İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

DUDUG ÇALDIKÇA ERMENİ SORUNU BİTMEZ

Nihat Genç, Leman, 17 Aralık Cuma, 2004

Suriye, Mısır, Iran, Lübnan, Ürdün’den sonra Doğu Konferansı olarak bu sefer Ermenistan’ı ziyaret ettik. Toplu görüşmelerde bulunduk, siyasi/sosyal sorunları birebir/yüzyüze tartışma fırsatımız oldu.

Ermenistan’ın başşehri Erivan, toplam nüfus ikibuçuk milyon, diaspora’daki (dünyaya yayılmış) Ermeniler’in toplam nüfusu altı milyon, yanı bütün Ermeniler’in toplam sayısı sekiz milyon. Diaspora Ermeniler’i Ermenistan’ın herşeyi, yılda altı yüzmilyon dolara yakın para gönderiyor, bu para olmazsa Ermenistan olamaz. Bu para desteği! Güvenlik desteği de Rusya’dan. Tahminimizden çok daha yoksul, aç, çaresiz ve işsiz bir Ermenistan bulduk. Sovyetler merkezi planlamayla uçağın motorunu bir yerde kanadını başka ülkede planladığı için Sovyetler’in çöküşüyle sanayi topyekün iflas etti. Bugün ellerindeki tek fabrika Konyak fabrıkası. Şehri yüksekten gören ve bır kale görüntüsü veren Konyak fabrikasını gezdik, hediyelik alışveriş yaptık, meşhur konyak markalarının adı: Ararat.

Erivan taş bir şehir. Sanat tarihi Ermeniler’in taş ustalığını uzun uzun anlatır. Hatta Ermeni tarihçiler, Rönesans’a öncülük eden kilise yapılarının Erzurum’daki örneklerini planlarıyla anlatıp, rönesans mimarisinin gelişmesine önayak Ermeniler olduğu tezini işler. Anadolu topraklarındaki yüzlerce kiliseden ve binadan dolayı bizler de bu taş ustalığını tarih boyu takdirle anmışızdır.

Erivan şehir merkezi/meydanını çevreleyen Dışişleri, İçişleri gibi devlet binaları bu taş mimarinin usta örneklerini gösteriyor. Şehir meydanı mimari açıdan harika! Binaların en büyüğü üç/dört katlı ve binaların görkemini abideviliğini abartmamışlar. Estetik bir oran büyüklük olarak korunmuş. Bu örnekler bu topraklarda taşın estetize edildiği sanatlaştırıldığı en güzel binalar olarak karşımıza çıktı. Fazlasıyla beğendik.

Mesela Ankara’da bu güzellikle ancak üç/beş kadar sayabileceğimiz mimari örneklerden Erivan’da yüzlerce/binlerce var. Osmanlı’nın taş değil, ahşap binalara yönlenmesi ve sürekli yangınlara kurban gitmesinden dolayı tarihçilerimiz “niçin taş yapmadın” diye kahırlanır durur. Ama Erivan’da gördük ve kemiklerimize kadar hissettik ki, bu mimarinin ısınma sorunu var. Bu taş ısınmıyor.Osmanlının ahşabı seçmesinin sebebi de buydu. Erivan çok güzel taş binalarını ısıtamıyor. Şehirde ahşap tek ev yok, ayrıca şehirde tek bir tane briket, tuğla, kiremit hiç yok, bina çatılarında dahi saç kullanılıyor ve yapıların en çirkin yanı burası.

Erivan’da gözle dışardan gördüğümüz Ermeni kültürü iki büyük kanaldan akıyor. Birincisi piyano, ikincisi duduk. Duduk, zurnayla kaval arası folklorik bir çalgı, biz de benzerini kullanıyoruz. Çalınırken yanaklar davul gibi şişiyor.

Girdiğimiz her binada, otelde, parti binasında, lokantalarda büyükçe bir piyanoya rastladık. Bizde de piyano var, hatta, Donizetti Paşa’dan beri var, ancak piyano bize yabancıdır, bir yerlerde onu görürüz, birazdan çekip gidecek bir turist gibidir. Erivan’da piyano Ermeni kültürünün özümsenmiş bir büyük parçası gibi ağırbaşlı görünüyor. Modern çağdaş batılı kültürlerinin en sağlam göstergesi piyano!. Bütün okullarda piyano dersi verildiği söylendi. Hatta otelde piyano çalınırken temizlikçi kadın elinde temizlik kovası gelip bir parça isteğinde bulundu, yani, alttan yukarı herkes piyanoyla haşırneşlr,

Ancak dııduk halkın her şeyi. Duduk içli acıklı bir alet. Dinleyen herkesi ince derin sesiyle ağlatıyor, hüzün demeyelim artık, daha derin, ağıt, yakarış, ağlayışın paramparça oluşun dağılışın sürgünün tehçlrin katliamların sesini yükseltiyor, Bütün türküleri canınızı yakıyor. Ciğeriniz paramparça oluyor. Folklorik giysilerle, ki, bizim giysilerimizin aynısı, duduk çalanlar sahneyeç[kıyor, Önlerinde solist asla mikrofon kullanm[yor, Ve arya. tarzında söyleniyor. Türküler arya gibi bir nevi Pavarotti gibi söylendigi Için sanatçı bir iki türkü söyleyip yerine oturuyor, sonra beş dakika ara dinlenlp yeniden sahneye çıkıyor. Civan Gasparyan gibi dudug sanatçıları tüm dünyada Ermenistan’dan daha da meşhur çünkü dudug bır nevi Ermenistan bayragı!.

1. Cihan harbinde ıngilizler hem Türkler hem Ermeniler’in boyunlarını kırdı, bu yüzden, Ermeniler’in ve Türkler’In kafaları geriye dönük, omiriliklerine saplanmış hançere bakıyor gözleri ve dudug sanki bu boynu kırık nefes borusu, hırlayan ve hep geriye bakan halkın sesi!. Dudug omirillği k[rılmış nefes borusu parçalanmış Ermeni halkının herşeyi..

Söyledikleri bütün türkülerı tanıyormuş gibisiniz, ama, adını/sözierinl çıkaramıyorsunuz, türkünün yarısına gelindiğinde kuiaktan kulağa fısıldaş[yoruz, şu türküydü gibi. Adana’dan, Malatya’dan Arapkir’den Harput’tan Dıyarbakır’dan türküler.. Zaten biraz sonra Erivan şehır haritasına baktığ[mızda Malatya, Arapkir adında semtlere rastlıyoruz, Ararat ismi ise şehirde en çok rastlanan yer, marka adı… Konuşup görüştüğünüz herkes benim dedem Vanli, Trabzonlu, biz Erzurum’dan Adana’dan geldik, (Adana’nın adı: Kilikya) diyorlar, Ağıt dolu bir türkü kasetlerinin adı: Ağla Adana…

Yüzleri, ince dudakları, erkeklerin sert kemlkli yüzleri, zay[flıkları, esme rı iki eri ve yeni yetişen neslin kabaiıkiarı birebir Anadolu insanı. Çorum’lIn Çubuk’un bir pazarında görebileceğiniz yüzler, giysiler, tavırlar. Zaten Ermeni Patrik’i de bana dönüp bu arkadaş bizden mi dedi. Oysa Patrik’in bilmediği bir de annemin yüzü vardı, şimdi kitaplığımın- önünde fotoğrafına kuşkuyla baktım, annem karşı taraftan mağduriyete uğramış.

Ama yüzlerimiz ne çok benziyor.

Çok benziyoruz ama Ermeniler bizi hiç sevmiyor, “yüzü nüzü şeytan görsün” bır halleri var. Konuşup görüştüğümüz bütün Ermeni yazar, poiitikacı, tarihçiierin “duygu göstermeyen” poker suratları vardı. Karşımızda pasianmaya yüz tutmuş çelık gibi durdular. Dünya üzerinde birbirinden bu kadar
nefret eden bir başka halk bulmak mümkün değil. Kanlıyız.

Düşmanız, Birbirimizle hala savaş halindeyiz. Tarihin önümüze koyduOu katliamlar, iç savaşlar hem Ermeniler’i hem bizi tanınmaz yapmış! Ama en ağırı, geçtiğimiz yüzyıl, katliamlardan sonra hem Türkler’i hem Ermeniler’i tarihte eşi olmayan başka kanlı bir kültür yoğurmuş.

Kardeşiz, dostuz, binlerce yıl beraberdik, gibi, içten cümleler kuramıyorsun, bir duvara toslamış gibi, ne kardeşi diyen bir surat çıkıyor. Konuşalım, diyalog kuralım, dediğinizde, hangi diyalog, bu soykırımı nasıl unutabiliriz diyen sert öfkeyle çizilmiş donuk yüzler ve bu soykırım zinciriyle ruhlarından ve beyinlerinden birbirine bağlanmış Ermeni halkı çıkıyor karşınıza!.

Son yüzyılda hem Türkler hem Ermeniler hem Yunanlılar birbirine miiliyetçillkle düşmanlaştı. Beni en çok sarsan mü, zikleri oldu. Dudug çaldıkça Ermeni sorunu çözülmez, çün, kü duduk tarihin içindeki bütün göçleri, tehçirlerl, katllamları, sürgünleri bugüne taze taze taşıyor. Yunanın rembetikosu da öyle, kemanlar en ince perdeden girer, beyinlerini yürekleri törpüler, artık keder değil delirmiş bır yangın yeri gibi yüreğimiz benzin dökülmüş gibi olur, ki, bu ağır kasvetinden dolay[ rembetiko çokca yasaklanmıştır. Anadolu da öyle, Orta Anadolu’nun ağıtları, uzun havalan, bize hep sürgünleri, göçlerı, savaşı anlat[r ve sanki bu üç halkın müziği de “milliyetçileştiren” temalar taşır, Kızgınlaştıran türküler. Bizleri haşıayan ve çelık bir tencerede kavuran türküler.. Sanki bu türküler içimizdeki yanıklığı besliyor ve düşmanlığ[ cllal[yor, sivriltlyor gibi.

Yani diyorum ki Ermeni halkıyla yeniden konuşabilmek için türküler bize dost olamayacak, tam tersine, bizler sazı, ağıtı, uzun havayı, onlar da bir elli sene duduku kaldırsın.. Dudug bir acı belgesel gibi iç savaşların bütün fotoğraflarını nağmeleriyle önünüze koyuyor. Dudug kanlı savaşın kütüphanesi gibi. Duduk sürgünlerin katliamların müziğe yazılmış ürpertici ağıtları gibi.. Ermeni halkı dudugun sesiyle yaşıyor!.

İlk ziyaret yerimiz Erivan Devlet Üniversitesi’nin toplantı salonu. Buz gibi. Zaten karşımıza soğuk yüzlü bilim adamları ve bizim ülkücülere benzeyen Taşnak’ın öğrencileri Çıktı. Konuşmaya görüşmeye hiç niyetleri yok gibiydi, kalkın gidin, neden geldiniz diyen ve hemen kavgaya dönüşecek bir sertlikleri var. Zaten konuşma başlar başlamaz arka sıradan 22 yaşlarında Türkoloji bölümünde okuyan bir genç ayağa kalkıp soykırım için bir dakikalık saygı duruşu anonsunu “komut” gibi yaptı. Kalkalım/kalkmayalım tereddüt ettik. Çünkü gitmeden haber göndermiştik, içimizden soykırım anıtını ziyaret etmek istemeyenler var, diye. Nafile.. Ermenistan bu sert komut işte, soykırıma saygı duymayacaksan buraya gelmeyecek hiçbir konuşmaya karışamayacaksın,

Kafile başkanımız İstanbul’da yayınlanan Agos gazetesinin editörü Hrant Dink’di. Yanında Evrensel gazetesinden Aydın Çubukçu oturuyordu, Aydın Çubukçu bu emrivakiye karşı hemen “1915’te ölen herkes için kalkalım” diye bir cümleyi hemen uydurup bütün ölenler için düzeltmesiyle güya tereddütümüzü toparlamış olduk, Saygı duruşundarı sonra Hrant Dink Ermeni tarihçilere karşı sert azarlayan bağıran bir üslupla yaptıkiarı bu zoraki saygı duruşunu eleştirdi, mlsafirlere böyle davranılmayacağını söyledi. Hrant’ı sakinleştirerek bir Ermeni iç savaşını önlemeye çalıştık!. Dövülmüş gibi olduk ama Ermenistan gerçeğini de öğrenmiş olduk, Sanki bileklerimize kelepçe geçirilmiş, buraya niye geldiniz diye cezalandırılmıştık. Soğuk duş dedikleri, buz gibi. Birazdan söz alan Ermeni profesör bu saygı duruşuna kalkıp kalkmayacağımızı yorumlayan bir cümleyie “bu son karşılaşmamız olabilirdi” gibi bir cümle kurdu, Yani niyetleri önceden böyleydi..

Duruma müdahale etmek istedik, önce Can Dündar’ın diyalogu yumuşatan cümlelerini duyduk, peşinden Nihat Genç, konuşmanın/diyaloğun önemli olduğuna dair duygu lu birkaç cümlesi.., Bu fazlasıyla edebi, yumuşak, duygulu, zarif cümleler bir duvara çarpıp geri döndü, Biz duygulu konuşalım diye çabalarken, onların yüzümüze tükürür hali anlaşılmazdı.

Çevirmenlerimiz Türkiye’deki Ermeni gazetelerden Hrant, Ara ve Sevan’dı. Hrant galiba iyi çeviri yapılmıyor, ne söylesek bu çelik disiplin bozulmuyor, deyip çevirmenimizi değiştirdik.. Ancak toplantı dağılırken bir profesör bizi odasına konyak içmeye davet etti ve başka profesörlerle bimbir i konuşmaya başladık, şakalaştık, gülüştük, kadeh kaldırdık ve salondaki sertliOin tam tersi bir havanın içine girdik.

Eşber Yağmurdereli’nin deyimiyle bu sorun salonlarda, partilerde, sokaklarda değil, bu sorun sadece “meyhanede” çözülebilir, kadehler kalktıkça işi geyiğe dahi dökmeye başladık. Sarmaş dolaş yalap şalapbir vaziyete doğru. Zaten bu soğuk ülkelerin tek kurtarıcısı Konyak. Konyak eksi yirmi dereceyi ısıtıyor, eksi seksen derecedeki Ermeni Türk nefretini de ısıtmayı başardı… Yaşasın Konyak! (Iki şişe hediye aldım, ne olur rıe olmaz beni Ermeniier’in buiunduğu bir toplantıya çağırırlarsa, güzel sözlerle değil, bu konyakla gitmeyi düşünüyorum…)

Tabii bu denli sert soğuk sertlikten nefretten hemen sonra birkaç konyakla nerdeyse aynı yataOa girecek kadar içli dışlı bir samimiyetin ortaya çıkması, iki ülke halkının sosyal karakteri hakkında epeyce bir likir veriyor!.

Yani birgün bir Türk heyeti Ermenistan’a giderse tüccariarımız ve tarihçilerimizie değil dansözlerimizle gitmesinde fayda var. Onlarda dudug bizde saz oldukça bu sorun çözülmez. Biz bu sorunu ancak ayııana gazoz bayılana limon gibi Sulukule tarzı “şakşuka” parçalarla çözebiliriz!.

Çünkü Iran’da dahi çokca uzun saçlı, hatta saçlarını ör dürmüş delikanlı görmüştük, Ermenistan’da tek uzun saçlı çocuk yok, hatta şık restorantlarında gÖbeği açık ya da dekolte tek bir kadın göremedik. Muhafazakar sosyal bir disiplin sınırların açılmasıyla patlamayı bekliyor… Yani aynı sert ideolojik teze yemin etmiş bir halk Ermenistan, sert millıyetçi tezier parlamentoda birazcık açılıp sosyalleştiğinde parlamentoyu basıp onlarca milletvekili öldürecek ve yine sert milli tezleri merkeze taşıyacak bir siyasi yapısı var.

Çok da umutsuz olmayalım, karşılıklı çeviriler yapabilir, müzik, tiyatro, sanatçı ve sivil kurumlarımızı karşılıklı götürüp getirebilecek anlayışta birçok zeki yazarlarıyla tanıştık ve karşılıklı diyalogları heyecania zenginleştirelim, başka da şansımız yok diyen bir entelektüel birikim sözkonusu!..

Birkaç saat sonra ziyaret yerimiz Devlet Üniversitesi’nden de beterdi. Çünkü karşımızda Taşnak Partisi vardı. Taşnak Partisi Ermenistan’ı kuran devrimci kurtuluş partisiydi. Taşnak’ın çok eski rakibi Hınçak’ı sarduk, Hınçak’tan kimse kalmadı, dediler. Taşnak bugün yüzde 4/5 oranında oyalıyor. Ama siyasetbilimciler Ermerıistan halkının ruh halini Taşnak’ın yansıttığını söylüyor. Bu fazla sert bir yorum, çünkühalkın içinde, soykırımdan bugünkü Türkiye gençliği/yeni nesli sorumlu olmamalı bile diyenler az da olsa var. Taşnak bizdeki MHP karşılığı ama zaman zaman elaltından darbecilikleri de var, parlamentoda biraz olsun larkıı fikirler olduğunda, geçtiğimiz yıllardaki parlamento baskını gibi, acımasızca öldürüp siyasete el koyabiliyor.

Kafilemizde sert solcu sosyalist arkadaşlar dahi Taşnak’ı tanıyınca MHP’ nin daha yumuşak bir parti olduğu gibi yorumlar dahi yaptılar. Sovyetler çökünce yeni siyasal rejim çok partiyle başlıyor ve ulusal birlik gibi birazcık liberal, sosyal partiler merkeze taşınıyor. Halkın Taşnak dışında çözümler aradığı kesin gibi. Yani diğer merkez partiler soykırımı asla unutmayalım ama, soykırım diye diye de sorunlarımızı çözemeyiz, şimdilik soykırımı kenara çekelim demeleri bile feiaketleri/sonları oluyor.

Isınma problemi Taşnak parti binasında da gündemdeydi. Büyük bir salon yerine genel başkanlık odasına doluştuk, ki, bu yüzden kafilemizden ancak 10 kişiyi kabul edebileceklerini bildirmişlerdi. Aldı sözü Taşnak. Bir görüşmeden çok ultimaton verir gibi bizlere derindeki Ermenistan davasını özetlediler.

Hayal ütopya dolu milli daval Türkiye’deki çok şeyi de bilmiyorlar. Mesela, Talat Paşa’nın mezarının Türkiye halkı ta rafından kutsanıp ziyaret edildiğini söylediler. (Talat Paşa Ittihat’ın başındaydı, soykırımdan sorumlu tutuluyor. Almanya’da Ermeni bir genç tarafından suikaste kurban oldu.) Hemen lafa girip “bir bilgi yanlışı yapılıyor..” dedim. “Türkıye halkı ittihat paşalarının mezarlarını dahi bilmez, hatta kafilemizdeki birçok aydın dahi Talat Paşa’nın nerde gömüldüğünü bilmez. Türkiye halkı cumhuriyetin paşaları bilir ve kutsar.” dedim.. Sonra Taşnak siyasi görüşlerini milli kanunlar gibi özetledi, ki, bu görüşlere yabancı değiliz. Ancak bu hayal ötesi ideolojik iddialaria Ermeni gençliği/halkının beyni yıkanıyor, bel ki yenıden buluşacak iki toplum daha da sertleşiyor. Işte Taşnak tarafından Ermeni milli davası.

Ermenilerle siyasi sorunlarımız üç başlık altında toplanı yor. Birincisi ve en belalısı Soykırım.

Bizler, haikların birbirine nefret beslemediği, bu katliamları halkların yapmadığı, bu yüzden “soykırım” olamayacağı, bu tarihi iç savaşın devletlerin politikaları olduğu tezini işliyoruz. 1. Dünya savaşında Almanlarla ortak savaşa giren Ittihalçıiar’ın tehçir uyguladığı ve öncesinde karşılıklı büyük katliamlar olduğunu hep söylüyoruz. Ancak katliam kelimesi dahi burada yumuşak, hafifletici bir kavram. Hatta insanlık suçu katliam demek. Isviçre’de Ermeniler dilekçe toplayıp meclise soykırım yasasını dayatıriar. Türkler de dilekçe toplar karşı çıkar. Bu sefer Ermeniler, Türkler soykırımı küçümsedi, soykırımı hafife aıdı deyip, hafife almak da insanlık suçudur diye Türkler hakkında dava açtılar.

Ermeniler’in yüzyıldır bütün kitaplarında yazıp çizdikleri ve Ermeni milli davası yaptıkları tez: Soykırımı Bugün Ermeni kültürü/sanatı/siyaseti üzerine bin kitap varsa dokuz yüz doksan dokuzu soykırımı/tehçiri anlatır. Türkler soykırım suçu işlemiştir tazminat ödeyecektir, bunun lamı cimi yoktur, en büyük davaları. Hatta Ermeni halkı soykırım Iddiasından milli bir tapınak yaptı. Ermerıistan’ın içi dışı gecesi gündüzü şarkısı mektepi türküsü duduku sokağı politikası her şeyi soykırım. Zihinler beyinler kalemler siyasetciler soykırımla kalkıyor soykırımla yatıyor. Değil soykırım kavramını birazcık unutmak birazcık yumuşatmak.. Türk tarafıyla soykırım sözcüğü olmadan görüşmeye çalışmak dahi bir Ermeni politikaCi ıçın vatan halniiği… İşte I.Dünya savaşında ingilizler bizleri böyle düşman yaptı ve i. Dünya savaşından sonra Ermeniler başka Türkler başka bır tarih başka bir halk olarak milli düşmanlar olarak tarih sahnesine çıktı!..

Işte şimdi toplantı odalarına kadar gelen kafile de soykırımı gerçekleştiren Türkiye’nin çocukları… Yüzler sert, kılıçlar

keskin, Ideolojiler bomba, sandalyeler masalar mayın tarlası gibi. Bu keskinlik içinde rahat bir cümle kurmak mümkün değil. Ya bu ibadete katılacak soykırımı kabulleneceksiniz, ya da .iktirolun gidin!..

Herkes soykırım diyor her yer soykırım diyor bütün halk soykırımı asla unutmayacağız, diyor.

Bizlerse karşılıklı katliamlar oldu, burada bir iç savaş oidu, hatta Ermeni çeteleri yaktı yıktı kesti, birinin diğerinden az fazla tarafı olmadı, diyoruz. Ve bütün Türk yazarları Ermeniler için binlerce yıl iç içe yaşadığımız birlikte yaşadığımız

aynı kültür içinde Yoğrulduğumuz gibi cümleleri çok rahat kullanır. Burada bu geçmiş tarih hiç yok, burada tarıh “soykırımla”, yani I. Dünya savaşıyla başlıyor.

Vardığımız sonuç şu, soykırım önümüzde asla aşılmaz sert milli çelik bir duvar gibi duruyor. Ne söylesek, hangi tarihi belgeyi getirsek kar etmiyor. Bugünkü Ermenistan halkı/devleti top yekün soykırıma yemin etmiş soykırımla bütünleşmiş soykırımla ibadet siyaset ticaret mektep sokak yapan velhasıl soykırımla yaşayan bır haik. Ürpertici bir sertlikti.

Yani bizi gördüklerinde soykırımı görüyorlar. Işte annelerimizi babalarımızı katledenlerin çocukları. İşte soykırımı uygulayan ülkenin evlatları. Yüz tane bin tane soykırıma dair kitap okusanız dahi, Erivan’da yaşayan bu nefretin yemin etmiş halkın inanç derinliğini oralara gitmeden anlamamız mümkün değilmiş. Zaten soykırım anıtının yanındaki büyük duvarda bizim canımız cicimiz elliye yakın şehir Adana Bursa Eskişehir hepsi soykırımı uygulayan şehirler diye yazıyor!.

Erivan’daki bu ideolojik bütünlüğü ve sertliği biraz zorlama bir yorum olacak ama farklı bir yönden de değerlendirmek istiyorum. Mesela gittiğimiz her Orta-doğu ülkesinde sert siyasi yapılar olmasına rağmen Fener/Cimbom gibi rekabet yaşayan takımlar olduğunu görmüştük: Hatta mesela Iran gibi Suriye gibi sert siyasi yapılarda rekabet oluşturan sağ/sol/liberal/demokrat gibi farklı siyasi tartışmalar olduğunu görmüştük. Ermenistan’ın derbisi yok, Sovyetler yaşarken Sovyet liginde oynamışlar, sanki halk sporda olsun ayrım gayrım yapmak istemiyor gibi. Partilerin solu liberali merkez sağ partilerden çok uzaklarda değil ve yaşama şansları hiç yok..

Ancak Sovyetlerle aynı çatı altında, korumalarında yaşadıkları halde Sovyetler dahi Ermeniler’in “soykırım” suçlamasını doğru bulmuyordu, çünkü, I.Dünya savaşında yapılanlara soykırım denilecekse, Stalin’in yaptıklarına ne demeli? Ruslar, yani Ermeni halkının en büyük dostları dahi soykırım kavramını fazlasıyla abartılı buluyor. Peki soykırım konuşamıyorsak Ermeni siyasi düşünce/zihin yapısına göre sonra neler olacak?

Sonra önünüze çıkan en büyük kavram: Tazminat!..

Mağduriyetinden bir din yapmış ve Türk’ü şeytan, zebani yerine ,koymuş Ermeni halkı, birgün Türkiye’nin kendilerinden özür dileyip “tazminat” ödeyeceğini umud ediyor! Bütün siyasi çabaları da bu.

Sözler tartışmalar belli. bir kıvama geldiğirıde ben de artık açılalım, cesurca konuşalım deyip iafa girdim, şu tazminat dediğiniz kavramı açar mısınız, tazminat nedir, toprak talebi mi, yahudilerin Almanlar’dan aldığı sıgorta şirketleriyle para mı, yoksa nedir?

Tazminat bu taleplerin hepsini ifade eden bir kavram, ancak, Taşnak hepsini söylerken, liberal partiler sadece paradan laf açıyor diğer talepleri gizliyor.

Toprak talebi Ermenistan milii davasının ikinci ayağı, çünkü bugünkü Ermenistan Doğu Ermenistan’!, Batı Ermenistan’ı bizim doğu bö!gelerimiz. Çünkü Ermenistan’la en büyük siyasi kavgamız “sınırlar”… Bugün bizim uyduğumuz andıaşma Kars andıaşması, Aras nehriyle aramızdaki bugünkü sınırları belirliyor. Ermeniler bu sınırı tanımıyor. Sovyetler zamanında kendi aralarında bir “Moskava” andıaşması yapmışlar, bizim de o andı aşmaya uymamızı istiyorlar. Oysa Türkıye Birleşmiş Milletler’e üye ve altmış yıldır bu sınırlannı tüm dünya tanımış, bu sınırlarımızı tek tanımayan ülke: Ermenistan! Yani, ufak at civcivler yesin… Velhasıl büyük ve sıkıntılı bir “toprak” talebinden Ermenistan siyaseti vaçgeçemiyor.. Bu yüzden komşularımız arasında nerdeyse hiçbir görüşmemiz buluşmamız andlaşmamız olmayan tek komşumuz: Ermenistanl Kilitlendik, birbirine sıkı sıkıya kapandık. Ermenistan Sınırı çellkten bir duvar. Bu duvarı Türkler’e karşı Ruslar koruyor. Bir de on yıl kadar önce Özal, Ermenistan sınırına bir bomba atsak ne olur gibi bir cümle söylediği için bu beyanat çok büyük bir tehdit olarak Ermenistan’ın Rusya’ya daha çok sokulmasına yol açıyor ve Türkiye’yi en en büyük tehdit olarak yorumlamaiarını sağlıyor…

Gelelim Ermenistan ‘la aramızdaki çözülmez denilen üçüncü siyasi kavgamızın konusuna: Karabağ’ın işgali. Ermenistan on/onüç yıl kadar önce Azerbaycan’ia nedamell bir bölge olan Karabağ’ı fiilen işgal etti ve bugün bu işgal sürüyor. Dünya kamuoyu uyuyor, Avrupa, Birleşmiş Milletler, Amerika, Rusya bu işgali görmezden geiiyor. Azeriler mağdur, çaresiz, toprakları işgal olmuş feryat ediyor. Ancak Ermenistan Karabağ’ı işgal ettiklerini düşünmüyor, hiç ora!ı değiller, babalarının öz malı gibi Karabağ’da yaşayıp gidiyorlar. Türkiye’nin Karabağ sorununda tarafsız davranmasını istiyorlar. Türkiye, Ermenistan Karabağ’ı işgal edince karşı bir uygulama olarak Ermeni sınırını kapattı. Bugün bu sınır kapalı ve bir özel uçak firmasının zorlamasıyla bu uygulama bir anlamda iğne deliği kadar yırtılmış durumda, hepsi bu uçak şirketi, Fly Air seferleri… Türkiye bu uçuşları görmezden geliyor.. Bu uçak seferleri kaldırıldığında Ermeniler Avrupa’ya Moskova üzerinden uçuyor, ki, şu andaki ekonomık sosyal perişanlıkları bu yüzden. Velhasıl bu çözülmez üç büyük sorunun sonucu olarak sınırlarımız kapalı. Ermenistan dört komşusu Azerbaycan, Gürcistan, iran, Türkiye, ikisiyle sınırları kapalı, araya sıkışmış, nefes alamıyor… Ermenistan bu sıkışmışlık yüzünden boğulmak üzere, ekonomisi, seyahati, alışverişi sıfır düzeyinde, çaresizlik diz boyu, ülkelerini dünyaya açmalarının imkanı yok. Tek bir çare: Türkiye sınırlarını .açılsın!.

Türkiye de Azerbaycan’ın protestosunu yememek için asia yanaşmıyor açmaya”,

Ermenistan sınırların açılmasını çok istiyor! Diaspora Ermeniler’i Avrupa’dan Türkiye’ye baskı uyguluyor. Çünkü Ermenistan’ın tek sanayisl bir konyak fabrikası. Yoksulluk, işsizlik diz boyu, Hatta facla düzeyinde, Dünya çapında bir keman vlrtiözü bir Ermeni sanatçıyia tanıştık, on dolar gibi maaş alıyor, evinin perişan hali insanı ağlatacak garibanlıkta. Sınır ticaretinden geçtiğimiz yıllarda en düşük 12 milyon dolar en büyük 45 milyon ticaret olmuş, bu küçük bir para, ama gelişebilir ve yüz/iki yüz milyon dolara çıkabilir. Gözlemimiz o ki, diasporadan Ermenistan’a akan hazır para bu ülkeyi tembelleştirmiş. Hatta aşağıdan gelen nesiller sağa sola çıkıp gldemediği başka insanlarla tanışamadığı yani sosyalleşemediği

için genç nesil battal, hırpani, kabadayı, çakallaşmış vaziyet
te. Şöyle, Türkiye ve diaspora Ermeniler’i tam bir sosyete. Gi- !
yimleri, kuşamları, meslekleri, besili yüzleri, klbar, sanatçı tavırları.” Ama bugün Ermenistan’da şimdi büyüyen gençlik bu Ermeniler’in köyde unuttukları aç, okumamış, mesleksiz yakın akrabaları gibi, zayıf yüzlü, kötü giyimli ve sert bakışlı.” Bizim Keçiörenli ülkücüler gibi, uzun saçlı gördüklerinde kılIanıyorlar ve para verip git traş ol lan, gibi davranıyorlar.

Sınırda adı resmi olarak konulmamış bir gizli ticaret de sözkonusu ve asıl ekonomik kavga burada veriliyor, iran üzerinden uyuşturucu kaçakçılığı gibi, buradan da altın kaçakçılığı yapılıyor. Kars, Ardahan, iğdır tüccarlarının sulandığı bu altın kaçakçılığı. Zaten Kafkasya’nın ülke kadınlarında bir altın diş merakını da müşahade ettik”. Diyeceksiniz ağzlannı açıp baktınız mı, hayır, üstelik hiç gülmüyorlardı!.

En büyük ve ilk şaşkınlığımız havalimanında oldu, bir zamanlar bizim Laleli’deki Romenler gibi bavul ticareti”. Hemen herkes Türkiye dönüşü kocaman eşek ölüsü bavullarla geliyor, Havalimanı bandIarından kayan bavulların büyüklüklerini çokluklarını görmeden, bavul ticaretinin boyutlarını anlamadan, Ermenistan’ın sınırları açın diyen feryatlarını anlamamız mümkün değil”. Havaalanı ve sınırlar Rus subaylarının kontrolünde. Rus asker kızlar bir sarı altın para parlaklığı güzelliğinde. Biblo gibi aranma yerlerinde sizi karşılıyor. Böyle güzellik olmaz, çarpıyor. Ermeni kadınları esmer olduğu halde saçlarını sarıya boyatma modası hakim. Ruslar Ermenistan’ın koruyucu meleği. Sovyetler yüz kere dağılsa Ermenistan Rusya’dan vazgeçemez. Hatta Avrupa Birliği’ne girelim/girmeyelim tartışmalarında halkın yüzde sekseni girelim diyor, ama, yüzde dokuzluk bir yaşlı’ nüfus hayır diyor. Yaşlılar Nato’ya güvenmiyor, Varşova paktı’ndan başka kimse bizi koruyamaz diyen eski demirperde düşüncesini savunuyorlar, Burdan Çıkan netice şu, bu küçük ve tampon ülke her tampon ülke gibi büyük bir koruyucuya/ağbiye ihtiyacı var ve savunma düşüncesi paranoyaya dönüşüyor. Ermenistan’da bu korku “şizofreni” düzeyinde.”

Ve Kürtler gibi Kıbrıslı Rumlar gibi Ermeniler de Türkiye’yle sorunlarının kilitlenmiş ve asla çözülmeyecek bir duruma getirmiş, şimdi, hem Kürtler hem de Ermeniler hem de Kıbrıslı Rumlar Avrupa’ya baskı uygulayarak Türkiye’yi sıkıştırıp taviz kopartıp sorunlarını çözmek istiyor”. Bu şizofrenik ve ütopik milli tezlerini yıllarca taviz verme den diretmenin sonucu olarak Ermenistan fazlasıyla yıpran mış ve tam. bir yoksulluk/çaresizliğe düşmüşler. işte bu yüzden Taşnak gibi sert partiler gözden düşüp daha liberal/sosyal partiler ulusal birlik gibi adlarla merkezde/çoğunlukta rol oynamak istiyor, ama nafile, parlamento basılıp öldürülüyorlar. Oysa merkez partilerin Taşnak’tan farklı tarafları Türkiye’yle ciddi bir diyalog arayışı içinde olmaları. Türkiye’yle diyalog arama girişimleri dahi Ermeniler için çok çok çok büyük bir milli taviz!
Şimdi Ermenistan milli kültürünün kökeni “dini” tanımaya çalışalım. Başpatrik Karakin’le görüştük…

(Devamı var)

Yorumlar kapatıldı.