İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Kimse kızmasın TCK böyle tanımlıyor! (görülen lüzum üzerine tekrar)

Kürşat Bümin

Hükümeti ve anamuhalefeti bir araya getiren “soykırım iddialarına karşı ortak cephe oluşturma” girişiminin CHP cenahında yer alan mimarlarından milletvekili Şükrü Elekdağ, Cumhuriyet gazetesine (9 Mart) verdiği mülakatta, 1948 tarihli “Soykırım Suçunu Önleme ve Cezalandırma Sözleşmesi”nden bahisle şöyle diyordu: “BM sözleşmesinin 2. maddesinde soykırım suçu çok açık biçimde tarif edilmiştir. Bu tanıma göre bir eylemin soykırım olabilmesi için, ‘bir ulusal, etnik, ırksal veya dinsel grubun tamamen ve kısmen ortadan kaldırılması kastıyla’ işlenmiş olması zorunludur.”

Öte yandan Alev Alatlı’nın Zaman gazetesinde yayınladığı “Orhan Pamuk’a açık mektup” başlıklı dört yazının sonuncusunda da (10 Mart) şu satırları okuyoruz: “Kafileleri döner açlık vurur, döner yolların zor koşulları vurur, döner iklim şartları vurur, döner tifo, tifüs, çiçek vurur, döner Ermeni fedailerinin yıllar yılı kan kusturduğu muhtelif aşiretler vurur, sonuç bir insanlık dramıdır ki, kahretmesine kahreder ama asla Ermeni kafilelerinin yerine, Türk ya da Kürt Müslüman kafilelerini görmek isteyecek kadar değil.” (?)

Elekdağ’ın ve Alatlı’nın bu satırlarını okuyunca çok nadiren başvurduğum bir yöntemin (yani bu köşede yayımlanmış bir yazıyı ısıtıp tekrar servis yapma yöntemi) bir kez daha uygulanmasının yanlış bir seçim olmayacağna karar verdim. Dolayısıyla, yukarıda aktardığım satırların hemen arkasından bir müddet önce yayımladığım “Kimse kızmasın Türk Ceza Kanunu böyle tanımlıyor!” başlıklı yazımın bugün bizi ilgilendiren bölümünü aynen kullanıyorum. Tekrar ediyorum: “Ermeni tehciri bir soykırımdır” diyen ben değilim; çünkü “soykırım suçu” işlendiği hususunda mutabık kalınabilmesi için BM Sözleşmesi’nin çizdiği sınırları da aşan bir tartışmayı tamamlamak gerektiğine inanıyorum. Ama bakın, yeni TCK hiç mi hiç bu fikirde değil! Yeni TCK tarifini , Sözleşme’nin “fiziksel varlığını ortadan kaldıracağını hesaplayarak” ifadesiyle aradığı şartı bile gözönüne almadan yapıyor…

* * *

Yeni TCK’nın 76. maddesi “soykırım suçu”nu şöyle tanımlıyor: “(1) Bir plânın icrası suretiyle, millî, etnik, ırkî veya dinî bir grubun tamamen veya kısmen yokedilmesi maksadıyla, bu grupların üyelerine karşı aşağıdaki fiillerden birinin işlenmesi, soykırım suçunu oluşturur:

a) Kasten öldürme.

b) Kişilerin bedensel veya ruhsal bütünlüğüne ağır zarar verme.

c) Grubun, tamamen veya kısmen yokedilmesi sonucunu doğuracak koşullarda yaşamaya zorlanması.

d) Grup içinde doğumlara engel olmaya yönelik tedbirlerin alınması.

e) Gruba ait çocukların bir başka gruba zorla nakledilmesi.”

Görüyorsunuz, bir suçun “soykırım” olarak nitelenebilmesi için illâ ki nazi Almanyasında olduğu gibi sistematik olarak “gaz odaları”nın kurulması ve çalıştırılması gerekmiyor. Maddenin özellikle “b” ve “c” bentinde belirtilmiş olan uygulamalar da basbayağı “soykırım suçu”nun kapsamına giriyor.

TCK’nın bu maddesi, bilenler hatırlayacaktır, “soykırım”ın Birleşmiş Milletler’in 1948 tarihli “Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması” başlıklı sözleşmesinde yapılan tanımına çok yakın. “C” benti hariç, TCK’nın 76. maddesinin “soykırım suçu”na giren fiillerin sıralandığı bentler aynen bu sözleşmeden alınmış. Maddenin “c” benti sözleşmede yer alan benzerinden biraz farklı. Sözleşme bu fiili şöyle ifade etmiş: “Grubun bütünüyle ve kısmen, fiziksel varlığını ortadan kaldıracağını hesaplayarak, yaşam şartlarını kasten değiştirmek.”

Aslına bakacak olursanız, ortada öyle aman aman bir farktan söz edilemez. Hatta denilebilir ki, TCK’da söz konusu fiilin tanımı çok daha “geniş” tutulmuş. Çünkü, sözleşme “yaşam şartları”nın değiştirilmesinin “soykırım suçu”na dahil edilebilmesi için bu değiştirme işleminin bir grubun “fiziksel varlığını ortadan kaldıracağı hesaplanarak” yapılması gerektiğini belirtmişken, TCK çerçeveyi çok daha geniş tutarak böyle bir kasıt da aramamış ve “Grubun, tamamen veya kısmen yokedilmesi sonucunu doğuracak koşullarda yaşamaya zorlanması” diyerek işin içinden çıkmıştır.

Peki o halde, bir “Grubun, tamamen veya kısmen yokedilmesi sonucunu doğuracak koşullarda yaşamaya zorlanması” ve “Kişilerin bedensel veya ruhsal bütünlüğüne ağır zarar verme” gibi fiiller (bile) “soykırım suçu”nu oluşturuyorsa (unutmayın, ben değil, TCK söylüyor!) biz bu işin içinden nasıl çıkacağız?

“Hangi işin içinden?” diye sormuyorsunuzdur umarım!

Neyse “o işi” bir kenara bırakıp tesadüfen seçtiğimiz bir örnekten hareket edelim: Diyelim ki, bir ülkenin yöneticileri, bazı zamanlarda karşımıza çıktığı gibi aynı zamanda “millî, etnik, ırkî ve dinî” bakımdan farklı olan bir “gruba”, “Hadi artık burada işiniz bitti, doğru falanca yere!” dedi ve demekle yetinmeyip bu millete alelacele denklerini de sardırdı. Fakat yine diyelim ki (hikaye bu ya!) bu “gruba” (tamamen değil “kısmen”) göçmeleri için işaret edilen yer çok uzakta… İşaret edilen yer o kadar uzakta ki, yola çıkanların büyük bir bölümünün (bırakın “asayiş koşulları”ndan kaynaklanan olumsuzlukları) bu kadar yolu canlı olarak katetmeleri bile imkansız… Yani TCK’nın diliyle söyleyecem olursak grubun “kısmen yokedilmesi sonucunu doğuracak koşullarda yaşamaya zorlanması” söz konusu. “Kişilerin bedensel veya ruhsal bütünlüğüne” gelebilicek “ağır zarar”dan hiç söz etmiyoruz, çünkü zaten “bütünlük”ten söz etmenin hiç mi hiç sırası değil….

Peki söyleyin bakalım o zaman (tabii ki TCK’nın 76. maddesini hatırlayarak), bu tamamen muhayyel hikayede bir “soykırım suçu”ndan söz edilebilir mi, edilemez mi?

Haftasonu tatilinizi böyle münasebetsiz sorularla “zehir” etmek istemem ama takdir edersiniz ki TCK’ya kayıtsız kalmak da hiçbirimize yakışmaz….

Yorumlar kapatıldı.