İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Topraklarımızı alıp İncillerini verdiler

Bir Afrika meseli şöyle der: ‘Hristiyanlık Afrika’ya geldiğinde, Afrikalıların toprakları, Hristiyanların ise İncilleri vardı. Hristiyanlar bize gözlerimizi kapayarak dua ve ibadet etmeyi öğrettiler. Gözlerimizi açtığımızda onlar bizim topraklarımızı, biz de onların İncillerini almıştık’

Bütün bu faaliyetler hiç kuşkusuz misyonerler tarafından yürütüldü. Ülkemizde son yıllarda artan misyonerlik faaliyetlerinin amacı ne? Geçmişte neler yaptılar? Gelecekteki hedefleri neler? Yoksa tıpkı Afrika’daki gibi toprakları ele geçirmek için İncil’i mi kullanıyorlar?

Anadolu toprakları farklı çağlarda farklı misyonerlik faaliyetlerine sahne oldu. Büyük İskender kendi ordularıyla birlikte Helen putperest tapınaklarını Anadolu üzerinden Afganistan’a dek taşıyıp yerleştirdi. Hz. İsa’nın 12 havarisinden Tarsuslu Aziz Pavlus (St. Paul) MS 33 yılında onun öğretisini yaymak için Anadolu’da şehir şehir gezdi. Putperest halkı Hristiyanlığa döndürerek ilk cemaatleri kurdu. Üç asır sonra ise Hristiyanlık Doğu Roma İmparatorluğu’ndaki pek çok inançtan biri olmaktan çıkıp resmi din olarak kabul edildi.

Ancak misyonerlik faaliyetleri böylece son bulmadı. Hristiyanların gözü, daima ilk kiliselerinin kurulduğu Anadolu’da ve Ortadoğu’da oldu. Doğu Roma (Bizans) İmparatorluğu’nun yıkılması sürecinde Müslümanlaşan Anadolu, Küdüs’ü ele geçirmeye yönelik Haçlı Seferleri’nin bazen güzergahı, bazen de hedefi oldu. Güneydoğu Anadolu’da Kontluklar, Prenslikler kurulup yıkıldı.

Haçlı Seferleri’nin kalıcı sonuçlar sağlamaktan uzak kaldığını farkeden Fransisken rahibi Raymond Lulle (1235-1315), kendinden sonraki misyonerlerin yolunu çizen yazılar kaleme aldı. Bu yeni ve daha etkili savaş yöntemi, İslam ilim ve düşüncesinin öğrenilerek Müslümanları içten zaptetmeye yönelikti. Lulle’e göre; Müslümanları Hıristiyanlaştırmak için çalışan misyonerler, öncelikle sevgiyi esas almalıydı. Ardından da onların özgürce bu dini seçmelerini sağlamak gerekiyordu. Ancak inat gösterenlere karşı güç kullanarak Hristiyanlığı kabul ettirmek meşru kabul edilebilirdi.

Osmanlı topraklarında ilk misyonerler

Osmanlı Devleti’nde yerli Hristiyanların dışında, yurtdışından din adamı getirerek dini faaliyetler yürütme için ilk imtiyazlar 16. Yüzyıl’da, kapitülasyonlarla birlikte tanınır. Farklı mezheplerden Fransız Kaltolik misyonerleri, kendi cemaatlerinin ihtiyaçlarını karşılamak üzere Osmanlı Devleti’nden manastır kurma ve okul açma imtiyazları alır, ancak faaliyetleri zamanla bu kurumların dışına çıkmaya başlar. Asırlar içinde İtalya, Avusturya-Macaristan, İngiltere, Almanya ve son olarak da ABD benzer imtiyazlar edinir. St. Joseph, St.Michel, St. Pulcherie, Notre Dame de Sion, St.Georg, Robert Lisesi gibi günümüzde de ayakta olan pek çok yabancı okulun temelleri, bu imtiyazlara dayanır.

Anadolu’nun yanısıra günümüzdeki Yunanistan, Eski Yugoslavya, Lübnan, Suriye, Filistin topraklarında pek çık misyoner okulu veya kurumu, özellikle 19. yüzyılda sayılarını iyice artırarak faal olur. Çünkü Yeniçağ’da Avrupa’nın ekonomik ve siyasi üstünlüğünü kurmaya başlamasıyla da misyonerler yeni biçimlerde bu topraklara yönelir. Amaç bu kez salt din yaymaktan çıkıp aynı zamanda siyasi nüfuz kurmaya da yönelmiştir. Tanzimat sonrasında azınlık haklarıyla ilgili yeni düzenlemelere gidilmesiyle misyonerlik faaliyetleri yeni bir ivme kazanır. Diplomatik misyonlar bazen dini misyonlar gibi çalışır.

Ulus devletlerin kuruluşu ve misyonerlik

Misyonerler hemen her dönemde Müslüman nüfusu da Hristiyanlaştırmayı denemiş, ancak bunda başarılı olamayınca Gayrımüslim cemaatlere yönelmişlerdi. Müslümanlar gibi Yahudiler de misyonerlere hayal kırıklığı yaşatmıştı. Kendi cemaat örgütleri güçlü olan Rumlar da misyoner etkilerinden uzak kalır; Slavlar ve Ermeniler ise, modernleşen dünyada onlara sahip çıkan ve cemaat içi ihtiyaçlarını gidererek, kimlik bilincine varmalarını sağlayan misyonerleri sahiplenir. Slav uluslarının 1830’da Sırbistan’ın kurulmasıyla başlayan, milli kimliğini yaratarak bağımsızlığını kazanma süreçlerinde misyoner faaliyetlerinin katkısı büyüktür. Benzeri bir durum, Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Ortadoğu’nun şekillenmesi sırasında, Fransız misyonerlerinin 16. Yüzyıl’dan bu yana çeşitli Arap Katolik cemaatleri kurduğu Lübnan’da yaşanır.

Anadolu topraklarındaki misyonerler özellikle Ermenilerle ilgilidir. Fransız ve İtalyan misyonerlerinin etkisiyle 17. Yüzyıl’dan sonra Anadolu’nun çeşitli kentlerinde Ermeni Katolikleri, Kadim Ermeni Kilisesi’nden ayrılarak kendi cemaatlerini kurar, Adana’ya bağlı Misis metropolitliği bir süre bu cemaatin merkezi olur.

Son misyoner: ABD

Misyonerlik tablosuna en geç girenler ABD’li Protestanlardır. Robert Kolej, ABD toprakları dışındaki ilk misyoner okulu olarak 1863’te İstanbul’da faaliyete geçer. Okul kurulduğunda, gençlere okuma-yazma ve din; kızlara ev işi ve dikiş-nakış erkeklere ise zenaat öğretilen küçük bir kurs merkezidir. . Bu okulların büyük kısmı 1810 ‘da Boston’da kurulan ve kısaca American Board olarak anılan American Board of Commissioners for Foreign Missions (ABCFM) isimli teşkilat tarafından açılmıştır. ABD’li misyonerler böylesi okulları-genellikle sağlık kurumları da içerecek biçimde- Sivas, Harput, Talas, Antep, Maraş, Tarsus, Erzurum başta olmak üzere, Anadolu’nun pek çok şehrinde örgütler. Harput önemli bir misyonerlik üssü haline gelir. Protestanlığı seçen pek çok Ermeni,

19 Yüzyıl sonlarında buradan ABD’ye akın akın göçer.

Bu kurumların raporlarında, 16. Yüzyıl’dan beri tüm misyonerleri hayal kırıklığına uğratan, yerli Müslüman nüfusun Hristiyanlığa ilgisizliği somut olarak anlatılmıştır. Uygur Kocabaşoğlu’nun ‘Osmanlı İmparatorluğu’nda Misyoner Okulları’ çalışması, bu kurumların faaliyetlerini, kendi belgelerini kaynak göstererek ayrıntılı biçimde anlatır.

ABD Lozan’ı niye geç kabul etti?

ABD’lilerin bu faaliyetleri sonunda Ermeni cemaatinden bir kopuş daha yaşanır ve Ermeni Protestan Kilisesi kurulur. Böylece kendi kurdukları cemaatleri himaye etme imtiyazı alan Avrupalı ülkelerin saflarına ABD de katılır. Osmanlı Devleti’nde faaliyet gösteren pek çok misyoner grubu, kendi ülkelerinin nüfuz alanlarını belirleyerek bu bölgelerde bağımsız milli devletlerin kurulmasını sağlamışlardı. Misyonerlerin faaliyet sahalarıyla örtüşen bu nüfuz sahaları Sevr Anlaşması’na dek yansımıştır. 1914’te Osmanlı sınırları içinde 500’e yakın misyoner okulunda 59.414 öğrenci okumaktaydı.İstanbul’daki Robert Kolej’in mezunları arasında, genç Balkan ülkelerinin müstakbel devlet adamları vardı. Misyonerlerin bu yolda sonuçsuz kalan tek çabası, Ermenilere yönelik faaliyetler olmuştu. Anadolu’da planlanan bağımsız Ermenistan kurulamamış; ABD de misyoner lobicilerin etkisi dolayısıyla Lozan Antlaşması’nı önce reddetmiş, uzun diplomatik çabalardan sonra ancak 17 Şubat 1927’de tanımıştır. Türkiye 20. yüzyıl başlarında, dünyada misyoner faaliyetlerin hedefine ulaşamadığı ender ülkelerden biriydi ve genç Cumhuriyet misyoner faaliyetlerinden arındırılmış bir alanda kurulmuştu.

Cumhuriyet döneminde misyonerler

3 Mart 1924 tarihinde kabul edilen Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile, bir kısmı zaten savaş sırasında kapısına kilit vuran misyoner okullarının çoğu sıkı denetim ve kontroller karşısında kapandı. Misyonerler bu nedenle çalışmalarını açıktan yürütemeyecekleri için taktik değiştirdiler. Yeni dönemde takip edecekleri eğitimin adını ‘ahlaki eğitim’ olarak nitelendirip, ‘İsimsiz Hristiyanlık (Unnamed Christianity)’ altında gizliden din propagandası yapmayı hedeflediler. Ancak, çok partili sisteme geçilmesine ve Türkiye’nin izlediği politikanın dışa açılmaya başlamasına paralel olarak misyonerlik faaliyetleri de yeniden canlandı.

Papa ve Başkan hedefİ belirledi

Katolik Hristiyanlar’ın lideri Papa II. Jean Paul 1999 yılında yaptığı Noel konuşmasında ‘Birinci Binyılda Avrupa’yı Hristiyanlaştırdık. İkinci Binyılda ise Afrika ve Amerika kıtasını. Üçüncü Binyılda ise hedefimiz Asya’dır’ dedi. Papa’nın 22 Ocak 1991 ‘de yayınladığı bildiri ve nüfusunun büyük çoğunluğu Protestan olan ABD’nin Başkanı’nın 3 Mart 1992 tarihindeki şu sözleri dikkat çekiciydi: ‘Kilise öğretilerinin ve Hristiyanlığın, çöken Komünist bloka, Üçüncü Dünya’ya ve İslam ülkelerine taşınması için misyonerler göreve çağrılmıştır.’

Hedef: 10. ve 40. paralellerİn arasI

Protestan misyonerlerin yayınlarında net olarak sınırlarını belirledikleri faaliyet alanı Kuzey yarımküredeki 10. ve 40. paraleller arasındaki bölgedir. Bölge, Kuzey Afrika ve Türkiye’yi de kapsar şekilde Ortadoğu, Kafkaslar ve bu doğrultuda Hindistan ve Çin’e kadar uzanmaktadır. Misyoner faaliyetlerinin yoğunlaştığı 10. ve 40. paralellerde yoğun olarak Müslümanlar ve Türklerin yaşaması ise dikkat çekicidir. Bir yüzyıl önce Batı dünyasının tüm dünyada dayattığı milli devlet modelinin yaygınlaştırılması için bir araç olarak kullanılan misyonerlik acaba bu kez nasıl bir amaç için gündeme getirmiştir?

YARIN – MİT ve MGK’NIN MİSYONERLİK DEĞERLENDİRMELERİ

Yorumlar kapatıldı.