İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Arşivlerin temizlenmesi

Belge imha etmek son derece önemli bir yönetici kültürü. Belki benim kuşağın insanları, büyüklerine ait birtakım belgeleri bir yerlerde bulur çıkartırlarsa, belge imhayı meziyet diye gösterenlerin dışında, insanlarımız olduğunu da gösterebiliriz

2004-12-26

TANER AKÇAM

Ayşe Hür’ün “İmha edilen kaçıncı arşiv” başlıklı yazısı bana Ermeni soykırımı konusundaki imhaları hatırlattı. Belgelerin sistemli olarak imha edilmesi kültürümüzün önemli bir parçası gibi gözüküyor. Sabah gazetesi 7 Kasım 1918 tarihli haberinde, “Ermeni kıtaline aid” devlet belgelerinin “hükümetçe arandığı halde bulunamadığı”nı aktarır ve “Talat Paşa ve maiyetinin” iktidarı terk etmeden önce “Kıtal hakkında verdikleri tüm emirleri imha etmiş olmaları muhtemeldir” der. Haber doğrudur; nitekim Mayıs 1919’da, İstanbul Divan-ı Harb-i Örfi’de, İttihat ve Terakki yöneticileri hakkında açılan davanın iddianamesinde savcılık makamı Teşkilat-ı Mahsusa’ya ve İttihat ve Terakki Merkez Komitesi’ne ait evrakların “aşırılmış” olduğunu söyler. Savcı ayrıca, dönemin Emniyet Genel Müdürü Aziz Bey’in, Talat Paşa’nın istifasından önce daireden birçok dosyayı alıp beraberinde götürdüğünü ve bu dosyaların bir daha iade edilmediğini bildirir. (Takvim-i Vekayi 3540)

Nitekim, birçok anı kitabında Talat Paşa’nın, yurtdışına kaçmadan önce “evvela bir bavul evrakla, Arnavutköy kıyısında… bir yalıdaki dostuna” gittiği, “bu evrakın yalının alt katındaki ocakta yakıldığı nakledilir.” (Şevket Süreyya Aydemir, Enver Paşa, Cilt 3, s. 468) İttihatçı önderlerin yargılandığı ana davanın değişik oturumlarında, Mithad Şükrü, K. Talat ve Ziya Gökalp (özellikle ikinci ve beşinci oturumlarda) verdikleri ifadelerde, Merkez Komite’ye ait evrakın Doktor Nazım tarafından alındığını söylerler. (Takvim-i Vekayi 3540, 3543, 3554) Belgeleri alıp götüren bir tek İttihatçılar değildir, Alman subaylar da birçok belgeyi “araklamışlardır”. Harb döneminde, Osmanlı Genel Kurmay Başkanlığı görevinde bulunan Hans F. L. Von Seeckt, Almanya’ya dönerken, Osmanlı Harbiye Nezareti’ne ilişkin önemli bir kısım belgeyi beraberinde götürür. Sadrazam İzzet Paşa durumu protesto eder ve belgeleri geri ister. Berlin, belgeleri geri gönderme sözü verir ama hiçbir zaman yerine getirmez. (AA. Türkei 158/21, A48179, Büyükelçi’nin, 11 Kasım 1918 tarihli telgrafı)

Oku, imha et!

Sabah gazetesinin bilemediği önemli bir nokta var: Bazı belgelerin bölgelere yollanırken, aynı zamanda yakılmaları veya imha edilmelerinin emredildiği… Bugün her nasılsa Osmanlı arşivinde kalmış, 22 Haziran 1915 tarihinde Emniyet Umumu Müdürlüğü tarafından, Talat Paşa imzasıyla tüm vilayet ve mutassarıflıklara çekilen şifreli bir telgrafta, sevk edilen kafileler içinde din değiştirenlere nasıl davranılması gerektiği bildirildikten sonra şunlar söylenir: “…ve bu tebligatımızın icab edenlere hususi suretti tefhimi ile iş bu telgrafname kopyesinin telgrafhaneden ahz ettirilerek imhası.” (DH ŞFR 54,100) Elimizde, bölgelere, ellerindeki belgelerin yakılması için emirler gönderildiğine dair başka bilgiler de vardır. Örneğin, yukarıda sözünü ettiğimiz iddianamede, Der Zor Mutassarıfı Ali Suat’a, okuduktan sonra telgrafı yok etmesi talimatı verildiği aktarılır. Yine, bir başka dava, Yozgat Davası’nın 3. oturumunda (10 Şubat 1919) hakim, Boğazlıyan Kaymakamı Kemal’in, Mazhar soruşturma komisyonu önünde verdiği ifadeyi okur. Burada Kemal kendisine okuduktan sonra imha etmesi gereken telgrafların yollandığını söyler. (İkdam 11 Şubat 1919)

Bakanlar Kurulu hakkındaki davanın 3 Haziran 1919 tarihli oturumunda, eski Posta Bakanı Hüseyin Haşim, Harbiye Nezareti’ne ait belgelerin yakıldığını söyler. Ayrıca Çatalca’ya belgelerin yakılma emrinin gittiğini de 5. oturumda kabul eder. (Takvim-i Vekayi 3571 ve 3573) Çatalca Posta ve Telgraf Müdir Vekil-i Sabıkı Osman Nuri Efendi hakkında bu nedenle ayrı dava açılır. Dava 4 Ağustos 1919’da başlar. Suçlama, evrak yakmaktır. Sanık ifadesinde, “Verilen emir üzerine bazı evrakı yaktım. Amirlerim kendi mesuliyyetleri tahtında olarak falan seneden falan seneye kadar olan evrakı yak dediler, yaktım” der. Davanın sonucu belli değildir. (Alemdar gazetesi, 5, 6 Ağustos 1919)

Refik Halid’in anıları

Belge yakma eylemi savaşın kaybedilmesinden sonra da devam etti. 14 Ekim 1918’de Ahmet İzzet Paşa Kabinesi’ni kuran İzzet Paşa, aynı zamanda Harbiye Nazırlığı’nı da üstlenir ve Teşkilat-ı Mahsusa Müdürlüğü’ne “hemen çalışmalarını durdurması, arşivlerini yoketmesi…” talimatını verir. (Hüsamettin Ertürk’ten aktaran Bilge Criss, İşgal Altında İstanbul, s. 147) Ahmet Esat (bilinen adıyla Esat Uras) İngiliz görevlilere, Ermenilerin imha edilmesi konusunda bir toplantı yapıldığını ve kendisinde bu toplantının el yazması tutanağı olduğunu iddia eder ve bunu satmaya kalkar. Bunun üzerine tutuklanır ve ifadesinde, “Silah bırakışması anlaşmasından biraz önce, görevliler, geceleri arşiv bölümüne gidip, belgelerin çoğunu temizlediler” der. (FO 371/4172/31307, Heathcotee Smith’in 4.2.1919 tarihli raporu)

Refik Halid Karay, önemli bir gazeteci, önemli bir edebiyatçı olmasının ötesinde, ayrıca mütareke döneminde Posta-Telgraf Genel Müdürlüğü yaptı. Bu döneme ait anılarını “Minelbab İlelmihrab/Mütareke Devri Anıları” adıyla yayınladı. Anıları Aydede dergisinde 1948 yılında yayınlanırken, PTT’de uzun yıllar hizmette bulunmuş H. Sadık Durakan kendisine bir mektup yazar. Karay, bu mektubu kitabına koyar. Mektuptan kısa bir bölüm şöyledir: “…Mütareke devresinde bu idarede şahit olduğum bir hadiseyi zatı alinize hatırlatmayı arzu ediyorum. Malumunuz olduğu üzere, Mondros Mütarekesi’ni müteakip itilaf devletleri orduları muhtelif istikametlerden topraklarımıza girmek suretiyle yurdumuzu yer yer işgale başlamışlardı. Bu işgal sıralarında PTT merkezlerindeki muhaberata ve mevcut evraka da vaziyet edileceği düşünülerek devlet muhabere evrakının düşman eline geçmesini önlemek maksadıyla Mehmet Emin Bey tarafından bütün merkezlere, makam adına telgrafla tebligat yapılarak mevcut resmi evrakın, telgraf kopya ve asıllarının kamilen imhası lüzumu bildirilmişti.” (R. H. Karay, Minelbab İlelmihrab, s. 271-2)

Bölgelere yollanan bu tellerden bazıları İngilizler tarafından ele geçirilir. Örneğin, 1919 Haziran ayında Dahiliye Nezareti’nden Antep valiliğine çekilen ve İngilizlerin eline geçen telgrafta, 1914-1918 arasına ait resmi telgrafların tümünün imha edilmesi yazılıdır. Hariciye Nezareti, İngilizlere bu eylemleri nedeniyle protesto notosu verir ve ama böyle bir emrin verilmiş olduğunu kabul eder. (FO371/4174/102 551: folios 108-111)

Belge imha etmek, sadece resmi kurumların yaptığı bir iş değildir. Bireyler de ellerindeki belgeleri imha etmek gibi bir kültüre sahiptirler. 1926’da Ankara İstiklal Mahkemesi’nde görülen İzmir Suikasti davasında sanıklardan, İstanbul İttihat ve Terakki Merkezi Umumi üyesi Kör Ali İhsan Bey, sorgusunda, elindeki tüm belgeleri yaktığını söyler. (1926 Ankara İstiklal Mahkemesi, İzmir Suikasti İddianame ve Savunmalar, teksir metin). Ellerindeki belgeleri yakanlar, ileriki yıllarda, anılarını yazdıklarında yaptıklarını anlatmaktan çekinmediler. İki örnek vermek istiyorum. Önemli bir İttihatçı lider olan Ali Münif Bey, kaymakamlık, valilik gibi çeşitli idari görevler yanı sıra son İttihat ve Terakki kabinesinde Nafia Bakanı olarak da görev yapmıştı. Ali Münif, Adana’daki tehcir olaylarına katıldığı için tutuklanmış, daha sonra Malta’ya sürülmüştü. Tutuklanmasına neden olan belge için şunları söyler: “Esasen, daha mühim evrakı zamanında imha ettiğim halde, bunu bavulun küçük cebinde unutmuşum… İmhasını unuttuğum bu vesika aleyhimde suç delili olarak kullanılıyordu.” (Taha Toros, Ali Münif Bey’in Hatıraları, s. 96-7)

Yönetici kültürü

İkinci isim, Ahmet Rifat Çalıka’dır. Kurtuluş Savaşı yıllarında Adalet Bakanı olarak da görev yapan Çalıka’nın anıları büyük oğlu Hurşit Çalıka tarafından yayınlanmıştı. Hurşit Bey babasının önemli bir huyundan bahseder: “Onu, aynı devri yaşamış olan Türk aydınlarının çoğundan ayıran tarafı, tanık olduğu çeşitli olayları… günü gününe not etmiş, değerlendirmiş olmasıdır. Eline geçen bazı belgeleri de, kendisinden sonra gelecek kuşakların faydalanabilmesi için saklamayı ihmal etmemiştir. …Ne yazık ki bu not ve belgelerin çoğunu, bundan sonra gelecek anılara önsözünde anlatacağı nedenlerle, zaman zaman ortadan kaldırmak, yakmak zorunda kalmıştır.” Sözü edilen neden basittir. Rifat Bey’e de İstanbul Divan-ı Harbi Örfi tarafından aranmaya başlandığı kendisine önceden haber verilir. Ayrıca, soruşturmayı yapan savcı, hakim ve tutuklamayı yapacak olan Jandarma Alay Komutanı tarafından özel korumaya alınır. Anılarında Rifat Bey şunu söylüyor: “Savcı bir gün Vilayete şifreli bir telgraf geldiğini, Kayseri’ye karma bir komisyon gelerek tehcir işini inceleyeceğini, şüpheli görülenler hakkında soruşturma ve kovuşturma yapacağını, evleri arayacağını… bana bildirdi. Okul arkadaşımla birlikte eve geldik, belge ve anılarımı yaktım… Sakladığım belgeleri de 1934 Şubatında yok etmek zorunluluğunda kaldım.” (Ahmet Rifat Çalika’nın Anıları, s. 7, 15-6) Rifat Bey’i ikinci kez belge imha etmeye iten olay, Kazım Karabekir’in Erenköy’deki yalısının aranmış olmasıdır.

Görüldüğü gibi, belge imha etmek son derece önemli bir yönetici kültürüdür. Bu nedenle, birileri, belgelerin imha edilmiş olduğu rahatlığı ve güvenliği ile “Ermenilere hiçbir şey olmamıştır, tüm belgeler kayıtlı ve yerindedir” diye nutuklar atıyorlar. Ne diyeyim, belki benim kuşağın insanları, büyüklerine ait birtakım belgeleri bir yerlerde bulur çıkartırlar da belge imhayı meziyet diye gösterenlerin dışında, hakikatin peşinde koşan insanlarımız olduğunu da gösterebiliriz.

Yorumlar kapatıldı.