İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Rusya-Türkiye nereye?

Ekonomik yanı ağır basmaya başlayan Türkiye-Rusya ilişkisi, yakın gelecekte iki ülke arasındaki politik bağları dikte edecek mi?

2005-01-16

LERNA K. YANIK

Rusya Cumhurbaşkanı Vladimir Putin’in geçen ay Ankara’ya gelmesinin ardından bu hafta yaklaşık 500 kadar işadamı ile gerçekleşen Recep Tayyip Erdoğan’ın Moskova ziyareti, kısa süre öncesine kadar politikanın dikte ettiği iki ülke arasındaki ilişkilerin hızla gelişip, ticari yanı daha ağır basar bir hale geldiğini gösteriyor. 1985 yılında o günkü rakamlarla 400 milyon dolar civarında seyreden Türkiye’nin Sovyetler Birliği’ne olan ihracatı, 1990’da 1.5 milyar dolara ulaştı ve o günden beri iki ülke arasındaki ticaret hacmi hızla büyüyor. İki ülke arasındaki ticaret hacmi geçen sene 6.8 milyar dolarken, gelecekte 25 milyar dolarlık bir hacim hedefleniyor. Bu sayılara bavul ticareti ve Türk şirketlerinin Rusya’da üstlendikleri mütteahhitlik işleri dahil değil. Bu bağlamda, Başbakan Erdoğan’ın geniş bir işadamı topluluğuyla Moskova’ya gitmesi bu açıdan anlamlı.

Enerji kaynakları ve nüfuz alanı

Rusya ve Türkiye arasındaki ilişkiler geçmişte her zaman bu kadar işbirliğine dayalı olmadı. Soğuk Savaşı karşıt kutuplarda geçiren Türkiye ve Sovyetler Birliği, 1991’de Sovyetler Birliği’nin dağılmasından hemen sonra Turgut Özal ve o zamanki Türk liderlerinin “Adriyatik Denizi’nden Çin Seddi’ne” kadar diyerek Orta Asya ve Kafkaslar’da Türkiye’nin nüfuz alanını genişletmeye çalışmasıyla kendilerini bu sefer Türkiye ve Rusya Federasyonu olarak rakip saflarda buldular. Bu yaklaşımı Rusya, nüfuz alanına karşı girişilmiş bir tehdit olarak algıladı ve kendini savunmaya aldı.

Rusya’nın kendini savunmaya aldığı konular arasında Hazar Havzası’ndaki enerji kaynaklarının ve özellikle petrolün dünya pazarlarına nasıl ulaşacağı konusu da vardı. Amerika ve Türkiye, Rusya’nın bu konudaki tekelini kırabilmek için, Bakü’den başlayıp Ceyhan’da sonlanan yeni bir petrol hattı için lobi çalışmalarına başlayınca, Ruslar da bölgeden dünya pazarlarına gönderilecek petrolün Rusya’nın Karadeniz’deki Novorossiysk limanına akıtılması için uluslararası arenada bastırmaya başladı. Türkiye ise Karadeniz’deki limanlardan kalkacak petrol yüklü gemilerin Boğazlar’da deniz trafiğini artırarak, özellikle Istanbul şehrini haritadan silebilecek bir kaza olasılığını yükselttiğini öne sürdü. Bu kutuplaşmalara rağmen, ısrarlarından vazgeçmeyen Türkiye ve Amerika, en sonunda Kasım 1999’da Bakü-Tiflis-Ceyhan boru hattının inşası için gerekli anlaşmayı imzaladılar.

Petrol taşımacılığı konusunda Rusya ile farklı saflara düşen Türkiye, doğalgaz konusunda ise Rusya ile aynı saflarda yer aldı. 1980’lerin sonunda Balkanlar üzerinden taşınmaya başlanan Sovyet doğal gazı, Ocak 2003’te Karadeniz’in altından Türkiye’ye ulaşan Mavi Akım hattının devreye girmesiyle bu konudaki işbirliğini pekiştirdi. Ancak Mavi Akım projesi pek çok eleştiriyi de beraberinde getirdi. Öncellikle, Türkiye’nin her platformda “kardeş” olduklarını belirttiği Azerbaycan ve Türkmenistan, kendileri yerine Rusya’nın tercih edilmesine dair hoşnutsuzluklarını dile getirdiler. Ayrıca Türkiye’nin doğalgaz alımında neredeyse tek bir ülkeye bağımlı olmasının ilerde büyük sıkıntılara yol açabileceği de tartışılmaya başlandı. Bu tartışmalara Türkiye’nin ihtiyacından fazla gaz almak için gereğinden fazla para verdiği iddiaları da eklenince, 2003’te Türkiye, Mavi Akım hattından doğal gaz almayı bir süre durdurdu ve bu olay iki ülke arasında ufak çaplı bir krize neden oldu. Ama Putin’in ve Erdoğan’ın karşılıklı ziyaretleri sırasında enerji konusunun da masaya yatırıldığı gözönüne alınırsa, bu kriz şu an için geride kalmış görünüyor.

Çeçenistan savaşı, Kürt kartı

1991 yılında Sovyetler Birliği dağılırken bağımsızlığını ilan eden Çeçenistan ise arada sırada iki ülke arasında tansiyonun artmasına sebep oluyor. Rusya 1999’da ikinci kez Çeçenistan’a girip, Çeçen hareketini bir derece de olsa kontrol altına almış gibi görünse de, son zamanlarda Rusya’da düzenlenen saldırılar, bu kontrolün boyutları konusunda şüphe uyandırıyor.

Rusya’yı Çeçen Savaşları sırasında en çok rahatsız eden olay ise Çeçenistan’daki savaşa “destek” veren Türkiye’de yaşayan bazı Kafkas kökenliler. Her ne kadar Türkiye 90’ların ortasından beri “Çeçenistan Rusya’nın iç meselesidir” diyorsa da, Rusya Türkiye’nin Çeçenistan’daki savaşa Avrasya feribotunu ele geçirerek, uçak kaçırarak, Swissotel baskınını yaparak “destek” vermeye çalışanlara ve de Türkiye’den Çeçenistan’a savaşmaya giden “gönüllüler”e “yeteri” kadar sert davranmadığını iddia etti ve buna karşılık, yeri geldiğinde de Türkiye’ye karşı Kürt kartını kullanmaktan sakınmadı. Ruslar Moskova’da bir Kürt Kültür Merkezi’nin açılmasına ses çıkarmazken, Rusların aksini söylemesine rağmen, 1998 sonlarında Kenya’da yakalanıp Türkiye’ye getirilen PKK lideri Abdullah Öcalan’ın Suriye’den çıkarıldıktan sonra bir süre Rusya’da kaldığı iddiaları uzun süre gündemi işgal etti. Putin’in bu son ziyaretinde Ankara Moskova’dan PKK/Kongra-Gel’i terör örgütü olarak tanıması talebinde bulundu ama medyada çıkan yorumlara bakılırsa Ankara, en azından şimdilik, bu konuda çok somut bir cevap alamadı.

Türk-Rus ilişkisinin geleceği

Özet olarak, 90’lı yılların başında sık sık telaffuz edilen
“Adriyatik’ten, Çin Seddi’ne….” sözleri Rusya’nın Türkiye’yi Orta Asya ve Kafkaslar’da rakip olarak görmesine yol açsa da, 90’ların sonlarına gelindiğinde Türkiye’nin bu bölgede nüfuz alanı kurmasının pek olası olmadığı ortaya çıktı. Türkiye’nin bu bölge için ürettiği kültürel bazlı ve varolduğu sanılan “ortak” Türk kimliğini vurgulayan politikaları, bir süre sonra somut eylemlerle desteklenmeyince kendiliğinden hızını kaybetti. Bunun farkına varan Rusya, Türkiye’yi bu coğrafyada rakip olarak görmekten vazgeçti.

Şu an Rusya Orta Asya ve Kafkaslar’da Türkiye’den çok 11 Eylül saldırılarının hemen sonrasında Usame Bin Ladin’i yakalamak savıyla Afganistan’a giren ve aynı zamanda bu ülkeye asker ve malzeme aktarımında kullanmak üzere Özbekistan ve Kırgızistan’da askeri üsler açan Amerika’yı kendine rakip olarak görüyor. Çünkü Amerika’nın Afganistan’daki “teröre karşı savaşı” yerini Irak gibi daha kritik bir konuya bıraksa da Amerika’nın Orta Asya’daki üslerden çekilmek gibi bir niyeti henüz yok. Bu da, doğal olarak, buraları kendi nüfuz alanı içinde gören Rusya’yı bir hayli tedirgin ediyor.

Sonuç olarak Rusya ile Türkiye arasındaki bağlarda rekabet unsuru azalmış durumda. Ama bu değişim Rusya ve Türkiye arasındaki “çok boyutlu” ilişkinin her alanına henüz yansımış değil. Her ne kadar iki ülke arasındaki ticaret hacmi gün geçtikçe artsa da, Boğazlar’dan geçiş konusu, Çeçenistan’a savaşmaya giden “gönüllülere” karşı Kürt kartının kullanılması gibi politik konular arada sırada iki ülkenin arasını açıyor. Ama bunlar çözümü olmayan konular değil. Asıl soru belki de, ekonomik yanı ağır basmaya başlayan bu ilişkinin, yakın gelecekte iki ülke arasındaki politik bağları dikte edip edemeyeceği.

LERNA K. YANIK: Yard. Doç., Bilkent Üni.

Yorumlar kapatıldı.