İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Ayıp (2)

Gündüz Aktan

ICTJ, kendisine TARC tarafından sorulmayan ‘Soykırım Sözleşmesi geriye
dönük uygulanabilseydi Ermeni olaylarına soykırım denebilir miydi’ sorusuna ‘Denebilir’ yanıtını veren bir belgeyi Ocak 2003’te çıkardı. Böylece Ermeniler çok korktukları tahkim veya mahkemeye gitmeden, hukuken de haklı olduklarını ileri sürme imkânı kazandılar.

Oysa ICTJ bir hukuk mercii değil. Soykırım konusunda uzmanlığı da yok. Güney Afrika’da ‘apartheid’ rejimi yıkılırken bu rejimin kurbanlarıyla zalimlerini barıştırmak için arabuluculuk yapmış. Buna rağmen David Phillips ve Ermeniler tarafından sanki bir yargı kurumuymuş gibi sunuluyor.

Phillips bu çalışmanın sonucunu daha baştan biliyordu. Birçok vesileyle Ermenilerin toprak ve tazminat taleplerini çekmesinin ve Türklerin de soykırımı kabul etmesinin doğru bir alışveriş olacağı yolunda sözler sarf etmişti. ICTJ çalışması tam da bu sonuca ulaştı.

ICTJ’nin bu ısmarlama çalışma için bir ücret alıp almadığı, aldıysa ne kadar aldığı ve kimler arasında paylaşıldığı da bir sır gibi saklandı.

Belgeyi hazırlayan ve ‘bağımsız hukuk danışmanı’ denen zatın kim olduğunu hiçbir zaman öğrenemedik. Yazdığı belgeden utanmış olmalı ki ortaya çıkmadı. Ancak belgenin kalitesinden bu kişinin soykırım hukukunu bu vesileyle çalışmaya başladığı izlenimi edindik.

Önceden kabul edilen usulün aksine, bu kişiyle ortak toplantılar yapma, görüşlerimizi kendisine doğrudan iletme, yazdığı taslağı eleştirme, yanlış kısımları metinden çıkarmasını ve doğru bilgileri metne eklemesini önerme imkânımız olmadı. Yani tahkim veya yargı yerine geçme iddiasındaki bir hukuk çalışmasında, Türk tarafı kendi görüşlerini savunma fırsatı bulamadı.

Belgede soykırımla nitelenen ‘olaylar’ teriminin tanımı yapılmıyor. Tehcir yerine sadece bir yerde ‘deportasyon’ sözcüğü kullanılıyor (s. 12). Ayrıca ‘ünlü’ hukukçu bu terimi yanlış kullanıyor.

Belge, ICC (Uluslararası Ceza Mahkemesi) hazırlık çalışmalarına göre, soykırımın dört ‘unsuru’ olduğunu bildirdikten sonra, bunların adam öldürme, öldürülenlerin aynı gruba mensup olması, o gruba dönük davranış kalıbının süreklilik arz etmesi (yani arızi olmaması) ile ilgili üçünün (s. 13) Ermeni olaylarında görüldüğünü belirtiyor. Bu üç unsurun Türkleri katleden Ermeni saldırılarında da görüldüğünü unutuyor.

Üç suç unsurunu saptamakta, ‘gazete haberleri’, Osmanlı ve yabancı görevlilerle sağ kalan Ermenilerin ‘hatıratları’, ‘hükümet arşivlerindeki diğer belgeler’ ve Toynbee gibi büyük tarihçilerin eserlerinden yararlanıldığını ifade ediyor (s. 14).

Dördüncü ve en önemli unsur olan ‘yok etme kastı’nın ise, olaylara ilişkin olarak anlatılanlardan (accounts) ortaya çıkmış olduğu gibi, tamamen hukuk dışı bir iddiada bulunuyor (s. 15). ‘İyi Türklerin’ Ermenileri kurtarmaya çalışmasının bile, Ermenilerin ölüme gittikleri bilgisinden kaynaklandığını ve bunun da ‘yok etme kastını’ doğruladığını söylüyor (s. 18).

Hukukçu soykırım fiillerinin kişiler tarafından işlendiğini (yani devlet sorumluluğu olmadığını) kabul ediyor. Buna rağmen kendisinden istenenin (kim istediyse), sözleşmenin ‘olaylara’ kolektif (yani genel) olarak uygulanması olduğunu belirtiyor.

İster resmi Osmanlı siyaseti olsun ister olmasın, ‘Ermeni sorununu’ kalıcı biçimde çözümlemek niyetiyle işlenen suçlara ‘hukuken’ soykırım
demenin ‘uygun’ olacağını ileri sürüyor.

Yani Yahudi soykırımını tanımlamakta kullanılan dili benimseyecek kadar ileri gidiyor (s. 16).

Çalışmada hiçbir arşiv belgesinin içeriğine, örnek olarak dahi, atıfta bulunulmuyor. Ermenilerin doğu Anadolu’da bağımsız devlet kurmak için isyan ettiklerine, Ermeni çetelerin sivil halka saldırdığına, Rus ordularına yardım ettiklerine, tehcirin askeri gereklerine, demografik istatistiklere, epidemilere, soykırım işlendiğine ilişkin somut vakalara ve kişilere değinilmiyor. Ama ‘anlatılanlara’ göre ‘olaylara’ soykırım denmesinin ‘makul’ olacağı belirtiliyor. Bunun da adı hukuki çalışma oluyor.

Yorumlar kapatıldı.