İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Türkler Hıristiyan olabilir mi?

Ali Bulaç

“Türkler Hıristiyan olabilir mi?” Kısaca cevap vermek gerekirse “evet, olabilir”. “Türkler asla Hıristiyan olmaz” demek basit bir iddia veya bomboş bir temennidir.

Hiçbir ırkın bir dinle aidiyeti mutlak değildir. Annesi dolayısıyla Yahudi doğan bir insan, Hıristiyan veya Müslüman olabilir. “Türk demek Müslüman demek, Müslüman demek Türk demek” 19. yüzyıl sonrasında üretilmiş bir hurafedir.

Her dinden ve ırktan insanlar din değiştirebilir, Türklerin içinden de tek tek veya çok sayıda insan din değiştirmek isteyebilir. Kavim veya ırk olarak Türklerden başka diğer Türkiye Cumhuriyeti yurttaşları da Müslümanlığı bırakıp başka bir dine geçebilir. Bizim üzerinde durmamız gereken husus, söz konusu din değiştirmenin hangi belirleyici ve etkileyici faktörler sonucunda vuku bulacağı konusu olmalıdır.

İkinci nokta, misyoner faaliyetlerin, son yıllarda dünya ölçeğinde ilgi gören “dinler arası diyalog” veya “farklı toplumsal kesimler arasında hoşgörünün gelişmesi”yle uygun bir zemin bulduğu yolundaki görüş ve iddiaların herhangi bir hakikat değeri yoktur. Konunun bu şekilde vaz’edilmesi, sorunun çok boyutlu ve derinlemesine kavranmasını mümkün olmaktan çıkarmakta, bizi meselenin özünden uzaklaştırmaktadır. Bu argümanları öne çıkaranların asıl niyetleri üzüm yemek değil bağcı dövmektir. Bu iddia sahiplerine yakından bakalım: Bir grup, basit bir hasetçilik sonucu “misyonerlik” ile “diyalog” arasında ilişkiler kuruyor. Oysa deneysel olarak bugüne kadar anlaşılan şu ki, diyalog Müslümanlığın daha iyi anlaşılıp gelişmesine, yeni müntesipler kazanmasına yardımcı olmakta, en azından meş’um bir “medeniyetler çatışması” tezine basit bir destek olarak kullanılmasının önüne geçmektedir. İslamiyet, kendi üzerine kapanarak gelişmez, aksine başka inanç ve dinlerle karşılıklı tartışma, müzakere ve tearufa geçtiğinde hakikatlerini ortaya çıkarır. Başka bir grup, ne bugüne kadar sergilediği tutumunda ne şimdi öne sürdüğü düşüncelerinde samimidir. İslamiyet’in gelişmesi bu çevreleri her zaman rahatsız etmiştir. “Dinimiz elden gidiyor” derken bile, dini hayatını özgürce yaşamak isteyenlerin din ve vicdan özgürlüklerine saygı göstermiyorlar, Müslümanların giyim kuşamları, Sünnet’e uygun kıyafet seçme hakları, başörtüleri üzerindeki baskının devamını savunuyorlar. Yavuz hırsız ev sahibini bastırmak istiyor. Oysa gerçek, iddia edilenin tam aksidir. Eğer bugün bir “misyoner tehlikesi”nden söz ediliyorsa, bu tehlikeyi davet eden, İslamiyet’i bir anlam haritası olmaktan çıkaran, insanları köksüz, hafızasız ve dayanıksız bırakan bu çevrelerden başkası değildir.

En başta şu gerçeğin altını çizmekte yarar var: Bileşik kaplar misali, İslamiyet’in şu veya bu sebeple zayıflaması oranında misyonerlik faaliyetleri gelişme göstermektedir. Özellikle son birkaç yılda İslamiyet, bazı kesimlerde nitel olarak yükselme kaydetmekle beraber, nicel olarak belli bir zaafa uğruyor. Bize acı gelse de, bu gerçeği gözden kaçırmamak durumundayız. Geniş kitlelerin giderek inançlarıyla bağları zayıflamakta; din, gündelik-toplumsal ve politik tutum ve ideallerin belirlenmesinde referans olmaktan çıkmakta, üst gelir gruplarıyla en alt gelir gruplarının ahlaki tutum ve davranışları benzeşme eğilimi göstermektedir. Dört temel faktörün bir araya gelmesiyle İslamiyet bir referans ve umut verici bir anlam haritası olmaktan çıkıyor, buna paralel olarak misyonerlik faaliyetleri belli bir gelişme kaydediyor. Bu dört faktörü şöyle sıralamak mümkün: 1) Yoksulluk faktörü, 2) Alevilerin kimlik arayışı ve Kürtlerin belli ölçülerde “ulusal ana gövde”ye katılmaları konusunda kaydedilen başarısızlık, 3) İslamiyet üzerinde süren baskılar ve buna paralel olarak sistemli bir biçimde dinin itibardan düşürülmesi, 4) “Görünmez kilise” öğretisi çerçevesinde gelişen veya bu öğretiyi dolaylı yollardan besleyen mevcut kültürel hayatın (resmi ve sivil/pop kültürün) “toplumun bilinç altı”na “Hıristiyanlığı telkin” etmesi.

Yorumlar kapatıldı.