İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

`Sıkılmış yumruk´ ideali

Murat Belge

Türk milliyetçiliğinin öteden beri bir bayrak gibi dik tutmaya çalıştığı bir ideal vardır: ‘Birlik ve beraberlik’! Her durumda bu (yüksek sesle) söylenir. ‘Birlik ve beraberlik’ yürürlükte olduğu sürece kimsenin
bize bir zarar veremeyeceği anlatılır. ‘Birlik ve beraberlik’ bozulduğu zaman başımıza gelecekler, daha önce gelenler örnek verilerek sayılır dökülür (birinci durumun bu kadar bol örneği yoktur).

Bu anlayışın temelinde ‘savaş’ kavramı yatar. Dünyada nihai karar mercii, savaştır. Sorun, güç yarıştırmaktır. Bunu başaran, her şeyi başarır. Elinde yeterli güç varsa, o güçle dikte edemeyeceğin bir şey yoktur.

Onun için, ‘birlik ve beraberlik’! Düz bir mantık.. düz olduğu ölçüde, inandırıcı: ne kadar kalabalıksak, o kadar güçlüyüz. Onun için, mümkün olan her durumda ve mümkün olan her biçimde sıra sıra saf tutacağız, sesimizin son avazında ‘Sağol!’, ‘Evet!’, ‘Hayır!’ diye bağıracağız. Savaşmadığımız zamanda da savaşacak gibi duralım ki savaş çıkarsa savaşabilelim!

Savaş.. değerlerin en yücesi…

Ama bugün, yaşadığımız günde savaş değerlerin en yücesi değil artık. Onun temel olduğu bir dünyada, onun çevresinde kümelenen bir dizi yardımcı ‘değer’ de artık eskisi gibi parlak görünmüyor insanlara.

Örneğin ‘birlik ve beraberlik!’

Duçe’leri, Führer’leri, Stalin’leri ‘birlik ve beraberlik’ içinde selamlayan kitleler, olumlu değerlerin simgesi gibi görülmüyor bugün. Oldukları gibi, faşizmin gerekli öğeleri gibi görünüyor.

O son derece olumlu çağrışımları olan ‘tek’ kavramı, yerini ‘çok’ kavramına bıraktı -‘çok’ derken, ‘az para/çok para’ gibi miktara ilişkin
bir şey söylemiyorum. ‘Multi’ diyorum, yani ‘mono’nun karşıtı. ‘tek-fikir’ değil şimdi muteber olan, ‘çok-fikir’

Ama Türkiye’de bunun farkında olmayan ya da farkında değilmiş gibi davranmayı tercih edenler hâlâ büyük yekûn tutuyor. Bu toplumun yüzyıllara dayanan düşünsel alışkanlıkları da, onların en büyük yardımcıları.

Ne yapıyoruz, ne yapmaya çalışıyoruz, bunu yapmak için ne gibi yöntemlere başvuruyoruz?

Görüldüğü kadarıyla, Avrupa Birliği’ne girmeye çalışıyoruz. Ama aslında Avrupa düşmanımız ya da düşmanlarımızla dolup taşıyor. O halde
biz de düşmana karşı geleneksel sloganımıza sarılarak geleneksel ideal hedefimize yönelmeliyiz: ‘birlik ve beraberlik’ içinde davranmak!

Birileri ‘bize’ karşı ‘Ermeni kıyımı’ diye bir uydurma, bir silah icat etmiş, onu mu kullanıyor? Hemen, ‘birlik ve beraberlik’ içinde kahraman göğsümüzü oraya dönecek, siper edeceğiz. ‘Yalan!’ diye bağıracağız, hep bir ağızdan.

70 milyon muyuz? 70 milyon ağızdan (birlik ve beraberlik içinde) aynı şeyi haykıracağız!

O zaman ne olacak? ‘Düşman’ bizi ‘birlik ve beraberlik’ içinde davranırken görecek. Gördüğü gibi, o da kendi ölçüleri içinde titreyip kendine dönecek. ‘Amanın, bu Türklerle başa çıkamayız’ diyecek.

Ve… ‘Bunlar böyle 70 milyon bir ağızdan bağırdığına göre, demek böyle bir olay olmamış. Ötekiler zaten birkaç milyon, onların anlattığına inanmak için neden yok. Meğer bir Ermeni kıyımı olmamış’ mı diyecekler?

Yoksa, ’70 milyon insana ‘birlik ve beraberlik’ içinde aynı sloganı bağırtmak değme faşistin başaramayacağı bir iştir. Bu Türkiye toplumunda işler böyle yürüyorsa, bugün bundan daha başarılı faşist bir ülke yok demektir’ mi diyecekler?

Yalnızca ikincisini söyleyeceklerini düşünmüyorum. İkincisinin doğru teşhis olduğuna da inanıyorum.

Öte yandan, bu toplumun öyle ‘faşist’, ‘kıyıcı’, ‘tek-tip’ vb. bir toplum olmadığını da biliyorum.

‘Tek-tip’ olmasını isteyen ‘faşistler’ var, az buz da değiller. Peki, geri kalan herkes de bunların varlığına ve hegemonyasına razı mı? ‘Yat borusu’, ‘kalk borusu’, her çalındığında, geri kalan herkes de yatıp kalkmak zorunda mı?

Yorumlar kapatıldı.