İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Hür ve Dostça Yaşanacak Bir Türkiye ve Coğrafyası İçin!

Raffi A. Hermonn

Gazeteci-Araştırmacı-Sinemacı

P a r i s’t e
“Ermeni-Türk, bir Demokratik Diyalog Hareketi için
Girişim„
Kurucusu ve Sözcüsü

Bu satırları, kimliğimi oluşturan üç temel yapının, özelliklerini iliklerime kadar hissedip özümseyerek, duygularımın üst sınırıyla akılsal reflekslerimin birbirine kenetlenmesi sonucu, kaleme alabildiğimi, söylemeliyim.

Hıristiyan Ermeni kökenli olarak, benim seçme sansım olamadan, doğmuş olduğumdan “ağır ama onurlu bir misyon”u üstlenmiş; ancak İstanbul Ermenisi olduğumdan, misyonum itibariyle “hayli şanslı ve çeyrek asırdır da, Fransa’da yaşamam dolayısıyle Avrupa vatandaşı olduğum icin de, kendimi keyifli yâni “zevk alır” hisseden birisiyim.

Diyaspora’daki çoğu soydaşımın tersine, AB’ne üye olma amacıyla, müzâkere başlama tarihinin, Türkiye’ye verilmesi yönünde, mesleğim gereğince, çokça ifadede bulunmuş, sorulara yanıt vermiş ve bu doğrultuda fikir beyan eden kampanya ve makalelere imzalar atmışım.

Yâni Türkiye’nin, “müzakerelerin başlayabilmesi için” 3 Ekim 2005 tarihini, 17 Aralık’ta aldıktan sonra, bu fikri, kolayca, beyan edenlerden, çok şükür ki değilim.

Türkiye’nin, 3 Ekim 2005 tarihini alınca, gerek Fransız vatandaşı (da) olmamdan gelen Avrupalılığım; gerek doğuşumdan gelen Ermeniliğim; gerekse de asırlarca bu topraklarda var oluşum, yâni Batı Ermenisi olmamdan gelen, tartışılamaz Türkiyeliliğimin ışığı altında, dün-bugün-yarına bakmak ve bunu okuyucularımla paylaşmak istedim.

“Hasta” sıfatının, kimler için kullanıyorsak, işte onların rencide olmamaları amacıyla, gelin “nezle” sıfatını kullanalım … Evet “nezle !”

Kronik nezle olmuş, kişi veya zümrelerin, “nezle”lik durumundan çıkabilmeleri için, önce kendilerinin “nezle”liklerini kabul etmeleri; gerçek dostların da, sözkonusu kişi ve zümrelerin yüzlerine, geveleyip, kem küm etmeden “nezle” olduklarını, açıkça söylemeleri şarttır.

Fransa Ermenilerinin, (sessiz çoğunluğun yanında azınlıkta kalan) başını çektiği AB’den bir grup Ermeni “Türkiye’nin, AB ile müzakerelerin başlaması için tarihi alabilmesine engel (!) olabilmek” için, Avrupa’daki Ermeni Diyaspora’sını şaha kaldırmak istedi.

600 bine yakını Fransa’da olan, 1 milyona yakın Ermeni kökenli nüfusun var olduğu Avrupa’nın dört bir yanından … topu topu (diyelim) 6 bin Ermeni Brüksel’e gitti !

Sonuçta, TÜRKİYE AB’DEN TARİH ALDI !

Hem de, Türkiye Başbakanı’nın, müzâkere masasından bir ara “Good bye !” deyip, çekilme restinin, tüm Avrupa’lı politikacılarca görülerek, onu bizzat geri çağırta çağırta ! …

Kısacası : “… Ve amacımıza ulaştık, Ermenilerin istemlerini başta Fransa, birçok Avrupalı Bakanın aracılığıyla, gündeme yerleştirdik, insanları Brüksel’e taşıyabildik !” gibi söylemlerde sakın bulunmayalım, “nezle” olmamız yetmiyormuş gibi, bir de gülünç oluruz çünkü …

Gülünç olunmanın “gelecek kuşaklara Ermeniliğin mirâs bırakılması !” ve “asimilasyona karşı mücadele !” gibi, aslında uğrunda tüm bu mücadelerin verildiği, kavramların 1 numaralı düşmanı, olduğunu unutmayalım …

Sadece Ermenilerin değil, tüm Diyaspora’ların, baş sorunu olan “kimlik korunması” için, en kolay ama en sağlıksız yol olan “ırkçılığa varan milliyetçilik”e başvurulduğu takdirde, varılan nokta … NEZLE OLMAK’tır …

Bir kimliğin varlığını korumak, devam ettirmek, dahası el topraklarında köksalmasını, sürekli “uzakta olan bir düşman” üzerinden ve “gerçekleşmeyeceği yüzde yüz bilinen, ama kin – nefret tohumları eken, abartılı idealler ve rüyalar vaat ederek” sağlamaya çalışmanın, özneleri giderek kronikleşen bir NEZLE haline dönüştürmekten başka bir işe yaramadığını, söylemeye gerek var mı acaba ? …

Birkaç bin Ermeninin, Strasbourg’da toplanarak : “AB’ye girebilmesi için Ermeni Soykırımı’nın resmen tanımasının şart olduğunu, Türkiye’ye kabul ettirilebileceğine” inanmış, bir Ermeni gencinin, 18 Haziran 1987’deki ruh halini bir tasavvur edin … Aynı gencin 17 Aralık 2005’te otobüse doluşturularak getirildiği Brüksel’deki ruh halini de !!!

Sorun tabii ki bu gençte değil, asıl … gerçekleşmeyeceği yüzde yüz bilinmesine karşın, benzeri hayalleri, “Ermeni kimliğini koruma” adına, bu gence sunup satan, azınlıkta da olsa, seslerini göreceli olarak duyurtabilen, bazı Diyaspora yöneticilerindedir.

Sonuçta : “yine kandırıldık !”, “yine bizi kazıkladılar !”, “yine bizi aldattılar !” ve yine “başarısızlığa uğratıldık !” diye hüsrana uğrayan, morali gitgide düşen, özgüvenini kaybeden ve bu yalanların, adına yapıldığı “Ermeni kimliği”nden, böyle uzaklaşan, yüzbinlerce genç !

Halbuki, emek istediği için, belki biraz daha zor, ama daha sağlıklı olacak :“farklılıklarla orijinal olma” ve “bu orijinallikler / farklılıklardan onur duyma” ve nihayet “farklılık ve orijinallikten onur duyulup, kimliği koruma”yöntemine başvurulunca, NEZLE olmak kâbil olmayacaktı, olmayacak ve … olmuyor !…

Fransa ise, 18 Haziran 1987’de Strasbourg’da yaptığı gibi, bu kez 17 Aralık 2004’te, Brüksel’de, Türkiye’ye karşı mümükün olduğu kadar “pazarlık gücü” kazanmak, sıkştırmak ve ülke içinde Türkiye karşıtlarının tansiyonu kontrolde tutmak için, Ermeni Sorunu’nu kullandı…

Fransa ve Avrupa’nın birçok ülkeleri, insanlık onurunun ayaklar altına alındığı, Ermeni Soykırımı gibi bir konuyu, aslında hiç umurlarında olmadan, şu ya da bu “devlet çıkarları” için, pazarlık masalarına meze yaptıkları, (tıpkı 1919’daki Türk Nüremberg’inden, birdenbire ağırlıklkarını çıkarmiş oldukları gibi) Ermeni Diyasporası (çünkü Ermeni Devleti çoktan bunun bilincindedir !) hem de Türkiye’nin statükocu olan bazı yöneticilerince kabul edilmelidir.

Türkiye’nin de, uluslararası ilişkilerinde, her sıkıştığı anda, önüne sürülecek dosyalardan hiç olmazsa birini, artık “kullanma tarihi dolmuştur !” durumuna getirebilmek için, birçok ülkeyi şaşırtarak, AB aile üyesi olma gereklerinden birini (bunu) DE, yerine getirebileceğini gösterip, “sırtındaki kamburların en büyüğü”nden veya Charles Aznavour’un dediği gibi “bunca yıldır, rahat yürümesine engel olan, ayağındaki dikeni”nden, bir an önce kurtulabilmesi gerekir !

Sözün kısası, Türküyle, Ermenisi başta olmak üzere, kendi aralarındaki sorunları çözüp, üçüncü taraflara “size gölge etmemek düşer !” dedirtecek bir akıllılıkla (evrensel bir şair olan !) Nazım Hikmet’in dediği gibi : “Bir ağacın tek ve hür ama bir orman içerisinde de dostça yaşayabileceği” bir ülkeye dönüştürmek, gerekiyor Türkiye’yi.

Böylece, her iki halkın da “kimliği, milliyetçilik çimentosuyla, tutma” taraftarları, çaresiz kalacaklardır.

Yorumlar kapatıldı.