İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Kritik bir zaman

Murat Belge

Tartıştığımız bildirinin zamanlamasını yanlış bulduğumu kısaca söylemiştim. Bu, yalnız söz konusu bildiriyle sınırlı bir olgu değil, genel bir durum. Bugün bu genel durum üstüne bir şeyler söylemek istiyorum.

Birkaç ay önce Venedik’teydim; ‘Ermeni Kıyımı’ üstüne bir toplantıydı. Bir İtalyan konuşmacı, 17 Aralık kararı dolayısıyla, Türkiye’nin bu olguyu kabul etmesinin, AB’nin vereceği olumlu kararın önkoşulu haline getirilmesi gerektiğini söyledi. Halil Berktay bu ‘önkoşul’ mantığının niçin yanlış olduğunu uzun uzun anlattı. Hatta bundan ötürü, Ermeni davasının sersem bir Fransız avukatının hakaretine de uğradı.

İnsana bazen tiksinti veren bu gibi çığlık ve fodullukların hikâyesini bırakalım şimdilik, başka bir zamana. Konuşan İtalyan’ın mantığı şuydu: Türkiye bir şey istiyor; bu hem önemli bir şey (AB üyeliği büyük bir olay), hem de ciddi güçlükleri var (AB’nin önyargılı kamuoyunun çıkarabileceği engelleri aşmak). Yani olabilecek en zayıf durumda. O halde şimdi saldıralım. Belki şimdi istediğimizi koparabiliriz.

Bana çok sakat görünen bir akıl yürütme. Niçin öyle göründüğünü şu birkaç günde anlatmaya çalışacağım. Ama birilerine de çok ‘akıllıca’ görünen bir yöntem.

Nitekim oradaki Ermeniler arasında da epey alıcısı vardı (Diaspora’dan), ama böyle düşünmeyeni de vardı.

Şimdi bu bildiri de zamanlama bakımından bana aynı şeyleri düşündürüyor. Bu da, Venedik’te söylenen de, politikanın hızı düşünüldüğünde, sonuç almak bakımından çok geç kalmış sayılır, aslında. Ama bir stratejik anlayışı yansıtıyorlar ki asıl tartışmak istediğim de bu.

Bu iki çıkışa, Kıbrıs yönetiminin tanınması talebini de ekleyebilirsiniz. Onun ardında Kıbrıs ve Yunanistan olduğu için orada bir gecikme olmadı ve epey süredir Türkiye’nin canını sıkan bir etken olarak orada duruyor. Tahminimce, çıkacak metinde o da bir ‘önkoşul’ olmayacak, ama bu pürüzlerin giderilmesinin ne kadar iyi olacağına dair birtakım cümleler orada yer alabilecek.

Bu da, aynı stratejinin bu alanda uygulanmasının örneği.

Bunlara şunun için karşıyım: Türkiye’nin birçok sorununun en sağlıklı biçimde çözülmesinin yolu demokratikleşmedir ve bugün aldığı biçimlerle AB üyeliği durumu da her halükârda olması gereken bu demokratikleşmenin pratikte en çabuk ve en güvenilir biçimi olacaktır. Yukarıda saydığım sorunlarda, ‘taraf’ olanlar, sorunun sağlıklı biçimde çözüme kavuşmasını istiyorlarsa bu demokratikleşmeyi geciktirecek, belki hatta durduracak şekilde davranmamalıdır.

Pazar günkü yazımda, Türkiye’nin bütün bu konularda klasik ‘konuşmama’ tavrını sürdürerek, söz konusu ‘taraf’ları da çözümü uluslararası platformda aramaya ittiğini söylemiştim.

Bu böyle ve bu da ayrı bir sorun.

Ama Türkiye’de her şeye rağmen demokrasi ve medenileşme yolunda güçlü bir damar, yaygın bir talep var.

Sorunlarını çözmek isteyenler, sorunlarını kiminle ittifak halinde çözmek istiyorlar? Özellikle Kürtler ve Ermenilere sormak istiyorum: Türkiye içindeki demokratlarla mı arkadaş olmak istiyorsunuz, Avrupa’daki ve dünyadaki önyargıyla mı? Tabii bunun bağlı olduğu daha derin sorunlar var:
sorun çözmek mi istenen, yoksa cezalandırmak mı? Önümüzdeki günlerde bu kavramları açmaya çalışacağım.

Yorumlar kapatıldı.