İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

2005 ve Ermeni sorunu

Murat Belge

2005 yılında olduğumuza göre, 1915’in üzerinden 90 yıl geçmiş demek. Böyle bir ‘yuvarlak’ yıldönümünde Ermeniler 1915’te olanları dünyaya yeniden hatırlatmak için ellerinden gelen her şeyi yapacaklar. Dolayısıyla
bu yılın hepimiz için sürekli bu konuda yüklü bir yıl olacağını tahmin etmek, kâhin olmayı gerektirmiyor. Ayrıca, süreç başladı ve ilk meyvelerini veriyor.

Bu ayrıca, Türkiye’nin Avrupa Birliği adaylığı çerçevesinde özel bir anlam kazanıyor. Türkiye’nin böyle bir çabası olmasa bu sorundan ötürü başı ağrımayacak diye bir durum elbette söz konusu değil.

Gene ağrıyacak. Ama AB’ye sırt çevirmiş bir Türkiye (var olan konjonktürün koşullarını değerlendirerek söylüyorum) bununla birlikte birçok başka şeye de sırt çevirmiş olacağı için, bu gibi ağrılara fazla önem vermeyebilir. ‘Demokratik bir ülke’ olmak gibi safralardan kurtulduktan sonra, Ermeni kıyımı konuşulmuş konuşulmamış, kabul edilmiş edilmemiş, çok önemli sayılmaz. Tabii bu yolu seçmiş bir Türkiye’nin bu yolda yürümeyi ne kadar sürdürebileceği ayrı konu.

Ancak şu koşullarda Avrupa Birliği’nin reddedilmesi diye bir seçenek tartışılmıyor ve Ermeni kıyımı konusu da bu konuyla gitgide bağlanıyor. Bir soruya Başbakan Erdoğan’ın verdiği cevapta olduğu gibi, ‘Kopenhag Kriterleri arasında Ermeni kıyımına ilişkin olanı yok!’ Gelgelelim, ‘Kopenhag kriterleri’ demokrasi konusuna ilişkin -hem de sıkı sıkıya. Türkiye’nin dış politikasında ve aynı zamanda iç politikasında Ermeni kıyımı konusunda nasıl davrandığı ve davranacağı konusu da demokrasi konusuna, dolayısıyla ‘Kopenhag Kriterleri’ne bağlı. O da, sıkı sıkıya bağlı.

Ve tabii, Fransa gibi, Türkiye’yi Avrupa’nın parçası olarak, ‘içinde’ görmek istemeyenler, çeşitli başka (sayıca pek de az olmayan) ‘zayıf nokta’ ile birlikte bunu da sonuna kadar kullanmaya kararlı olacaktır.

Bu çerçevede Türkiye ne yapıyor?

Türkiye’de bu konuda tek bir tavır yok. Ama bir tane, çok gürültü çıkaran tavır var ve bu olduğu sürece öbürleri ortaya çıkamıyor. Bu da ‘kıyım olmamıştır’ tavrı. Özellikle 12 Eylül’den beri, ‘Olmuşsa Ermeniler Türkleri öldürmüştür’ biçimini aldı. Şu anda, bunun geçerli olduğu Tarih Kurumu gibi çevrelerde 90. yıldönümüne bir karşı-atak hazırlandığı gözlemleniyor. Bunun içeriği de belli: “Kıyım olmadı. Olduğu kadarından

Ermeniler kendileri sorumlu. Rusya ve öteki büyük devletlerin yardımıyla bizi arkadan vurdular. Onlar bize kıyım yaptı.”

Bu ‘argüman’ hakkında ne düşündüğüm biliniyor ve bu noktada söylemek istediğim farklı bir şey. Türkiye’de yıllardan beri bunu söyleyerek buna inanan kuşaklar yetiştirdiniz. Hep yaptığınız, şimdi de yapmaya devam ettiğiniz gibi, ‘linç’ havası yaratarak bu havayı devam ettirebilirsiniz. Ama sorun Türkleri bu konuda ikna etmek değil. Sorun, dünyayı ikna etmek. Burada yaratmaya çalıştığınız ‘linç’ havası dünyada insanların sizin hikâyenize inanmasını sağlayacak mı? Orhan Pamuk için burada yaptığınız kampanya Fransa’da veya Kaliforniya’da nasıl karşılanacak?

Türkiye’de insanları inandırma konusundaki başarınızla dünyada elde edeceğiniz başarı ters-orantılıdır. Burada her Türk’e istediğiniz sloganı bağırtma başarısını elde ettiğiniz anda, dünyada Türkiye’nin faşist bir ülke olduğu yolundaki düşüncede aynı oranda kesinleşecektir.

‘Gürültülü odak’ bundan özellikle mutlu olur. Ya ötekiler?

Yorumlar kapatıldı.