İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Türkiye’nin tarihiyle yüzleşmekten korkması için bir neden yok!

Şükrü Elekdağ

Geçen hafta TBMM bir ilki yaşadı. CHP’nin davetlisi olarak yurdumuza gelen Amerikalı tarihçi Profesör Justin McCarthy’nin Meclis’in görkemli senato salonunda verdiği “Ermeni İddialarının Gerçek Yüzü” konulu konferansa milletvekilleri, akademisyenler, basın mensupları ve diplomatlardan oluşan büyük bir davetli kitlesi katıldı.

Bu konudaki uzmanlığını bilimsel eserler vererek uluslararası alanda kanıtlamış ve ün yapmış bir tarihçi olan Profesör McCarthy’nin yaptığı sürükleyici konuşmayı dinleyiciler derin bir ilgiyle izlediler. Konferansın, soru-cevap bölümü de dahil, tümünün Meclis TV tarafından tüm Türkiye’yi kapsayacak şekilde yayınlamış olmasının gayet yararlı olduğunu yurdumuzun her köşesinden aldığım çok sayıda övücü mektup ve e-mail ortaya koyuyor.

Ülkemizin yakın tarihi açısından gayet aydınlatıcı olan McCarthy’nin konuşması şu sonuçları çarpıcı biçimde ortaya koydu: Birinci Dünya Savaşı sırasında Osmanlı Devleti’nin ölüm kalım savaşı verdiği bir dönemde Ermeniler kendilerine hiçbir saldırıda bulunulmadığı ve hiçbir tahrikle karşılaşmadıkları halde isyan etmişler ve Osmanlı topraklarını işgal eden Rusya ile işbirliğinde bulunarak devletlerine hıyanet etmişlerdir. İç savaşı başlatan, ilk kanı döken Ermenilerdir. Suç Ermenilerindir.

1915 olgusu, vatana ihanet ve isyan olayıdır

1915 olayları “mukateleye” (karşılıklı kırım) dönüşen tipik bir vatana ihanet ve isyan olayıdır. Ermeni halkı tarafından korunan ve beslenen Ermeni çeteler, Anadolu’ya giren Rus ordularına karşı çarpışan Türk ordusunun güvenliğini tehdit eden sabotaj eylemlerinde bulunmuş, cephede savaşan Türk askerlerinin hayatlarına kastetmiş, Türk ve Müslüman köylerine saldırarak katliamlar yapmış ve stratejik bir harekat planı uyarınca Türk ordusunun oluşturduğu cepheye giden “kilit” önemdeki ikmal ve takviye yollarını kesmişlerdi. Osmanlı ordusu ardını emniyete almak için tümen düzeyinde büyük birliklerini Ermeni isyancılar üzerine sevk etmeye zorlanıyor, bu durumda Rus ordusuna karşı mukavemeti tehlikeye düşüyordu. Bu koşullarda, tehcir veya zorunlu göç, yani savaş alanında yerleşik Ermenilerin buralardan alınıp Osmanlı İmparatorluğu’nun başka vilayetlerine yerleştirilmeleri, Osmanlı devleti’nin varlığını koruma hakkı çerçevesinde uygulamış olduğu meşru ve hukuken haklı bir önlemdi. İstanbul ile İzmir dışında kalan Ermeni halkının isyan eden ve düşmanla işbirliği yapan kesimlerinin zorunlu göçe tabi tutulmalarının nedeni, etnik kökenleri veya dini inançları değildi. Zorunlu göçün temel nedeni savaşan bir ordunun gerisinde güvenlik sağlamaktı…

Ermeni milliyetçilerin Türkiye’ye yönelik stratejisi

Bu nedenlerle Ermenilerin soykırımına maruz kaldıkları yolundaki iddiaları temelden asılsız ve mesnetsizdir. Esasen, 90 yıldır Ermeniler iddialarını ispatlamak amacıyla Osmanlı Devleti’nin tehciri Ermeni milletini yok etmek kastıyla planlayıp uyguladığını ortaya koyan hiçbir geçerli belge ve kanıt da ileri sürememişlerdir. Belge diye çıkardıkları, uydurma hatırat nevinden kitaplar, sahte oldukları belgelenmiş talimatlar ve savaş sırasında neşredilen propaganda kitaplarıdır.

McCarthy’nin konuşmasında dikkatimi çeken bir nokta, Minnesota Üniversitesi “Ermeni Soykırımı Etüdleri Enstitüsü”nde verdiği iki konferans ile ilgiliydi. Bu üniversitede ders veren ve Ermeni tezlerinin ateşli bir savunucusu olan Taner Akçam davetli olduğu halde bu konuşmalara gelmemişti. Konferansa hiçbir Ermeni de katılmamıştı.

Bu bağlamda, McCarthy şunları vurguladı: “Ermeni milliyetçiler, ideolojilerine karşı çıkan bilimsel görüşler olduğunun hiç kimse tarafından bilinmemesi halinde, soykırımı iddialarının Türkiye’ye dayatılması amacıyla yürüttükleri siyasi mücadeleyi kazanacaklarına inanmışlardır. Bu nedenle, münhasıran soykırım iddiasını kabul eden Türklerle toplantı yapmak hususunda bir karar almışlardır. Önce görüşlerine destek veren Türklerle toplantılar yapar ve bu kişileri Amerikan ve Avrupa basınına ‘Türk bilim adamları’ diye tanıtır, sonra da ‘Türk bilim adamlarının’ soykırımı eyleminin Türkler tarafından işlendiğini itiraf ettikleri, buna karşılık soykırımı olgusuna sadece Türk devletin karşı çıktığı yolunda haberler çıkmasını sağlarlar.”

McCarthy’nin bu teşhisi doğrudur. Ermeni milliyetçiler bu stratejiyi en ufak bir sapma yapmadan uyguluyor. Bunun en son örneğini Viyana’da sivil bir inisiyatif çerçevesinde Türk-Ermeni tarihçileri arasında gerçekleştirilen tartışma ve tarihi belgeler değişimi sürecinde gördük. Başlangıçta işler rayına oturmuş gibi görünüyordu. Nitekim, ortak incelemeye konu teşkil edecek tarihi belgelerin karşılıklı teatisi üzerinde mutabık kalındı. Ne var ki, Ermeni tarafı, Türk Tarih Kurumu Başkanı Yusuf Halaçoğlu’nun verdiği 100 adet belgeyi aldıktan sonra, “Türkler soykırımını kabul etmiyor, bu nedenle onlarla toplantıları sürdüremeyiz” yolundaki bir bahaneyle görüşmelere katılmaktan vazgeçti.

Ermenistan’ın yanlış hesapları

Ermenilerin, bu stratejide ısrar etmesi üç yanlış saplantıdan kaynaklanıyor. Birincisi, McCarthy’nin de belirttiği gibi, Amerika ve Avrupa’da Türklere karşı derin tarihi kökleri bulunan ve “Türkler herhalde bunu yapmıştır” eğilimindeki önyargılı ortamın, yaklaşımlarının başarılı olacağı hususunda Ermenilere cesaret vermesi. İkincisi, yine McCarthy’nin işaret ettiği gibi, Türkiye’de bu konu üzerindeki gerçek bilimsel çalışmaların varlığı hususundaki bilgisizliğin Amerika ve Avrupa’da süreceği varsayımı. Üçüncüsü de, Ermenistan’ın, bir taraftan Türkiye’ye karşı düşmanca siyasetini sürdürürken, öte yandan Amerika ve AB’nin baskılarından yararlanmak suretiyle Türkiye’ye sınır kapılarını açtırabileceği beklentisi. Sınır kapılarının açılması, içler acısı durumdaki Ermenistan ekonomisi için son derece önemli. Çünkü, “Markara kapısı-Trabzon” ekseni, denize çıkışı olmayan Ermenistan’ın dünya ile entegrasyonunun şahdamarı konumunda… Ancak, bu hesapların hepsi temelden çürük… Çünkü, dış baskılarla Türkiye’nin dize getirilebileceğini ve ona tarihini birtakım yalanların üzerine bina edilmesinin dayatılabileceğini düşünmek boş bir hayaldir… Diğer taraftan, Türkiye geç de olsa Ermeni propagandasına daha aktif bir şekilde karşı koymaya başlamıştır. Bu bağlamda üretilen yeni bilimsel eserler yavaş da olsa tarihi gerçeklerin Amerika ve Avrupa kamuoyu tarafından anlaşılmasına yardımcı olacaktır. Ve nihayet, Erivan’ın, “ben hem Türkiye aleyhinde karalama ve iftira kampanyamı yürütürüm, hem de ona büyük devletlerin baskısıyla her istediğimi yaptırırım” politikasının “hiçbir ahval ve şeraitte” ve hiçbir Türk hükümetince kabul edilmesi mümkün değildir.

Ermeni milliyetçiler ve Erivan’daki şahinler, bu gerçekleri kabul etmedikleri ve Türkiye’ye karşı yukarıda belirttiğimiz sapkın ve akılcılıktan uzak politikalarını izlemekte ısrar ettikleri takdirde sadece Ermenistan’a ve Ermeni halkına zarar verecekleridir.

Türkiye ile Ermenistan ortak bir girişimle efsaneleri yıkıp tabuları deşebiler mi? Oysa, gerek Türkiye’nin gerek Ermenistan’ın çıkarları, asırlarca iç içe barış içinde yaşamış ve şimdi birbirlerine komşu iki devlet kurmuş iki ulusu barıştırmak ve ortak bir gelecek inşa etmek imkanını verecek ortamı yaratmaktır. Ancak, her iki tarafın da kendi tezleri lehindeki kemikleşmiş kanaatlerini değiştirip tarihe ortak bir perspektiften bakmaları sağlanamazsa olumlu bir ortam yaratılamaz… Böyle olunca da iki ulusun ruhunda açılan yara hiçbir zaman kapanmaz. O zaman akıl ve mantık, iki tarafın da ortak bir girişimle efsaneleri yıkmaktan ve tabuları deşmekten korkmamalarını, geçmişte yaşanmış olayların tüm yönlerini açığa çıkararak tarihleriyle yüzleşmelerini ve bu suretle geçmişin bugünümüzü ve geleceğimizi karartmasını önlemelerini emretmektedir…İşte Türkiye’de iktidar ve muhalefetin el ele vererek başlattıkları tarihi bir proje bu amacı da kapsamaktadır.

Başbakan Tayyip Erdoğan’la CHP Genel Başkanı Deniz Baykal kısa süre önce yaptıkları etraflı bir görüşme sonucunda, soykırımı iddialarının yanlışlığını ve asılsızlığını ortaya koymak ve tarihi gerçeklerin bilimsel bir çalışma ile ortaya çıkarılmasını sağlamak amacıyla birbirini tamamlayan iki temel girişimden oluşan bir proje üzerinde mutabık kalmışlardır.

Birinci girişim, Türkiye’nin tarihiyle yüzleşmekten hiçbir korkusu ve endişesi olmadığını ortaya koymayı ve tarihin Türkiye için bir yük olmaktan ve ülkemize karşı siyasi malzeme olarak kullanılmaktan çıkarılmasını hedeflemektedir…

Türk önerisi: Ortak tarih değerlendirmesi için ortak komite kurulsun, arşivler açılsın

Bu amaçla Türkiye şöyle bir öneri ileri sürmektedir:

Türkiye ve Ermenistan, kendi tarihçilerinden oluşacak bir ortak komite kuracaklardır.

Taraflar arşivlerini açacakları hususunda teminat vereceklerdir. Sorunun tüm yönleriyle aydınlığa kavuşturulması için sadece Türkiye ve Ermenistan arşivlerinin incelenmesi yeterli olmayabilir. Bu bakımdan, Rus, Alman, Avusturya, Fransız, ABD arşivleri ile Boston’daki Zoryan Enstitüsü arşivleri de inceleme kapsamına alınmalıdır.

Çalışmaların tam bir bilimsel ciddiyet ve düzen içinde yapılmasını ve zabıtların tutulmasını sağlamak amacıyla bir tür “noter” görevi yapacak tarafsız “nötr” bir mekanizmaya ihtiyaç vardır. Taraflar beraberce bu tür bir mekanizma üzerinde karar kılacaklar ve bunu oluşturacaklardır. Örneğin bu konuda UNESCO’dan veya başka bir kuruluştan yardım isteyebilirler.Tabiatıyla, bu girişimin uygulanabilmesi için Ermenistan’ın işbirliği şarttır. Ermenistan, kendi tarihiyle yüzleşmekten korkmuyorsa ve iddialarının gerçek olduğuna inanıyorsa, iki ülke tarihçilerinin bir araya gelmesine, geçerli belgelerin beraberce saptanmasına ve bu belgelerle ortak bir tarih değerlendirilmesinin yapılmasına itiraz etmemesi gerekir…

Esasında bu bir barış girişimi

Ermenistan yöneticilerinin Türkiye’nin bu önerisini değerlendirirken, esasta bunun bir barış girişimi olduğunu ciddiyetle dikkate almaları gerekir. Eğer, Ermenistan Türkiye ile iyi komşuluk ilişkileri kurmak ve işbirliği zemini geliştirmek istiyorsa Türkiye’nin ortak tarih değerlendirilmesi önerisini kabul etmelidir.

İyi niyetli, sağduyulu ve dünya barış ve istikrarına katkıda bulunmak isteyen her ülkenin ve her devlet adamının da Türkiye’nin bu önerisini desteklemesi gerekir. Etik ve nesnel bir yaklaşım bunu icap ettirir. Bu bakımdan, Türkiye; Türkiye-Ermenistan ilişkilerinin düzelmesini içtenlikle isteyen ve Kafkaslar bölgesinde barış ve istikrarın filizlenmesini arzu eden devletlerin de bu girişime destek vermelerini ve bu girişimi zayıflatacak faaliyet ve kararlardan vazgeçmelerini bekliyor.

Mavi Kitap’ın çürütülmesi neden önemli?

Sözünü ettiğimiz projenin içerdiği ikinci faaliyet alanı da, Ermeni milliyetçilerin soykırımı iddiasına dayanak olarak gösterdikleri propaganda malzemesinin bu niteliğinin dünya kamuoyuna açıklanmasıdır. Ermenistan, ortak tarihçiler komitesi kurulmasına ilişkin öneriyi kabul edinceye kadar Türkiye’nin bu tür faaliyetlere devam edeceği tabiidir. Bu alanda ilk girişimin konusu, esas adı “Osmanlı İmparatorluğu’nda Ermenilere Uygulanan Muamele 1915-1916” olan ve aynı zamanda “Mavi Kitap” olarak da atıfta bulunulan kitaptır.

Bu kitap, Birinci Dünya Savaşı sırasındaki tüm vahşet propaganda etkinlikleri gibi, uydurma ve yarı uydurma veya tarafgir rapor ve algılamalar üzerine bina edilmiş bir aldatmacadır. Bu kitabın bir propaganda malzemesi olduğu bugün artık en ufak bir kuşkuya dahi mahal vermeyecek şekilde belli olmuştur.

Buna rağmen, Mavi Kitap’ın tahripkar ve habis etkileri günümüzde hâlâ devam etmekte ve Ermeni tezlerini destekleyenler tarafından uluslararası medyanın, siyaset adamlarının, fikir önderlerinin ve bilim adamlarının aldatılarak Türkiye’ye karşı kin ve nefret duygularının yayılmasında etken olmaktadır.

Uzun vadeli devlet stratejisine ihtiyaç var

Wellington House diye anılan bir mekanda faaliyetlerini yürüten İngiliz Savaş Propaganda Bürosu tarafından hazırlanan Mavi Kitap, 1916’da İngiliz Parlamentosu’nun onayıyla basılıp dağıtılmıştır. Bu bakımdan, TBMM’nin, geleneksel dostluk ve ittifak ilişkileri içinde olduğumuz İngiltere’nin parlamentosuna bu konuda bir mektupla başvurmasının isabetli olacağı düşünülmüştür. Bu konudaki işlemler devam etmektedir.

Yukarda belirttiğimiz projeye ilaveten, Türkiye’nin bu konuda uzun vadeli bir devlet stratejisi geliştirmesi zorunludur. Karşı karşıya kaldığımız sorun, kamuoyu oluşturulması (public relations), siyaset ve hukuk boyutları bulunan ve kökü tarihin derinliklerinde yatan devasa bir meseledir. Bu itibarla, oluşturulacak strateji bu dört boyutu da kapsayacak ve bunların birbirleri üzerindeki etkileşimlerini ele alacak bir nitelikte olmalıdır.

Strateji ortaya çıkarıldıktan sonra da, uygulanması için gerekli yapılanmaya gidilmesi gerekecektir. Bunlar yapılmadığı takdirde, iktidarla muhalefetin başlatmış oldukları bu ortak girişimin canlı tutulması mümkün olmaz, bir saman alevi gibi parlar ve söner.

02.04.2005

Yorumlar kapatıldı.