s. 46-48
(…)
Çermik Hamambaşı’na geldiklerinde azalmışlardı. Küçülen
kafile, orada mola verecek, ertesi gün yola devam edecekti. Küçük
oğlu Hırayr’i bir bohça ile sırtına bağlayan İsguhi, yol boyu,
arkalara düşmemek için adeta koşturarak yürüyor, diğer çocukları
Heranuş ve Horen’i de ellerinden sımsıkı kavramış iki yanında
sürüklercesine çekiştiriyordu. Yol boyunca pek çok çocuk ölmüştü ama
o, çocuklarını buraya kadar sağ salim getirmeyi başarmıştı.
Yorgunluktan, açlık ve susuzluktan adım atacak mecalleri kalmamıştı.
Oldukları yere yığılıverdiler sonunda.
O sırada, etraflarını saran Çermikliler, ekmek ve su
veriyorlar, karşılığında altın ve ziynet eşyası istiyorlardı. Oysa
açlıktan avurtları çökmüş bu insanlar, bütün paralarını, altınlarını
ve takılarını ölüm yolculuğunun daha ilk günlerinde yitirmişler
ellerinde bir şey kalmamıştı.
Bu zavallı insanların çevresinde birikenlerin sayısı giderek
artıyor, toplananların bir kısmı acıyarak bir kısmı da iğrenerek
bakıyorlardı. Bir süre sonra izleyicilerden bazıları, çocukları
incelemeye, gözlerine kestirdiklerini almak için yakınları ile
konuşmaya başladılar.
Çermik jandarma komutanı olduğunu sonradan öğrendikleri atlı
bir jandarma onbaşısı Heranuş’a, Çermik’in Karamusa köyünden Hıdır
Efendi ise Horen’e talip oldular. Hırayr çok küçük olduğundan onun
talibi yoktu. İsguhi, bütün yorgunluğuna ve açlığına rağmen, durumu
kavrar kavramaz oturduğu yerden bir atmaca gibi fırladı ve
çocuklarını arkasında sakladı. "Onları kimse benden alamaz. Onları
vermem," diye öyle bir söyledi ki, bu söyleyişinde bütün dünyaya
meydan okur gibi bir hali vardı. İsguhi’nin annesi Takuhi, yanlarına
geldi ve İsguhi’ye çocuklarını bu adamlara vermesinin onlar hakkında
daha hayırlı olacağını söyledi. Heranuş, anneannesinin annesini ikna
etmek için şöyle dediğini duydu:
"Kızım, çocuklar birer birer ölüyor. Bu yürüyüşten kimse sağ
çıkamayacak. Verirsen canları kurtulur, yoksa ölecekler. Hepimiz
öleceğiz. Hiç değilse onlar yaşasınlar, ver."
Heranuş’un halası Zaruhi de anneannesini destekledi. O da
Heranuş’un jandarma onbaşısına verilmesinden yanaydı. Bu iki kadın
İsguhi’yi ikna etmek için diller döktüler ama o nuh diyor peygamber
demiyordu.
Bu tartışma sürerken ansızın üstlerine atlayan adamlar,
Heranuş’u ve Horen’i İsguhi’nin elinden kaptılar. İsguhi bütün
gücünü toplayarak öne atıldı ancak jandarma Heranuş’u atına atmıştı
bile. Son bir hamle ile ata ulaştı, bir eliyle jandarmanın
ayaklarını, diğer eliyle de Heranuş’u yakaladı ve çekiştirmeye
başladı.
Bu kadından kolay kolay kurtulamayacağını anlayan jandarma,
kamçısını çıkardı ve İsguhi’yi kırbaçlamaya başladı. Kırbaçın
değdiği yerlerdeki dayanılmaz acıya rağmen İsguhi, Heranuş’u sımsıkı
kavradığı elini gevşetmiyor, bütün gücüyle kızını çekiştiriyor, bir
yandan da kızını bırakması için jandarmaya kâh ileniyor kâh
yalvarıyordu.
O sırada, beş yaşındaki Hırayr, çığlık çığlığa ağlamaya
başladı. Hırayr’e de bir kötülük yapıldığını düşünen İsguhi, bir an
için başını sesin geldiği yöne çevirdi ve işte o anda jandarma atını
mahmuzladı. Ok gibi öne fırlayan at, üstünde Heranuş’la birlikte
uzaklaştı.
İsguhi ile Heranuş’un Çermik Hamambaşı’nda ayrılan yolları
bir daha birleşmedi. Annesini ve ablasını jandarmaların öldüreceğini
sanarak ağlayan beş yaşındaki Hırayr de, Heranuş’un "Hepimiz
öleceğiz," diyen anneannesi ve halası da bu ölüm yürüyüşünden sağ
çıkamadılar. |
|
Yorumlar kapatıldı.