İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Soykırım kavramı ve Darfur

Gündüz Aktan

Soykırımın 90. yılı olarak ilan edilen 2005, Ermeniler için pek parlak başlamadı. BM Güvenlik Konseyi’nin 1564 sayılı karar gereği Darfur konusunda kurulan araştırma komisyonu raporunu 25 Ocak günü sundu. Rapor, Batı basınındaki iddiaların aksine Darfur’daki olayların soykırım olmadığını belirtiyor.

Sudan’ın batısında bulunan Darfur’da isyan 2003’te başlamıştı. Nüfusunun tümü Müslüman olan bu bölgedeki ‘Afrika’ kabileleri, çölleşme nedeniyle azalan doğal kaynaklar üzerinde hâkimiyet kurmak amacıyla ayaklandılar. Hükümet de isyancılara karşı ordunun yanında ‘Arap’ kabilelerin silahlı güçlerini kullandı. Sivillerin tehcire (zorla yer değiştirme) tabi tutulması ve köylerin yakıp-yıkılması sonucu tarımsal üretim ve hayvancılık bozuldu, kıtlık ve açlık yayıldı. Karşılıklı katliamlar yapıldı.

Annan’ın atadığı ve BM İnsan Hakları Sekretaryası’nın hizmet desteği verdiği beş uzmanlı komisyon raporunda olayların soykırım olmadığını açıklarken şu hususlara değiniyor:

“Soykırımın iki temel unsuru vardır. Birincisi işlenen fiillerdir. Bunlar; öldürme, kişinin vücudunda ve ruhunda ciddi yaralar açma ve bir grubun yaşam şartlarını yok olmasını sağlayacak şekilde bilerek zorlaştırmaktan oluşur. İkincisi suç fiillerine hedef olan grubun, soykırım sözleşmesi tarafından korunan grup olmasıdır. Darfur’da cereyan eden olaylarda bu iki şartın yerine geldiği söylenebilir. Ancak temel şart olan soykırım kastı mevcut değildir. Genel bir ifadeyle saldırma, öldürme ve bazı kabileleri tehcir etme politikası; ırki, dini, etnik ve milli bir grubu, kısmen veya tamamen, yok etme özel kastının merkezi hükümette bulunduğunu ortaya koymamaktadır. İnsanları yerlerinden etmek amacıyla köylere yapılan planlı ve örgütlü saldırıların öncelikli amacının ayaklanmayı bastırmak olduğu görülmektedir.”

Yani bir iç çatışma olduğunda yapılan tehcir, çok sayıda ölüme neden olsa da, soykırım suçunun teşekkülü için ‘olmazsa olmaz’ şart olan yok etme amacı taşımayabiliyor.

Raporda “Komisyon, hükümet mensupları dahil, bireylerin bazı olaylarda soykırım fiili işlemiş olabileceklerini kabul etmektedir. Buna ancak yetkili mahkeme, tek tek davalar halinde karar verebilir” denmektedir.

Yani soykırım suçu bireyseldir ve sadece yetkili mahkemelerce saptanabilir. Parlamentolar bu konuda yetkili değildir. Dolayısıyla bunların çıkardıkları karar ve yasaların meşruiyeti bulunmaz.

Nihayet rapor diyor ki: “Darfur’da hükümetin soykırım politikası gütmediği saptamasının, dikkatleri işlenen suçların vahametinden uzaklaştırmaması gerekir. Darfur’da işlenen insanlığa karşı suçlar ve savaş suçları gibi uluslararası suçlar soykırımdan daha az ciddi ve menfur olmayabilir.” (s. 4) Raporun başka yerlerindeyse isyancı silahlı grupların benzer hukuk ihlalleri yaptıkları vurgulanıyor.

Darfur raporunu hazırlayan bu beş uzman Ermeni tehcirini de çalışmış olsaydı varacakları sonuçlar farklı olmayacaktı.

Benim de üyesi olduğum TARC (Türk-Ermeni Barışma Komisyonu), New York’taki bir merkeze (ICTJ) ‘1948 tarihli Soykırım Sözleşmesi’nin yüzyılın başında vuku bulan olaylara uygulanıp uygulanamayacağını’ sormuştu. ICTJ’nin Ocak 2003 tarihli raporunun başında ‘sözleşmenin geriye dönük uygulanamayacağı’ belirtildi. Ama ardından Ermeni tehcirinin sözleşmeye göre soykırım olduğu tezi uzun uzun savunularak büyük bir çelişkiye düşüldü.

Zaten ICTJ’ye böyle bir soru da sorulmamıştı.

Bu pek ‘hukuki’ metni hazırlayan ‘büyük’ hukuk uzmanı bizden dikkatle saklandı. Kendisiyle görüştürülmedik. Görüşlerimizi tek bir toplantıda ICTJ ilgililerine bildirmek zorunda kaldık. ICTJ ‘uzmanı’nın, Darfur konusunu araştıran tanınmış uzmanların aksine, soykırım hukukundan anlamadığı; Ermeni olaylarının tarihini ise hiç bilmediği, rapordaki fahiş hatalardan anlaşılıyordu. Görünen oydu ki ICTJ raporunun sonucu daha baştan kararlaştırılmıştı. Kendisine savcı ve yargıç payesi verildiğini sanan bu ‘uzman’ın raporunu, Ermeni meselesinde gerçek yargıdan kaçanlar, hiç sıkılmadan, ‘adil yargı’ olarak sundular.

TARC bu nedenle öldü.

Yorumlar kapatıldı.