İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Tarihiyle yüzleşmek ve barışmak

İsmet Berkan

Hayır, hayır, Ermeni soykırımından ve bununla ilgili olarak son zamanlarda alevlenen tartışmadan söz etmeyeceğim. Soykırım konusuna göre çok daha basit, çok daha temel ve çok daha gündelik hayata ilişkin bir meseleden söz etmeye çalışacağım bugün.

Azınlık vakıflarının el konan mallarından.

Olayın uzun ve karmaşık hukuki geçmişini anlatmaya gerek yok. İşin özü şu: Türkiye Cumhuriyeti devleti, kendi vatandaşlarınca kurulmuş ya da yönetilmekte olan vakıfların bir zamanlar sahip oldukları tapulu taşınmazlara el koydu ve bu el koyma da Türkiye’de Yargıtay’ın 1974’te aldığı meşhur bir kararla ‘hukuki’ hale geldi.

Dikkat edin, tapulu maldan söz ediyoruz; temel insan haklarından olan mülkiyet edinme hakkından söz ediyoruz.

Bu tapular türlü çeşitli biçim ve bahanelerle iptal edildi ve bu taşınmazlar azınlık vakıflarının elinden alınıp ya Milli Emlak’a, yani Hazine’ye devredildi ya da vakıflar malları eski sahiplerine geri vermek zorunda bırakıldı.

Şimdi, Türkiye, Avrupa Birliği sürecinin zorlamasıyla ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nden gelecek olası yüksek tazminatlı kararların korkutucu gölgesi altında bu sorunu çözmeye davet ediliyor. Ama sorun bir türlü çözülemiyor; çünkü çözülmesi hiç de kolay değil.

Sorunu kategorilere ayıralım… Birinci ve görece en basit kategori, halen Milli Emlak’ın portföyünde olan gayrimenkuller. Vakıflar Genel Müdürlüğü ve Milli Emlak’ın bağlı bulunduğu Maliye, bu kategorideki taşınmazları iade ettiklerini ve etmeyi sürdürdüklerini söylüyor.

Ama daha bu hafta Radikal’de bu söylemi yalanlayan bir haber yayımlandı. İadesi söz konusu olan, hatta hakkında AİHM’de açılmış dava karar aşamasında olan bir taşınmaz Milli Emlak tarafından alelacele satıldı, bir özel kişinin eline geçti.

İkinci kategori, tam da Radikal’in haberindeki türden, satışı yakın zamanda yapılmış, dolayısıyla devletten sonra sadece bir kez el değiştirmiş taşınmazlarla ilgili.

Bu taşınmazların sahiplerine, yani azınlık vakıflarına iadesi gerekiyor. Ama bunu sağlayacak ne yasal altyapı var ortada ne de binaların ‘iyi niyetli alıcı’ konumundaki yeni sahiplerini mağdur olmaktan koruyacak bir mekanizma.

Üçüncü ve son kategori ise, ya devlet tarafından çok zaman önce özel kişilere satılmış ve sonra en azından bir kez daha el değiştirmiş veya devlet tarafından azınlık vakıflarının ilk satıcısına iade etmek zorunda bırakılmış ve daha sonra en azından bir kez daha el değiştirmiş gayrimenkuller.

Halen bu çeşit binaları kullanan, oralarda oturan ya da iş yapan kimseler iyi niyetlinin de iyi niyetlisi, belki binalarının bu çeşit geçmişinden hiç ama hiç haberi olmayan vatandaşlar. Bu malların azınlık vakıflarına iadesi imkânsız değilse de çok zor.

***

Eğer uygar devletler kulübüne üye olmak istiyorsak, gün geçirmeden uygar bir devlet gibi davranmaya da başlamamız gerekiyor.

Bunun için de en temel haklardan olan mülkiyet hakkına saygı göstermemiz, yani el koyduğumuz ya da satılmaya zorladığımız gayrimenkulleri
hak sahiplerine geri vermemiz veya bunların bedellerini tazmin etmemiz gerekiyor.

Bu söylediğim sadece parasal açıdan düşünülmemeli. Evet, devlete ciddi bir maliyet çıkacak ama bence para bu işin en önemsiz tarafı. Önemli olan, Cumhuriyet tarihiyle yüzleşmek, yaptığımız hatayı kabul etmek ve bir anlamda özür dilemek.

Hazır mıyız?

Yorumlar kapatıldı.