İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

‘Soykırım’ komedisi bu yıl da sahnelenmek isteniyor

İsmet Giritli

11 Ocak 2005 Salı

İlk defa 1965’te Yunanistan ve Kıbrıs Rumlarının teşvikiyle gündeme getirilen Ermeni Soykırım Tasarılarının hepsinde, 1915-1923 arasında yapıldığı iddia edilen Ermeni Soykırımından söz edilmekte ve ‘24 Nisan 1915’ tarihi esas alınarak ‘24 Nisan’ın, ‘Milli Anma Günü’ olması istenmektedir. 1965’ten başlayarak, özellikle her beş yılda bir, Ermenistan’ın ve Ermeni lobilerinin gerişimleri ile, birtakım karar tasarılarının oluşturulduğunu biliyor ve aynı komedinin, ‘24 Nisan 1915’in 90. Yıldönümü içinde bulunduğumuz 2005 yılında da tekrarlanacağını anlıyoruz.

Bilindiği üzere, Hitler Almanyasının Avrupa Yahudilerine karşı uyguladığı imha eylemleri üzerine, dönemin İngiltere Başbakanı Churchill, dünyanın, henüz ismi konulmamış bir cinayet türü ile karşı karşıya bulunduğunu söylemiş, ABD Savaş Bakanlığı Danışmanı Rafael Lemkin, 1944 yılındaki kitabında ‘Irk’ anlamına gelen Yunanca ‘Genos’ ile, Latin kökenli ve ‘Öldürmek’ anlamına gelen ‘Cide’ ekinden oluşan ‘Genocide-Soykırım’ kelimesini üretmiştir. Lemkin’i takiben, BM Genel Kurulu tarafından 11 Aralık 1946 tarih ve 96 sayılı kararla soykırımın bir devletler hukuku suçu sayıldığını ve nihayet, BM’nin 9 Aralık 1948 günü kabul ettiği ‘Soykırımın önlenmesi ve cezalandırılması hakkındaki sözleşme’nin 2. maddesinde Soykırım suçunun unsurlarının belirlendiğini biliyoruz.

Bu maddeye göre soykırım, ulusal, etnik, ırksal veya dinsel bir grubu, toptan veya bir bölümünü yok etmek kasdı ile grup üyelerinin öldürülmesi, fiziki veya akıl bütünlüğünün ağır şekilde zedelenmesi, fiziki varlığının tümü veya bir bölümü ile yok edilmesi sonucunu verecek hayat şartlar içinde tutulması, grup içinde doğumları önleyecek önlemler alınması, bir grup çocuklarının başka bir gruba zorla geçirilmesi eylemlerinden herhangi birine başvurulmasını öngörmektedir.

Kısaca: Soykırımda planlı ve koordineli devlet politikası haline gelmiş eylemler söz konusu olduğu gibi ‘Soykırım’ ancak belirli unsurların varlığını gerektiren bir suçtur. Yoksa, birtakım kişilerin ve kuruluşların yakıştırmalarına ve oy çokluğuna göre belirlenmez.

Oysa, ‘Soykırım’ olarak yutturulmak istenen 1915 tarihli Sevk ve İskan Kanunu ve uygulanması, savaş içindeki Osmanlı Devletinin güvenliği için çıkarıldığı gibi, herhangi bir etnik grubu değil sadece devlet güvenliğine tehdit oluşturanları amaçlamış ve fakat yine de bunların sevklerinde güvenlikleri için uygulanacak esaslar kararnameler ile düzenlemiş ve bu mevzuata uymayan Osmanlı Devlet memurları yine Osmanlı Devleti tarafından idama varan çeşitli cezalara çarptırılmıştır.

Diğer taraftan, Birinci Dünya Savaşı yıllarında Doğu Anadolu’da yaşanan ve hem Müslümanların hem de Ermenilerin ölümleri ile sonuçlanan olayların bir ‘Soykırım’ olmadığı gerçeğinin, Mondros Mütarekesini takiben İstanbul’u işgal eden İtilaf Devletleri ve özellikle İngiltere tarafından belirlendiğini ve neticede ne savaş dönemi İstanbul Hükümeti ne de Malta’daki Türk tutukluları hakkında, soykırım iddialarını kanıtlayacak hiçbir delilin bulunmadığını biliyoruz.

Hal böyle iken, Sözde Ermeni Soykırımı suçlamasını, 1946 Milletlerarası Nürenberg Mahkemesi kararı ile kesinlik kazanmış olan Almanların Yahudi Soykırımı ile eşdeğerde görerek, Türkiye’yi ve Türkleri, parlamento kararları ile mahkûm etmeye kalkışmak hem iğrenç bir iftira, hem de büyük bir hukuk skandalıdır.

Yorumlar kapatıldı.