İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Ermeni kıskacından nasıl kurtulabiliriz?

Sadi Somuncuoğlu

Ermenistan kurulmuş; ama Büyük Ermenistan projesi gerçekleştirilememiştir. AB’nin bu yıl sadece Türkiye için hazırladığı Etki Raporu’ndaki, “Türkiye ve Orta Asya’nın Türki dillerin konuşulduğu bölgeleri arasında siyasi ve kültürel bağların varlığı, bölgedeki ülkelerle olan ilişkilerde gerilimi tetikleyebilir.” görüşü, Curzon’un, Türkiye ile Türk dünyası arasındaki tampon devlet stratejisini çağrıştırmamakta mıdır?

17 Aralık “Brüksel fethi”nden sonra Ermenistan meselesi de önceliğimiz oldu. Çünkü daha önce sınır kapısının açılması ve soykırım iftirasının tanınmasını isteyen AB, bu yıl bunları, müzakerelere başlayıp sürdürmenin şartı yaptı. Çözüm için ise “Bağımsız uzmanlardan oluşan çift taraflı bir komite tarafından desteklenecek bir uzlaşma sürecinin Türk ve Ermeni hükümetlerince sürdürülmesi” teklif edildi. Aslında bu çalışmalar defalarca yapılmış, Türkiye elindeki belgeleri her seferinde sunduğu halde, Ermeni tarafı masadan kaçmıştı. Son olarak yine belge değiş tokuşunu amaçlayan “Viyana Türk-Ermeni Tarihçileri Platformu” (VAT) oluşturulmuştu. Ancak mayısta yapılması planlanan ikinci toplantı, Ermeni tarihçilerin vaat ettikleri belgeleri göndermemesi gerekçesiyle iptal edildi. Ermenilerin bu tür platformlara gelmediği ortadayken, AB’nin aynı teklifte bulunmasının anlamı nedir?

Önemli bazı hadiseleri hatırlayalım. Bunlardan biri, Kıbrıs Barış Harekatı’ndan sonra Yunanistan’ın NATO’nun askeri kanadından çıkması, dönmek istediğinde ise Türkiye’nin vetosu ile karşılaşmasıdır. Çünkü “önce Ege’deki sorunlar çözülsün, sonra Yunanistan NATO’ya dönsün” diyorduk. NATO Başkomutanı General Rogers’ın, Yunanistan’ın, Türkiye’nin AB ile ilişkilerini engellemeyeceği yönünde dönemin Devlet Başkanı Kenan Evren’e şifahi “asker sözü” vermesi üzerine veto kaldırılmış; ama Yunanistan, hem Ege’de hem de AB ile ilişkilerimizde bildiğini okumuştur. Sonrasında iki ülkeyi ilgilendiren Ege meselesi, önce Gümrük Birliği anlaşması ile fiilen, Helsinki’de ise aday ülke ilan edilmemizle birlikte resmen AB meselesi olmuştur. Aynı süreç Kıbrıs’ta, hatta iç meselelerimiz Güneydoğu ve Patrikhane’de de işlemektedir. Böylece karşımıza soruna taraf ülke yerine AB kurumu ve üye ülkeler çıkmaktadır. Onun için mesela Yunanistan, en ufak problemde, “muhatabınız AB’dir” diyebilmektedir.

Büyük Ermenistan projesi

Ermenistan konusunda da çekilmek istendiğimiz nokta budur. Tuhaflık AB’nin, üyesi veya adayı olmayan bir ülkeyi, müzakerelerini başlatma vaadinde bulunduğu Türkiye’ye yeğ tutmasıdır. İşte bunun sebebi, göz ardı edilmek istenen tarihi hesaplardır. Bu hesaplar; Sevr’de Ermenistan’ın kurulması konuşulurken, Yunanistan Başbakanı Venizelos’un, “Güney Rusya’ya göçmüş Rumlardan Pontus’ta ayrı bir devlet kurulmasını” isteyip, “Ermenistan ve Gürcistan’la işbirliği yapacak bu devletin İslamlığa ve gerektiğinde de Rus emperyalizmine karşı sağlam bir engel olacağını” söylemesidir. İngiltere Dışişleri Bakanı Lord Curzon’un, “Büyük bir Pan-İslam ya da Pan-Turan hareketi ortaya çıkabilir ve böyle bir halde, Londra Konferansı, genellikle dünya barışı bakımından Türkiye Müslümanları ile daha Doğudakiler arasına sokulmak üzere bir Hıristiyan toplumunun sıkıştırılmasının yerinde bir girişim ve bunun da yeni bir Ermeni devleti olabileceğini düşünmüştü.” demesidir. İngiliz Başbakan Lloyd George hükümetinin Avam Kamarası’na, Ermenileri korumak için İstanbul’u rehine tutacakları teminatını vermesi, kısacası büyük Ermenistan projesidir. Ermenileri, devlet kurma vaadiyle ilk silahlandıran Rusya, daha sonra kendi üniformalarını giydirip kullanarak, Anadolu’yu kan gölüne çeviren Fransızlar, İngilizler değil midir; ABD, Ermenistan’ın kurulmasını desteklememiş midir? Bugün aynı devletlerin Ermenileri sahiplenmesi normaldir de, yaptırdıkları Müslüman soykırımını, Ermeni soykırımı gibi gösterip bunu neden Türkiye’ye kabul ettirmek istemektedirler? Oysa yaşananın bir savaş olduğunu yine kendi belgeleri söylemektedir. Mesela İstanbul’daki Amerikan Yüksek Komiseri Amiral Bristol, 1919 Ağustos’unda Doğu’da çarpışmalar sürerken, sadrazama telgraf çekerek, “Kafkasya Ermenilerine karşı Türkler, Kürtler ve öteki Müslümanlarca girişilen şiddet ve kıyım durmayacak olursa Türkiye’nin egemenliğinin korunmayacağını” bildirince, Fransa eski Başbakanı Clemenceau, bunu siyasal gerçekçilikten uzak bulmuş, “Bu şartlar altında kendi evlerinin sahibi olamayan Türklerin olan bitenlerden sorumlu tutulamayacaklarını ve Ermenilerin başına gelenlerden hiç kimsenin hesap verecek durumda olmadığını” söylemiştir. Dönemin İngiliz Savaş ve Hava Bakanı Churchill de, “Türkiye tümü ile düzenden çıkmış durumdadır ve güçlü bir merkez denetimi kalmamıştır.” demiştir. İngiliz Başbakan Lloyd George ise kendi işgalleri altındayken düzenli bir hayatı olan Maraş’ın Fransızlara devrinden sonra durumun değiştiğini belirtip, “Fransız işgal kuvvetleri arasında pek çok Cezayirli ve orada askere alınan Ermeniler de bulunmakta. Olabilir ki bu Ermenilerin Fransız üniforması ile gezerken takındıkları küstah tavırlar Maraş’ın karma nüfuslu halkını rahatsız etmiştir.” tespitini yapmıştır.

Fransa’da faaliyet gösteren Euro Ermenistan isimli dernek, geçtiğimiz yıllarda Türkiye’ye “soykırım iftirasını tanımadığı” halde adaylık statüsü verildiği iddiasıyla Adalet Divanı’na başvurmuştur. Davacılar, Avrupa Parlamentosu’nun 1987’de sözde soykırımı tanıdığını, AB kurumlarının da buna uyması gerektiğini öne sürmüş; ama Adalet Divanı, “AP’nin kararının sadece ve tamamen siyasi tavsiye nitelikli” olduğu, hiçbir hukuki temeli bulunmadığı sonucuna varmıştır. Yıllardır başımızda giyotin gibi sallandırılan, siyasi amaçlı olduğu kendi kararlarıyla da tescilli bu konu, neden tam da Kafkaslar ve Ortadoğu’daki büyük paylaşım üzeri AB eliyle önümüze şart olarak konmuştur? BM, AGİT, Avrupa Konseyi Parlamenterler Asamblesi’nin Dağlık Karabağ işgali sebebiyle “işgalci ve soykırımcı” olarak nitelediği Ermenistan’ın devam eden pervasızlığını görmezden gelenlerin, Türkiye’den 90 yıl öncesinin, üstelik de işlemediği bir suçun hesabını sormalarının sebebi nedir?

Çözüm mümkün; ancak…

Çünkü Ermenistan kurulmuş; ama Büyük Ermenistan projesi gerçekleştirilememiştir. AB’nin bu yıl sadece Türkiye için hazırladığı Etki Raporu’ndaki, “Türkiye ve Orta Asya’nın Türki dillerin konuşulduğu bölgeleri arasında siyasi ve kültürel bağların varlığı, bölgedeki ülkelerle olan ilişkilerde gerilimi tetikleyebilir.” görüşü, Curzon’un, Türkiye ile Türk dünyası arasındaki tampon devlet stratejisini çağrıştırmamakta mıdır? Gün bu tamponun güçlendirilip büyütülmesi günüdür. Bugün bunu gerçekleştirmenin yegane malzemesi de Türkiye’nin AB sevdasından yararlanıp önce sınır kapılarının açılmasını sağlamak, ardından olmadığını en iyi kendilerinin bildiği soykırımı kabul ettirmek, nihayetinde tazminat ve Batı Ermenistan dedikleri üç ilimizi almaktır.

Karşımızdaki güçler, geçmişi asla unutmayıp, yalan, duygu sömürüsü ve sahte belgelerle asırlık projelerin peşinde koşarken, Başbakan Erdoğan gibi tarihi, “şu olmuş, bu olmuş” sözleriyle niteleyip, sadece geleceği inşa etme iddiasında bulunmak mümkün müdür? Hele de Türkiye gibi dünya tarihine damgasını vurmuş, bugün bile büyük güçlerin arenası olan bir ülkede? Gerçekler ortadayken yöneticilerimizin, “Ermeni soykırımı var mı yok mu, gerçek manada cevap bulmak gerekir” şeklinde dolaylı kabulü çağrıştıracak açıklamalar yapması, “sözde veya iftira” ifadelerini hiç kullanmaması, hatta bunları kullanmanın çok da fark etmediğini söylemesi, “Kendi gölgesinden kaçan bir ülke olmayacağız.” demeleri ve nihayet topraklarımızda gözü olduğu belgeli bir ülke için “Türkiye çözümsüzlük değil, çözüm üzerine politikasını kurdu. Komşularımız arasında tek dargın gibi görünen Ermenistan vardır. Bunun aşılmasını istiyoruz. Çünkü dargın komşu istemiyoruz.” denmesi hazin bir görüntüdür.

Sorunun çözümü için iktidarın geliştirdiği söylenen, “İlgili ve taraf devletlerce değil, bilimsel ve tarafsız bir heyetin oluşturulması, AB, BM ya da uluslararası meşruiyeti olan bir kuruluş bünyesinde görev yapması, bu kurul tarafından Ermeni sorununa getirilecek tanımın kabul edilmesi ve bunun AB nezdinde de sorunun çözümü için çıkış kabul edilmesi” formülünün hayata geçirilmesi ise Türkiye’ye yapılacak en büyük kötülük olacaktır.

Türkiye bu kapana düşmemelidir. Bunun için öncelikle, “soykırım”ın, Batı’nın Kafkaslar ve Ortadoğu projesinin malzemesi olduğunun bilinmesi, bu gerçeğin Batı’nın da yüzüne vurularak, bu sevdadan vazgeçmelerinin istenmesi gerekmektedir. Aynı şekilde Ermenistan’a geçmişte nasıl kullanıldığının bir kez daha hatırlatılması ve tarihten ders alması çağrısında bulunulması şarttır. AB’ye ise kendisinin konunun tarafı olmadığı, olamayacağı ve bu düşmanca tutumdan vazgeçmesi gerektiği açıkça ve kararlılıkla söylenmelidir. Aksi her tutum, Türkiye’nin dipsiz bir kuyuya düşmesi, “barış elini” uzatırken, gövdesini kaptıracağı bir sürecin başlatılması olacaktır.

ESKİ DEVLET BAKANI

Yorumlar kapatıldı.