İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Orhan Pamuk iki!

Hasan Cemal

Bir Orhan Pamuk romanı şöyle başlar: “Bir gün bir kitap okudum ve bütün hayatım değişti.” Ben de geçen gün bir Orhan Pamuk yazısı yazdım, neredeyse hayatım kayacak, öylesine tepki…

Küfür, tehdit, kıyamet.

Cemal Paşa’nın kemikleri edebiyatıyla birlikte yıldırımlar yağdırılıyor. Ellerinden gelse sehpaya gönderecekler.

Ama şaşırtıcı değil.

Çünkü ezberler bozuluyor.

Mete Tunçay’ın deyişiyle, tarihi soylu geçmişimizle övünmenin bir aracı haline getirenlerin ezberleri bunlar. Aykırı bir şey kulaklara çalındığı zaman derhal büyük bir cayırtı kopuyor.

Farklı sese tahammül yok.

İlle de yalanda yaşayacaklar!

Olabilir.

Kim nasıl isterse öyle yaşasın. Ama tarihe, tarihi olaylara farklı yaklaşanların da hayat hakkı vardır. Başka türlü demokrasi olmaz. Torna tezgâhından çıkmış kafaların yaşadığı rejim değildir demokrasi.

Temelinde çok seslilik yatar.

Bağımsız düşünce yatar.

Herkes aynı düşünmez. Düşünmek zorunda da değildir. Kimse kimsenin beynine hükmedemez. Farklılıktan korkmayalım. Farklılık dinamizmdir. Farklılık yaratıcılıktır, insanlığı hep ileriye götüren…

Daha önemlisi:

Düşüncelerine katılmasak bile, insanların farklı düşündükleri için çarmıha gerilmesine hep birlikte karşı koyalım.

Bu bir insanlık görevidir.

Uygarlık görevidir.

Demokrasi görevidir.

Orhan Pamuk’lara, Yaşar Kemal’lere, Ahmet Altan’lara ne kadar sahip çıkarsak, o kadar adam oluruz.

Orhan Pamuk tepkilerinin kaygı verici bir yanı var. Hatta yer yer korkutucu. Bu ülkede eğitim ve öğretim sisteminin demokrasi kültürü ile nasıl terbiye edilmesi gerektiğini de bir kez ortaya koyan bir boyutu daha var bu tepkilerin.

Benim burada durmak istediğim nokta siyasetçiler ile ilgili. Siyasetin ‘Ermeni sorunu’na el koyması lazım. Bunun bir sorun olmaktan çıkabilmesi ve tarihin tarihçilere kalması için önce siyasetin aklı başında bir şeyler yapması, ortamı normalleştirmesi, sakinleştirmesi şart.

Bu açıdan son zamanlarda üç tarihçinin ayrı ayrı çağrıları var. Biri, Princeton Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. M. Şükrü Hanioğlu’nun.

Şöyle diyor:

“1915 tehcir kanunu ve bunun akabinde gelişen olayların niteliği konusunda son sözün tarihçilere bırakılmasını savunan ve uzun süredir değişik iktidarlar tarafından tekrarlanan Türk resmi tezi pek de anlamlı değildir. Türk siyasetinin bu alanda, toplumumuz dışında kabul görme ihtimali mevcut olmayan böylesi hayalci bir tez yerine, tarihçilere de danışarak, onların bu alandaki eserlerinden istifade ederek bir ‘siyaset’ geliştirmesi gerekmektedir. Mevcut meseleyi halledecek taraflar iki tarafın tarihçileri değil, siyasetçileridir.” (Zaman, 20 Ocak 05, s. 16)

Bilgi Üniversitesi’nden Prof. Dr. Mete Tunçay’ın siyasete çağrısına gelince:

“Geçmiş unutulmamalı, ama önce geleceğin güvenliği sağlanmalıdır. Benim ilk kaygım, Türkiye’de yurttaşımız olan 70 bin Ermeni’yle ilgilidir. Onlar herhangi bir ayrımcılığa uğramadan bu ülkede rahatça yaşayabilmelidirler. İkinci kaygım, komşularımız Ermenistan Cumhuriyeti halkıyla ilgilidir. Onlarla barışçı ekonomik ve kültürel ilişkiler kurabilmeliyiz. Ancak böylesi bir ‘normalleşme’den sonra, tarihçiler 1915-1921 olayları hakkında var olan belgesel kanıtları sükunetle inceleyebilir ve onlar hakkında nesnel yargılar verebilirler.” (Toplumsal Tarih Dergisi, Mart 05 sayısı, s. 48)

Sabancı Üniversitesi’nden Prof. Dr. Halil Berktay’a gelince, Derya Sazak’ın Sohbet Odası’nda şunları söylemiş:

“Türkiye Cumhuriyeti 1915 olaylarından sorumlu tutulamaz. Başbakan veya Dışişleri Bakanı şunu söyleyebilir: Bütün ulus devletlerin oluşumunda acılı ve karanlık sayfalar vardır. İttihat Terakki yönetimi, Osmanlı halkının bir kısmına karşı tehcir kararı almış ve bu uygulama sonuçta birkaç yüz bin insanın ölümüyle sonuçlanmıştır. Bu tarihsel olaydan dolayı üzüntü duyuyoruz. Ama bundan ötesi ancak tarihçilerin özgür tartışmasının ve nesillerin bu gerçekle barışmasının ürünü olabilir.” (Milliyet, 7 Mart 05, s. 19)

Siyasetçilerimiz ne düşünüyor?

Yorumlar kapatıldı.