İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

İç kabarmalar ve medya

Etyen Mahçupyan

Hızlı ve kaotik değişim dönemleri her toplumda muhafazakârlığın kapısını yeniden açar. Hele bu değişimin referansı ‘dışardan’ gelmekte ve toplumun başka bir yaşama biçimine adapte olmasını ifade etmekteyse, söz konusu muhafazakârlığın bir ‘yabancı karşıtlığı’ haline gelmesi şaşırtıcı olmaz.

Ulus-devlet yapılanması ve milliyetçilikle beslenen modern dünyamızda ise, bu muhafazakârlığın daha dışlayıcı ve ‘milli’ tonlar alması doğal sayılabilir. Nitekim bugünlerde AB karşıtlığının girdiği mecra da bu… Toplumun değişim karşısında duyduğu tedirginliğin, tepkisel bir ‘iç kabarma’ olarak eylemleştirilmesi ve buradan ‘gurur pekiştiren’ sonuçlar üretilmeye çalışılmasının birçok örneğiyle karşılaşıyoruz… Zedeleneceği hissedilen gururun tamir edilmesi için sanata ve bilime gönderme yapmak da mümkün; ama belki bu alanda pek güçlü olmadığımızın düşünülmesi ya da kolaycılık sonucu, tarihi yeniden keşfetmek gibi bir misyonla davranılmakta. Öte yandan tarih konusu AB bağlamı dışında kalacak gibi de durmuyor, çünkü Ermeni Tehciri zımnen de olsa bu gündemin asli parçası halinde. Dolayısıyla söz konusu iç kabarmaların yüzünü tarihe çevirmesi ve kendisini tarih yoluyla yeniden kimlikleştirmesi anlaşılabilir bir olgu.

Son günlerde gazetelere yansıyan Talat Paşa’nın mezarına çelenk koyma veya İngilizlerin 1920 yılında öldürdükleri altı asker için olayın geçtiği karakolda anma töreni düzenlenmesi gibi faaliyetler de bu bağlamda anlam kazanmakta. Yıllarca yapılmayan bu törensel hatırlamaların bugün bir anda son derece popüler hale gelmesinin, hatta hatırlanacak olay bulunması için gayret sarf edilmesinin farklı bir açıklaması zor gözüküyor… Ancak burada asıl ilginç olan medyanın tutumu: Türkiye’nin devlet derinliklerinde süregiden hassasiyetleri yansıtmayı temel görev bilmiş olan ‘merkez’ medyanın bu tür haberleri ön sayfaya ve manşete taşıdığına şahit oluyoruz. Dahası bir başyazarın kalemini bu faaliyetleri teşvik etmek üzere kullandığını görüyoruz. Düşünün ki bütün bunlar AKP hükümetinin ‘kararsız ve tutarsız’ bulunduğu; bir komutanın sanki kendi kurumunun hiçbir dahli yokmuş gibi Irak konusunda hükümeti suçladığı bir ortamda yapılmakta. Görünen o ki AB karşıtlığı ile AKP karşıtlığı bütünleşmekte; biri üzerinden diğerinin engellenebileceğini varsayan bir strateji yürütülmekte. Toplumun iç kabarmaları ve Ermeni meselesi ise bütün bu olayın psikolojik çerçevesi olarak kullanılmakta…

Aksi halde şu an için gündemin tepesine oturması gereken bir haberin ‘görmezden gelinmesi’ mümkün olabilir miydi? Ermenistan’ın AB Büyükelçisi Avrupa Parlamentosu ile İşbirliği Komisyonu’nda ‘soykırım’ın Ermeni diyasporasının yarattığı bir sorun olduğunu söylemişti. Bunun anlamı karşımızda ‘sözde’ bir sorun olduğu değildi kuşkusuz… Büyükelçi şöyle demişti: “Şüphesiz Jön Türkler’in uyguladığı bir soykırım var; ancak bundan modern Türkiye ve Türk ulusu sorumlu tutulamaz. Soykırım Ermenistan’ın güvenliği açısından önemli… Ama Türkiye’yle ilişkilerimiz için önkoşul değildir.” Bu demeç ‘Ermeni meselesi’ diye adlandırılan olgunun tarih ve siyaset olarak ikiye bölünebileceğinin ve her iki alanın ayrı mecralarda ilerlemesinin mümkün olduğunun işaretidir. Yani Türkiye’nin yıllardır gelmek istediği nokta… Ama bu haber birçok gazetede yer almadı, bazılarında ise ancak arka sayfada küçük haber oldu.

Anlaşılan medyamız bu haberden hoşlanmadı. Daha doğrusu galiba AB ve AKP karşıtlığı üzerinden oluşan koalisyon bunu kendi hedefleri açısından sakıncalı buldu. Çünkü bu meselenin akılcı bir mecraya girmesi, üretilmek istenen tepkisel ulusalcılığı ve manipülasyonu zorlaştırmakta…

Yorumlar kapatıldı.