İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Eleştirel kutsallık

Türker Alkan

Şimdiye kadar ‘kutsal’ olmayan bir şey uğruna savaşıldığını, kan döküldüğünü, insan öldürüldüğünü gördünüz mü? En büyük katliamlar, en kutsal amaçlar için yapılır.

Amerika, Irak’ta elbette kutsal bir amaç için çocuk öldürüyor, Felluce’yi dümdüz ediyor: Özgürlük ve demokrasi uğruna. Bundan daha kutsal ne olabilir?

Iraklı direnişçiler de müttefik güçlerine karşı aynı derecede kutsal amaçlarla savaşıyorlar: Ulusal onur, bağımsızlık, dini değerler…

Her iki taraf da savaşlarının haklılığından, kutsallığından çok emin oldukları için işkence yapabiliyorlar, insanları kıtır kıtır boğazlayabiliyorlar.

Geçenlerde Can Dündar, Dünya Ermenileri Başpatriği Karekin’e soruyordu: “Din temelli bir medeniyetler çatışmasından söz ediliyor. Nasıl karşılıyorsunuz?”

Patrik, vermesi gereken en akıllıca yanıtı veriyor: “Bu çatışmaların içine dini bir temel koymak çok yanlış.

Bu tür paralellikler kurmak yeni tehlikeler yaratır. Tersine sorunların çözümü için dikkatimizi işbirliğine yöneltmeliyiz. Hiçbir din, savaş dini değildir.”

Başpatriğin, bulunduğu konum gereği elbette böyle konuşması gerekiyor. Ama gerçekte hiçbir din savaş dini değildir, dinlerin hepsi barıştan yanadır, diyebilir miyiz?

Hiç sanmıyorum. Tarihi gerçek şu ki, büyük dinlerin hemen hepsi büyük savaşlara yol açmıştır. Büyük olmalarını biraz da bu savaşlara borçludurlar.

Hıristiyan Ermenilerle Müslüman Türklerin ve Kürtlerin çatışmalarını bir tarafa bırakalım. ‘Birisi bir yanağına vurursa, öbür yanağını da çevir,’ diyecek kadar barışçı olan Hıristiyanlık, dünyaya ne kadar barış getirdi? Kutsal topraklara yapılan Haçlı Seferleri neydi? Ya kendi aralarında yaptıkları din savaşları? Ya dinsizleri veya başka dinden olanları cayır cayır yaktıkları engizisyon mahkemeleri? Ya kökü kazınan Amerikan yerlileri?

İki yüzyıl içinde dünyanın önemli bir bölgesini işgal eden ve insanları kılıçtan geçiren Müslümanlar çok mu barışçıydı? ‘Cihat’, ne demektir? ‘Darül İslam’, ‘Darül harp’ ne anlama gelir? Fransa’ya ve Viyana kapılarına kadar dayanan Müslümanlar bu işi barışçı yoldan mı gerçekleştirdiler? Çok uzaklara gitmeye gerek yok. Kahramanmaraş’ta ve Sivas’ta olanları din uğruna haklı görenler ve gösterenler az mıydı?

RP Genel Başkan Yardımcısı Şevket Kazan, Sivas’ta adam yakanların avukatlığını üstlenmeye kalkmadı mı? 11 Eylül saldırılarının gerekçesi neydi? İstanbul’da havranın ve İngiliz Konsolosluğu’nun önünde patlayan bombaların amacı neydi?

Hindistan’da yaşanan Hindu-Müslüman-Sih çatışmaları hâlâ sıcaklığını korumuyor mu? İkinci Dünya Savaşı’nda fırınlarda yakılan Yahudiler dini önyargılara kurban gitmedi mi?

Yalnız din değil, kutsallık tanıdığımız her şey uğruna insanlar öldürülmüştür. Tarih, bunun örnekleriyle doludur. Paradoks şurada ki, insanlar, varlıklarının nedenini açıklamak, yeryüzündeki seyahatlerine bir anlam verebilmek için de ‘kutsal’a muhtaç gözüküyorlar.

Bu ‘ontolojik’ anlamda bir kutsal olabileceği gibi, toplumsal veya tarihsel anlamda bir kutsal da olabilir.

İnsanların ‘kutsal’sız yapabileceklerini (en azından ruh sağlıklarını tehlikeye atmadan) sanmıyorum. Belki yapılacak şey, insan varlığının, onurunun ve eleştirel aklın da kutsanması, demokrasinin de kutsal değerler mertebesine çıkarılmasıdır.

Kutsallığın eleştirilebilmesi, ancak eleştirinin kutsallaşmasıyla mümkün gözüküyor.

Yorumlar kapatıldı.