçilik nöbetinin boyutları, bir bayrağın yırtılmasına, Ermeni soykırımı iddialarının yoğunlaşmasına, Abdullah Öcalan’ın yeniden yargılanacak olmasına, Kıbrıs’ta yaşanan tıkanmışlığa tepkilerin ötesinde, daha derin bir yerden besleniyor. Milliyetçiliğin doğal bir düşünüş tarzı olduğu inancının çok yaygın biçimde paylaşıldığı bir kültür dünyasında, günümüz gürültücü milliyetçiliği, ilk ve orta eğitime hakim olan, kimi zaman ırkçılık sınırlarına yaklaşan yoğun milliyetçi içerikten besleniyor.

Pasif yurttaşlık

Türkiye’de yurttaşlık tanımı ve eğitimi ile çalışmalarından tanıdığımız Füsun Üstel, 2004’ün son aylarında, içinde bulunduğumuz toplumsal ruh halinin bence en önemli kaynaklarından birini inceleyen bir kitap yayımladı. II. Meşrutiyet’ten günümüze Türkiye’de vatandaşlık eğitiminin müfredat ve ders kitaplarındaki gelişiminin incelendiği bu değerli çalışmanın başlığı, “Makbul Vatandaşın Peşinde” (İletişim yayınları). Devleti yönetenlerin tasarladıkları makbul yurttaş tipinin zaman içinde gösterdiği evrim, Türkiye’de vatandaşlık kavramı konusunda resmi görüşün yeniçeri adımıyla bile ilerlemediğini, neredeyse düzenli biçimde geri adım atarak, sivil bir yurttaş kavramından militan yurttaş kavramına doğru çekildiğini gösteriyor. Bu geri çekilişte eksen, kültürel-etnik bir topluluğun parçası olarak yurttaşlığa yapılan vurgunun artması, “milli yurttaş” olarak Üstel’in tanımladığı profilin ağır basmasıdır.

Erken Cumhuriyet döneminde biçimlenen toplulukçu yurttaşlık anlayışının kültürel-etnik bir temelde kurgulandığını, yurttaşın sadakat ve fedakârlıkla tanımladığını belirten Üstel, 1950-1980 aralığında, yurttaşlığın milliyetle ilgili zorunlu bağının göreli gevşediğini, buna karşılık katılım temelinde bir yurttaşlık anlayışının değil, yükümlülüklerle tanımlanmış bir pasif yurttaşlık anlayışının öne çıktığını belirtiyor. Bu gelişme, Türkiye toplumunun başına bir kabus gibi çöken 12 Eylül rejimini izleyen yıllarda okutulmaya başlanan Vatandaşlık Bilgisi ders kitaplarıyla asli mecrasına döndü. Dil ve ırk yanında, dine de milli yurttaş oluşumunda özel bir yer verilmeye başlandığı bu dönemde, ayrıntılandırılmış bir iç ve dış düşman tasavvurunu içselleştirmiş bir militan yurttaş yetiştirilmesine girişildi. Bu amaç doğrultusunda, bir tür cephe mantığı içinde örgütlenmiş yurttaş topluluğunun devletçi-militan nitelikleri öne çıkarılarak, bu topluluğun devletleştirilmesi amaçlandı. Bu devletleştirme, ders programlarında zirve noktasını milli güvenlik ve milli güç unsurları ünitesinin oluşturduğu, muğlak olduğu ölçüde yakın tehlike halini daha güçlü tasvir eden korku dilinin, yetiştirilen yurttaşların tahayyül dünyalarına izi silinmez damgasını vurdurmayı amaçladı. 1990’larda yaşananlar bu girişimin etkisini katladı.

Tehlike kendisi

1980’lerin başından itibaren ilk ve orta eğitimde bu derslere maruz kalanlar, bugün Türkiye nüfusu içinde önemli bir yer işgal ediyorlar. Bu kuşaklar her geçen yıl artarak, toplumun en aktif kesimini uzun yıllar oluşturmaya devam edecekler. İçinde bulunduğumuz milliyetçi öfke nöbetinin, bir çarpan etkisiyle artmaması ve kendi öfkesinden beslenerek katlanmaması için hiçbir neden yok. Din-dil-ırk birliği temelinde aidiyet dünyası biçimlenmiş, varlığını sürekli tehdit altında görmeye şartlandırılmış bu milli yurttaş topluluğunun, karşısındaki en büyük tehlikenin, eğer bir tehlike varsa, o da kendisinden kaynaklanan tehlikeden başka bir şey olmadığını duyabilecek bir algılama mesafesi yok. Durum ortada. Milli yurttaş iş başında…

Bu arada Fransa’da

Şimdi başka bir ülkeye, devlet ve millet anlayışı olarak bize yakın döneme kadar ilham kaynaklığı etmiş olan Fransa’ya gidelim. Bu ülkede geçtiğimiz Şubat ayında, kimsenin dikkat etmediği bir kanun yayımlandı. Kanun Cezayir savaşında Fransa safında yer alan ve sonra Fransa’ya göç eden Müslüman Araplara bazı haklar tanınmasını öngörüyordu. Kanunun bir maddesinde ise, Meclis’te sağcı bir milletvekilinin son anda verdiği bir önergeyle ilave edilen bir cümle yer alıyor: “Lise ders programları, denizaşırı bölgelerde ve özellikle Kuzey Afrika’da Fransız varlığının olumlu bir rol oynadığını özellikle vurgular”.

Kanunda yer alan bu ifadeyi yeni fark eden bir grup tarihçi, geçtiğimiz günlerde, İnsan Hakları Örgütü aracılığıyla Fransa’da bir protesto bildirisi yayımladı ve bildiriyi diğer tarihçilerin imzasına açtı. Bildiride, bu kanunun hemen lağvedilmesinin gerektiği, “çünkü kanunun bir resmi tarih oluşturarak, laikliğin kalbinde yer alan, okulun tarafsızlığı ve düşünce özgürlüğü ilkelerini çiğnediği” belirtiliyor. Ardından daha ağır bir değerlendirme geliyor: “Bu kanun, kolonizasyonun sadece ‘olumlu rolünü’ dikkate alarak, işlenen ağır suçlar, bazen soykırıma kadar varan katliamlar, kölecilik, bu geçmişten miras alınan ırkçılık hakkında resmi bir yalan empoze ediyor. Bunu yaparken, milliyetçi bir cemaatçiliği yasallaştırıp, tüm tarihleri ellerinden alınmış grupların buna tepki olarak cemaatçiliğe sarılmalarını özendiriyor.”

Fransa’da tarihçilerin bildirisinde laikliğin kalbi olarak tanımlanan ve bir resmi tarih anlayışıyla taban tabana zıt olduğu vurgulanan olgu, okulun tarafsızlığı ve düşünce özgürlüğü. Konumuz açısından ise daha önemli olan, resmi yalanın ders programında milliyetçi bir cemaatçiliği yasallaştırmasının içerdiği vahim tehlikeye dikkat çekilmesi. Kast edilen milliyetçi cemaatçilik, Füsun Üstel’in gelişimini detaylı biçimde incelediği militan ve milli yurttaşla çok büyük ölçüde örtüşüyor. Bugün Türkiye’de endişe ile izlediğimiz gibi, yurttaşlar topluluğunun makbul addedilmeyen, tüm tarihleri ellerinden alınan kısmı da milliyetçi cemaatçiliğe tepki olarak başka bir milliyetçi cemaatçiliğe sarılmıyor mu?

Bu vahim döngüyü kırmanın yolu yurttaşlığı milliyetçiliğin pençesinden kurtarmaktır. Bugün geldiğimiz noktada, milliyetçiliğe, en munis olanına bile, olumlu bir nitelik atfetmekte ısrar edenler, Türkiye toplumunun kaderi için timsah gözyaşları döktüklerini bilmedirler.

Yorumlar kapatıldı.