İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Ermeni sorununu anlamak için doğru yöntem ne?

Prof. Dr. Kemal Karpat

Ermeni konusu daha on dokuzuncu yüzyılda Avrupa tarafından bir Hıristiyan-Müslüman sorunu olarak algılanmış ve bugüne kadar o şekilde gelmiştir. 1856 Islahat Fermanı’nın eşitlik adına gayrimüslimlere tanıdığı birçok haklar az bir süre sonra etnik milliyetçiliğe dönüşmüştür.

Çarlık Rusya’sının, bilhassa Osmanlı Devleti’nde yaşayan Slavları desteklemek için ortaya attığı Panislavizm ise onların milliyetçiliğini ve ayrımcılığını bir kat daha körüklemiştir. Sonuçta 1875 ve 1876’da Bosna’da Sırp isyanı ve Bulgar ayaklanması olmuştur. İngiltere’de muhalefet liberal parti başkanı Gladstone, iktidarda muhafazakar partinin başkanı Benjamin Dısraeli’yi (ki Yahudilikten dönmedir) yermek için Türkleri, yani Müslümanları, Hıristiyan Bulgarlara karşı tutmakla suçlamıştır. Bulgar kıyımı hakkında yazdığı kitap yanlış bilgiler, abartmalar ve temelsiz isnatlarla dolu olmasına rağmen, Avrupa tarafından gerçek olarak kabul edilerek yüzyıldan beri Türklerin aleyhine kullanılmıştır. Her ne kadar Sultan Abdülhamid olayları araştırmış, gerçekleri rakamlarla ifade eden bir rapor yayınlamış ve bazı yabancılar kendisini desteklemişse de Avrupa’nın fikrini değiştirememiştir. İşte 1878 Berlin Kongresi bu düzme yazıları esas alarak sözde, Bulgarları korumak için onlara özerklik tanımıştır. Buna karşın, 1877-78’de Rus ordusu ve Bulgar çeteleri tarafından öldürülen 300.000 ve yerinden edilen bir milyondan fazla Türk ve Müslüman’dan söz etmemiştir. Ancak felaketzedelerin yurtlarına dönmelerinin uygun olacağını belirtmiştir.

Bulgarların çoğunlukta olmadıkları topraklarda Avrupa sayesinde çok kolayca otonomi kazandıklarını gören Ermeni milliyetçileri kendi devlet kurma hayallerinin dış baskı, yani Avrupa’nın baskısı ile gerçekleşeceğine inanmışlardır. Bunun yanı sıra, Gladstone 1880’de başbakan olunca Ermenileri desteklemiştir. İşte dış baskı hem Osmanlı hem Cumhuriyet döneminde Ermeni milliyetçilerinin baş silahı olmuştur. Türkiye Avrupa Birliği’ne girmek için her şeyi yapmaya hazır olduğu sürece Ermeni milliyetçileri, Kürt ayrımcıları ve Kıbrıs enosisçileri Avrupa baskısını alabildiğine istismar edeceklerdir. Ermeni milliyetçilerinin değişmeyen amacı, 1915’te İttihat ve Terakki hükümeti tarafından işlendiği iddia edilen “soykırım”ı Cumhuriyet hükümetine kabul ettirmektir. Burada birbirinden ayrı göz önünde tutulması gereken en azından iki konu vardır. Birincisi bu konu ile ilgili olayların tümünü tespit etmektir. İkincisi ise belirli bir rejim ve dönem hükümetinin, yani saltanat döneminin iktidarı olan İttihat ve Terakki hükümetinin fiillerinden, başka bir rejimin ve dönemin hükümetinin, yani Cumhuriyet’in sorumlu tutulamayacağıdır. Maalesef sorun bu şekilde ele alınmamış, Türk hükümeti ve kamu, Ermeni milliyetçilerinin hücumlarına maruz kaldıkça ancak cılız cevaplar vermekle yetinmişlerdir.

Anlamdan yoruma Ermeni sorunu

Ermeni milliyetçileri “soykırımı”nı kesin, herhangi bir şekilde taviz kabul etmeyecek bir gerçek olarak kabul ederler. Son yıllarda Türk asıllı kimselerin konunun uzmanı olmadıkları halde Ermeni milliyetçi tezini desteklemeleri bu milliyetçileri daha da cesaretlendirmiştir. Avrupa Birliği’nin de bu işe dolaylı yoldan da olsa el atması, durumu bir kat daha Ermeni milliyetçilerinin lehine geliştirmektedir. Türkiye’de bu konu ile uğraşanlar, şimdiye kadar inandırıcı, herkesi bir dereceye kadar ikna edecek veya kafalarda soru yaratmayacak yaklaşımlar ve fikirler üretememişlerdir. Türkleri kesin olarak suçlu gören Ermenilerle, olayları doğru dürüst yorumlayamayan Türkler, aslında birbirinden farksızdır. Üçüncü bir yol aramak zamanı gelmiştir. Çıkar yol her şeyden evvel 1914-15 yılları olaylarını, sorumluluk konusunu bir yana bırakarak, doğru dürüst tespit etmektir. Ermeni milliyetçileri hiçbir zaman bu yaklaşımı kabul etmemişlerdir. Tam tersine ‘Mavi Kitap’ gibi Birinci Dünya Savaşı sırasında yazılmış propaganda broşürlerini, tek yönlü hatıraları, hatta sahte vesikaları mutlak gerçek ifadesi olarak görmektedirler. Her şeyden evvel toplumlararası diyalog kurulmalıdır.

Ermeni konularında halen Türkiye’de yaşayan ve Ermeni tarihi mirasının koruyucusu olan Ermenileri de bu tartışmanın bir parçası yapmak gerekir. Türkiye’de yaşayan Ermenileri de diyaloğun bir parçası yapmak tek yönlü düşünen milliyetçi diasporanın etkisini azaltacaktır. Diaspora Ermenilerinin birçoğunun, Ermeni diasporasını hakimiyetleri altına alan revansistler gibi düşünmedikleri bilinen bir gerçektir. Bu kimselerin de görüşlerinin ortaya çıkmasına imkan sağlamak mümkündür. İkinci olarak hem Ermeni hem Türk uzmanlarından oluşan bitaraf bir komite kurarak bunun çalışmasını destekleyecek fonları emirlerine vermektir. (Gerçi böyle bir komite yani Türk-Ermeni Uzlaştırma Komisyonu kurulmuştur; fakat elde ettiği sonuç pek parlak değildir.) Bu komitenin vazifesi çözüm yolları aramak ve bulmak yerine, olayları en küçük ayrıntılarıyla beraber inandırıcı bir şekilde ortaya koymak olmalıdır. Tarih kökenli birçok sorun siyasidir ve sonuçlanması siyasi karara bağlıdır. Ancak tarih ve tarihî belgeler, kişisel görüşler ve duygular siyasi sorunların çözülmesinde yardımcı olacaktır.

Ermeni konusunda Türkiye’de yapılacak çalışmaların başında her şeyden evvel Anadolu’da yirminci yüzyılın başında yaşayan Ermeni nüfusunun sayısını tespit etmek gelmelidir. Soykırım iddiasının ana dayanak noktası zaten nüfustur. Ermeni iddialarına göre Osmanlı Devleti sınırları içinde yaşayan Ermeni nüfusun sayısı 2,5 milyondur. İddiaya göre bunun bir milyonu öldürülmüş, bir milyondan fazlası tehcir edilmiş ve 2-300 bin kadarı İstanbul’da ve Anadolu’da (bazıları isim, din değiştirerek) kalmıştır.

Ermenilerin kesin sayısını tespit edecek malzeme Osmanlı 1882, 1904, 1914 ve Rus 1897 nüfus sayımlarında vardır. Ayrıca İngiliz arşivlerinde nüfus konusunda çok değerli vesikalar mevcuttur. Bu vesikalara göre Osmanlı Devleti’nde yaşayan 1,4 milyon Ermeni’nin en azından bir milyonunun Rusya’ya, bilhassa bugünkü Ermenistan’a göçtüğü görülür ki bu olayı Ermeni milliyetçileri de kabul ederler. Tecrit olayının doğruluğunu hiç kimse inkar edemeyeceği gibi bu tecrit esnasında baskınların kim tarafından ve nasıl, niçin yapıldığı da aşağı yukarı bilinmektedir. Tecritlerin Ruslarla işbirliğini önlemek için yapıldığını kesin ikna edici şekilde anlatmak gereklidir, çünkü bazılarına göre “soykırım” tecrit bahanesiyle yapılmıştır. 1914 yılı Kasım ayının başında Almanya’nın yanında savaşa giren ve savaşın altı-yedi hafta içinde biteceğini ümit eden İttihat ve Terakki hükümetinin savaş ilanından beş ay sonra “soykırım” planını alelacele hazırlaması ve yürürlüğe sokması kabul edilir gözükmemektedir. İttihat ve Terakki hükümetinin aldığı önemli kararlar arşivlerde mevcuttur. Arşivlerimizin herkese, dost-düşman ayrılığı yapılmadan açık olması gereklidir.

Geçen yıl Wisconsin Üniversitesi’nde Ermeni öğrenci derneğinin davetlisi olan bir Alman profesör konuşma yapmıştır. Her ne kadar konuşma genelde Ermeni tarafını tutar gibi olmuşsa da konuşmacı hem bazı Ermeni hem de Türk yazarlarının sübjektif, tek taraflı tutumlarını yermiş ve Ermeni konusunda yeni yaklaşımlara ihtiyaç olduğunu vurgulamıştır. Bu zata arşivlerimizde çalışma izni verilmemiştir. Halbuki konuşmacı gerçekleri anlamak, yeni bilgiler elde etmek için çaba göstermekte idi.

Ermeni konusunda yapılacak çalışmaların bir başka boyutu da “soykırım” tezini destekleyen veya inkar eden kaynakların (kitap, vesika) sıhhatini yani kim tarafından, neye dayanarak yazıldığını incelemek olmalıdır. Bir eser basılıp dağıtıldıktan sonra birçok kimse tarafından mutlaka gerçek olarak kabul edilir. Mesela, Fransa’da Marcel Leart tarafından yazılan, Osmanlı Ermeni nüfusunu iki buçuk milyon olarak gösteren ve hiçbir temel esasa dayanmamasına rağmen sıkça kullanılan, 1913 yılında Paris’te basılmış, ‘La Question Armenienne a la Lumiere des Documents’ (Vesikalar Işığında Ermeni Meselesi) adlı bir kitap vardır. Bu kitabın yazarının gerçek ismi Kirkor (Grigor) Zohrad’dır; Arnold Toynbee’ye göre İstanbullu bir Ermeni’dir. Kullandığı vesikalar ise hiç güven verici değildir.

Bu arada Kafkaslar’dan, Kırım’dan, Balkanlar’dan daha 1812’de başlayan Türk-Müslüman kıyımlarının ve zora dayanan göçlerin incelenmesine büyük önem verilmelidir. Bu incelemeler Ermeni sorununa hemen çözüm getirmemekle beraber göçlerin uzak nedenleri üzerine ışık tutabilir. Mesela Erivan on dokuzuncu yüzyılda büyük bir Türk nüfusa sahipti. Halen orada yaşayan Türk yoktur. Rusya 1774’ten sonra kuzey Karadeniz sahillerine indikten sonra buraları geliştirmek için Osmanlı Devleti’nden Rus ve Ermenileri celp etmek için elinden geleni yapmıştır. Yine 1812’den ve 1856’dan sonra Rusya, Kırım’ı boşaltan Müslüman halkın yerini alacak Osmanlı Gagavuzlarını ve Bulgarları Kırım’a ve hatta Kafkaslar’a yerleştirmiştir. Sonra bu göçler “Türklerin zulmünden” kaçış olarak gösterilmiştir. İşte bu konular çok geniş bir çerçeve içinde ele alınırsa konu çok yönlü olarak daha iyi anlaşılabilir.

Yorumlar kapatıldı.