İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

AB perspektifi Türk-Ermeni ilişkilerinde kazan-kazan dönemi başlatabilir!

Amanda Akçakoca

Türkiye ve Ermenistan’ın problemli bir ilişkisi olmakla birlikte, ortak bir -AB ile entegrasyon-hedefini paylaşmaktadırlar. 3 Ekim 2005’te, Türkiye, Avrupa Birliği ile katılım müzakerelerine başlayacak.

Müzakerelerin uzun ve zorlu olması beklenmekte ve Türkiye bu müzakereler esnasında Ermenistan ile uzun süreden beri devam eden problemleri de dahil olmak üzere pek çok zorlu mesele ile yüzleşmek zorunda kalacak. Aynı zamanda, artık ‘Avrupa Komşuluk Politikası’nın bir parçası olan Ermenistan, bu yeni AB inisiyatifini açıkça tam üyelik için bir basamak olarak görmektedir. Hangi Ermeni politikacısı ile konuşursanız konuşun cevap hep aynı olacaktır, onların gelecek vizyonu AB ailesinin tam üyesi olmaktır. Bu durum aslında oldukça ilginçtir, çünkü ENP, üyelik beklentisi önermemektedir. Bu noktanın, yine de düzenli olarak görmezden gelindiği anlaşılmaktadır. Ayrıca, bu hedefe daha da yakınlaşabilmek için Ermenistan komşularıyla olan ilişkilerini normalleştirmek ve geniş çaplı reformlar gerçekleştirmek zorunda kalacaktır.

Halihazırda, Ermenistan ile Türkiye arasındaki diplomatik ilişkiler dondurulmuştur. Üç konu ön plana çıkmaktadır: Kapalı olan sınır, Dağlık Karabağ ihtilafı ve 1915-16’da yapıldığı iddia edilen sözde soykırım. Soykırım meselesi aşırı derecede önemli olmakla birlikte, her iki ülkenin de ne entegrasyon beklentilerine ne de AB ile ilişkilerine doğrudan etki etmemektedir. Diğer iki konu ise, aksine etkilidir. Şüphesiz, AB’nin büyük başarı öykülerinden bir tanesi de, AB’ye daha da yakınlaşma arzusunda olan ülkelerde değişimi gündeme getirebilme kabiliyeti olmuştur. Orta ve Doğu Avrupa’daki ülkeler ile Romanya ve Bulgaristan gibi yeni üye ülkeler bu becerinin/başarının açık birer örneğidir. Türkiye’de bugüne kadar gerçekleştirilen reformlar da aynı şekilde temelde AB’nin hanesine yazılacak birer ödüldür. Dolayısıyla, AB’nin Türk-Ermeni ilişkilerinin dönüşümünde önemli bir rol oynayabileceği açıktır.

Türk- Ermeni ilişkileri ve tehlikeler

AB’ye üye ülkelerdeki kamuoyu görüşünün geliştirilmesi Türk hükümetinin önceliği olacaktır. Bu sonuca ulaşmak için Ankara, Türkiye’nin üyeliğine şüpheyle yaklaşanların kalplerini ve zihinlerini kazanmak için geniş çaplı bir iletişim ve kamusal ilişkiye yönelik kampanyalar düzenlemeyi düşünmektedir. Bununla birlikte, Türkiye, Erivan’a karşı mevcut politikasına devam ettiği sürece, hükümet bu hedefi gerçekleştirme konusunda zorluklarla karşılaşacaktır. Ermeni hükümeti ile birlikte (dünya çapında 6 milyon civarındaki) geniş çaplı diaspora topluluğu Türkiye’yi kınamaya ve eleştirmeye devam edecektir. Örneğin, halihazırda Türkiye’nin üyeliği konusunda oldukça isteksiz ve olumsuz bir ülke olan ve 250.000 Ermeni’nin yaşadığı Fransa’da böyle bir kampanyanın başarılı olması zor görünmektedir. Ermeni hükümeti ile diaspora topluluğu bir takım halinde çalışacaktır. Ermeni hükümeti diplomatik ilişkilerin normalleşmesi ve sınırın açılması için gayret sarf etmeye devam ederken, diaspora topluluğu sözde soykırımın tanınması için yaptığı çağrıyı sürdürecektir. (24 Nisan bu hadisenin 90. yıldönümüne tesadüf etmektedir ve bütün Avrupa’da bu olayı anmak için bir dizi konferans ve seminerin düzenlenmesi beklenmektedir.) Türkiye’nin on yıllardır ileri sürdüğü aynı eski argümanlarını geliştirmesi gerekecektir.

Genel olarak, Ermeni hükümeti Avrupa Birliği’nin Türkiye ile 3 Ekim 2005’te müzakerelere başlama kararından memnun olmuş gözükmektedir. Türkiye’nin bu “süreç” içinde kaldığı sürece Ermenistan ile ilişkilerinin gelişmesi ve nihayetinde normalleşmesi beklenmektedir. Şayet Türkiye, AB’nin tam üyesi olacaksa dondurulan diplomatik ilişkiler ve kapalı sınır konusundaki statüko sürdürülemez. Yine de, Ankara’nın bu konularda harekete geçmek için ne kadar hızlı veya yavaş karar vereceği konusu önemli olacaktır. Her ne kadar, Türkiye’nin katılımının 10-15 yıllık bir sürede gerçekleşmesi tahmin edilmekteyse de, Ermeni hükümeti bir çözüm için son ana kadar beklemeyi istemeyecektir. Şüphesiz ki, Erivan sahip olduğu yeni fırsatı kullanarak AB ve üye ülkelerin Türkiye’ye, ilişkileri normalleştirme konusunda baskı yapmalarına etki etmek için mümkün olanın azamisini yapacaktır. Öyleyse, hükümetin Ermenistan’a yönelik mevcut politikanın sürdürülemez olduğu gerçeğiyle yüzleşmesi gerekmektedir. Başbakan Erdoğan’ın Erivan’la ilişkilerin normalleştirilmesi için pratik ve realist yollar araştırmaya başlamasının zamanıdır. Türkiye, Ermenistan’la ilgili bazı cesur adımlar atmak zorundadır.

Şüphesiz Türkiye’nin atması gereken en önemli adım, diplomatik ilişkilerini normalleştirmek ve sınırını açmak olacaktır. Türkiye 1993’te, -Dağlık Karabağ hakkında Ermenilerle Azeriler arasındaki mücadelede- Azerbaycan’la dayanışmanın bir göstergesi olarak sınırı kapattı. Bu politikanın, hayati öneme sahip ticaret yollarını bloke etmesi sebebiyle sadece Ermenistan ile Türkiye için değil, bütün bölge için ciddi bir maliyeti oldu. Türkiye’deki Kars şehri bunun şahididir. Mesela, Türkiye’den Hazar bölgesine giden ana yol ve demiryolu rotası Ermenistan’dan geçer ve halihazırda blokaj nedeniyle kapalıdır. Bakü, şayet Türkiye Ermenistan ile ticaret için sınırını açacak olursa, halihazırda çıkmaza girmiş olan Karabağ, barış sürecinde Erivan’ı müzakerelere zorlayacak hayati bir nedenin ortadan kalkacağını iddia etmektedir. Yine de, şayet Azerbaycan ile Ermenistan ENP ve Brüksel’e yakınlaşma konusunda ciddi iseler, bu çıkmazdaki durum ile devam edebilmeleri mümkün değildir ve müzakerelere daha çok bir ver ve al davranışı ile yaklaşmayı arzu etmek mecburiyetinde kalacaklardır. Ermenistan ile Türkiye’nin dışişleri bakanları (ve diğer resmî görevliler) mevcut problemlerini tartışmak için bir araya geldilerse de, öyle görünüyor ki, gerçek anlamda hiçbir ilerleme kaydedilememiş, daha çok her iki ülke diğerini mesafe alınamaması sebebiyle suçlamıştır.

Türkiye, bu konuda sürekli olarak üç hususu öne çıkarmıştır. Bunlar, sınırın açılmasının ön şartının -Türkiye, çatışmada doğrudan yer almadığı halde- Dağlık Karabağ’daki ihtilafın çözülmesi olması gerektiği, Ermenistan’ın soykırım iddialarından vazgeçmesi ve -her iki tarafın da sürekli üzerinde anlaşmazlığa düştüğü bir konu olan- Türkiye’nin sınırının Ermenistan tarafından tanınmasıdır.

Bu sınır meselesi ile ilgili olarak, Ermeni Anayasası’na eklenen Bağımsızlık Deklerasyonu’nun 11. maddesinde ifade edildiği şekliyle, Türkiye, Ermenistan’ın hâlâ Türkiye’nin doğusu üzerinde arazi talepleri bulunduğunu öne sürmektedir. Bu maddede, “Ermenistan Cumhuriyeti Osmanlı Türkiye’sinde ve Batı Ermenistan’da 1915’teki soykırımın uluslararasında tanınmasını sağlama vazifesine desteğini sürdürür.” denilmektedir. Bununla birlikte, Ermenistan bu belgenin hukuki bir geçerliliği olmadığını ileri sürmekte ve bir defadan fazla olarak ve her seviyede, Erivan’ın herhangi bir arazi talebi bulunmadığını ve Ermenistan’ın Ermeni bağımsızlığından önce Türkiye ile Sovyetler Birliği arasında imzalanan Kars Antlaşması’nda kararlaştırıldığı şekliyle sınırları tanıdığını deklare etmektedir. Dahası, diplomatik ilişkilerin başlatılmasına yönelik bir toplantıda, diplomatik ilişkilerin tesisine dair oluşturulacak bir protokolün de, açıkça her iki devletin de diğerinin sınırlarına saygılı olduğu ifade edilerek ve bu sınırların nereleri olduğu açık bir şekilde belirtilerek imzalanması bu uzun süreli ihtilafı ortadan kaldıracaktır.

Dahası, geçen birkaç yıl boyunca Türkiye, olgun bir demokrasiye dönüşme arzusunu açıkça göstermiştir. İnsanların sadece devletin görüşlerine karşı olduğu için fikirlerini açıklamalarından dolayı mahkum edildikleri günler geride kalmıştır. Öyleyse, Türkiye’nin siyasi eliti için geriye dönüp Ermenistan konusundaki bu politikayı yeniden değerlendirmelerinin vakti değil midir?

Sınırın açılması hem Türkiye hem de Ermenistan için pek çok açıdan faydalı olacaktır. İlk olarak, her iki ülkenin de problemlerini çözmek için kuvvetli bir arzu ve kararlılık sahibi olduğuna dair uluslararası topluma açık bir işaret gönderilmiş olacaktır. Dahası, sınırın açılması, her iki ülke halkı için ilişkileri, ticareti, iş fırsatlarını ve turizmi canlandıracak ve bunun karşılığında bu iki komşu arasında anlayış ve güveni tesis edecektir. Böyle bir eylem gerçekleşmediği takdirde, mevcut gerilim ortamı sürekli olarak içten içe varlığını sürdürecektir.

Soykırım meselesi

Halihazırda ifade edildiği gibi, bu mesele Türk varlığıyla ilişkilendirilmemektedir. Yine de, belli birtakım politikacılar, mesela Fransız Dışişleri Bakanı Michel Barnier, bu meselenin süreç içinde ele alınması ve diğer siyasi liderlerin bu meseleye dikkat çekilmesine karar vermesinin mümkün olduğuna dair arzusunu ifade etmiştir. Öyleyse, Ankara’nın kendi yaklaşımına daha fazla yoğunlaşması mantıklı gibi görünecektir. Türkiye’nin “Biz asla soykırım yapmadık” şeklindeki standart savunmasını aşması ve geliştirmesi gerekmektedir. Hükümetin süregiden tartışmada daha aktif bir duruş sergilemeye ihtiyacı vardır. Ermeni ve Türk tarihçilerinin bir araya gelecekleri ve her iki tarafın açacağı arşivlerdeki bilgilerle birlikte konuyu tartışacakları şeffaf ve açık bir diyaloğun tesisine ihtiyaç vardır. Türk Tarih Kurumu ve bunun mukabilinde Ermeni Bilimler Akademisi ile Erivan’daki Soykırım Müzesi yetkililerinin yer aldığı Türk ve Ermeni tarihçiler arasında 2004’te başlayan bir doğrudan diyalog süreci, Viyana Ermeni-Türk Tarihçileri Platformu’nu (VAT) oluşturmuş, ancak ilk toplantıdan sonra kesintiye uğramıştır. Öyleyse, bir sonraki adımda BM gözetiminde bir uluslararası komisyonun teşkil edilmesi uygun olacak gibi gözükmektedir. Bu, karşılıklı paylaşımın sağlanmasını ve bütün arşivlerin açılmasını teşvik edecektir.

AB, açık bir şekilde Güney Kafkasya’daki ülkelerle bir bölge olarak ilişki kurmak istemektedir. Mevcut haliyle bu imkansızdır. Bu sonuca ulaşmak için, Ermenistan ile komşularının, bölgesel istikrarın geliştirilmesi için yapabilecekleri her şeyi gerçekleştirmeleri gerekir. Her üç ülke de, ileri aşamalarda AB ile entegrasyon ve AB’nin sahip olduğu standart ve değerleri karşılama konusundaki arzularını ifade etmiştir. Avrupa Birliği, geçenlerde bu üç ülke için Ülke Raporları yayınlamıştır. Bunu sonbahardaki Eylem Planı takip edecektir. En önemlisi, Ermenistan, Azerbaycan ile birlikte Dağlık Karabağ sorununun çözümüne dair gerçek bir siyasi arzuya sahip olduğunu göstermek zorundadır. Ermenistan, Azeri topraklarının %20’sini işgal altında tutmaya devam etmektedir. Bu ihtilaf çözülmeksizin AB’nin bu bölge ile ne kadar ciddiyetle meşgul olacağını görmek zordur. Ermenistan, Azerbaycan ve Gürcistan’ın ‘Avrupa Komşuluk Politikası’na (ENP) dahil edilmesi, açıkçası AB’nin bölgedeki varlığı için önemli bir adımdı. AB’nin bölgedeki etkinliği ise, özellikle bölgesel ihtilafların halli, siyasi ve iktisadi reform ve bölge içi işbirliği konularında doğru ortaklıklar tesis etme kabiliyetine bağlı olacaktır. Tekrar etmek gerekirse, statükoyu değiştirmek için daha fazla siyasi isteğin gösterilmesi gerekmektedir. Genişleme sürecine entegre olmuş bir Türkiye, ENP’nin uygulanması ve pratiğe geçirilmesinde gerçek anlamda anahtar bir rol oynama fırsatına sahiptir. Öyleyse, AB’nin bölgeye yönelik politika ve eylemlerde Türkiye ile bir diyalog tesis etmeye ihtiyacı vardır. Bu açıdan, teknik yardım ve eşleştirme gibi enstrümanlar vasıtasıyla sağlanacak ilave destek ‘Türk-Ermeni Gelişme Konseyi’ ve diğerlerinin gayretleri üzerine bina edilmek suretiyle, sınır bölgelerindeki yerel ve bölgesel yöneticileri, hükümet dışı aktörleri ve iş topluluklarını içine alan farklı formlardaki sınır ötesi işbirliği şekillerini artıracaktır.

Sonuç

Şimdiye kadar, hem Türkiye, hem de Ermenistan’ın uyguladıkları politikalar başarısızlığa uğramıştır. Türkiye’nin bu yılın sonlarında başlaması beklenen katılım müzakereleri ve Ermenistan’ın ENP’ye katılımı ile AB’nin açıkça görülen emelleri birlikte değerlendirildiğinde, yeni bir bölüm açmak ve taze bir diyalog ve barış sürecine başlamak için zaman gelmiş gibi gözükmektedir. Her iki ülkenin liderleri, AB’nin de biraz yardımıyla global ve gerçekçi terimlerle düşünmeye başlamak ve şayet bölgeye istikrar ve barış getirme konusunda samimi iseler, barış için adım atmaya başlamak için siyasi istek bulmaya ihtiyaç duymaktadırlar. Herkes için nihai sonuç, sadece kazan-kazan durumu olabilir.

Bu yazıyı Zaman için kaleme alan Akçakoca, Avrupa Siyaset Merkezi Direktörü’dür. (Brüksel)

04.04.2005

Yorumlar kapatıldı.