İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

EKÜMENİK, KATALİKOS VE EVRENSELLİK

Büyük İskender’den günümüze tarihî süreci Prof. Niyazi Öktem anlattı… Büyük İskender’in kurduğu devlete, bütün dünyaya hâkim anlamında “Ekümenya” denildi. 1054’te, Roma Patriği, İstanbul’a karşı “Biz Katalikosuz” yani “evrenseliz” dedi. Fatih, ekümenik sıfatını tanıyıp, berat verdi. Islahat Fermanı’yla, Fener Rum Patriği’nin ekümenikliği tasdik edildi. Kin Kapısı’nın açılmaması, tahrik edici bir faktör. Megalo İdeacılar, İstanbul’un fethini düşünebilir ama, Vatikan türünden bir devlet, Ortodoks teolojisinde mevcut değil. Devlet konumunda olacağı düşünülen Selânik yakınlarında Aynoros bölgesi var. Yunan devleti, orada yaşayan rahiplere müdahale edemiyor ama, müstakil bir devletten söz edemeyiz.

.::Nazlı Ilıcak::.

SORU : Sayın Niyazi Öktem İstanbul Fener Patrikhanesi’nin ekümenik sıfatı kullanması tartışma konusu oldu. Dinlerarası diyalog meselesinde başı çeken isimlerdensiniz. Hıristiyan dünyasına ilişkin malûmat sahibisiniz. Ekümenik ne demek? Nasıl ortaya çıktı? Niçin Türkiye’de endişe yaratıyor?

Niyazi Öktem: Tarihe baktığımızda, ekümeniklik lâfının kökeni Büyük İskender’e kadar gider. Ekümenya, İskender’in bütün dünyaya hâkim olduğunu anlatan “evrensel devlet” anlamında kullanılan bir deyimdir.

Milattan Sonra (MS) 312’de Milano fermanıyla Roma İmparatorluğu Hıristiyanlara özgürlük tanıdı. M.S. 370’de Hıristiyanlık, Roma’nın resmi dini haline geldi. İmparatorluk, teokratik bir devlet kimliğine dönüştü. Bu durumda, din adamlarından fetva almak lüzumu ortaya çıktı. 5 tane patriklik ihdas edildi. Bunlar, İskenderiye, Kudüs, Antakya, İstanbul ve Roma patrikliği. İmparator Konstantin, devlet merkezini İstanbul’a taşıdığı için, daha sonraki senelerde toplanan Efes Konsili (M.S. 431), İstanbul’daki patrikliğe ekümenik sıfatı veriyor. Çünkü, bu patriklik, imparatora en yakın fetva müessesesi; eşitler arasında birinci, Primus İnter Pares. 5 patrik esasında eşit durumda ama, İstanbul Patrikliği eşitler arasında birinci.

Ekümenik sorununun altında, dünyadaki Hıristiyanları bir çatı altında birleştirme amacı yatıyor. Katoliklerle, Ortodokslar arasında egemenlik mücadelesi olmasına rağmen, İstanbul’daki Ortodoks Kilisesi’nin ekümenik sıfatı, bütün dünya kiliseleri tarafından en azından onorer bir isim olarak kabul edilmiştir. Protestanlar hariç.

SORU: Peki Vatikan ve Papalık nasıl doğdu?

N.Ö: MS. 395’te Roma ikiye bölündü. M.S. 476’da ise, Batı Roma dünya sahnesinden çekildi. Roma Patriği, Hıristiyanlaşan Avrupa’da güçlü konuma geldi. 800 yılında, Roma Germen İmparatorluğu’nu kuran Charlemagene’a Papa tarafından taç giydirildi. Giderek papalık güçlendi ve İstanbul ile sürtüşmeler artarak devam etti. 1054 tarihinde, iki patriklik kesin kes birbirinden koptu. Roma’daki patriklik dedi ki: “Biz Katalikosuz” yani evrenseliz. Katolik lâfı da zaten buradan doğuyor. Bir başka kopuş Rus Ortodoks Kilisesi. Bu kilise, hem Moskova’da, hem Kiev’de. İstanbul’dan kopuş 14. yüzyılda gerçekleşiyor. Yavaş yavaş Türklerin Anadolu’ya hâkim olması, Bizans’ı tehdit etmesi, bu kopuşun zeminini hazırlıyor. İstanbul’un fethinden sonra ise, tamamen ayrılıyorlar. Fakat, genel anlamda, Hıristiyanlığa ihanet etmemek amacıyla, İstanbul Patrikhanesi için ekümenik lâfını kerhen de olsa kullanıyorlar.

SORU: Biz neden ekümenik sıfatından rahatsız oluyoruz?

N.Ö: Fatih Sultan Mehmet, ekümenik sıfatını tanıyıp, berat verdi. Fakat sonra Fatih’in verdiği bu berat bir yangında kayboldu. Ekümenik sıfatına karşı çıkanlar, “Yok böyle bir berat” diye iddia ediyorlar. Halbuki Osmanlı’nın işine geliyor ekümeniklik. Osmanlı, Balkanlar’da güç kazanıp, Ortodoks ahaliyi egemenliği altına alırken, bu sıfatı kullanıyor, patrik de icazet veriyor. Ahaliye, Osmanlı egemenliği içinde olmalarının kendi menfaatlerine uygun düştüğünü telkin ediyor.

16. yüzyılda, Sokullu Mehmet Paşa, -kendisi biliyorsunuz Sırp kökenli ve 18 yaşında Müslüman oldu- Peç’de İstanbul Fener Patrikhanesi’ne rakip bir patrikhane kuruyor ve başına da kardeşini geçiriyor.

SORU: Bunun sebebi ne?

N.Ö: Fenerli Rumlar, ticarette ve dış ilişkilerde çok etkili. Sokullu, kendi yandaşlarını kayırabilmek için, Sırp Ortodoks Kilisesi’ni kuruyor. Hemen hatırlatayım: Bosna’daki büyük Müslüman katliamının arkasında Sırp Ortodoks Kilisesi vardır.

19. yüzyılda, Islahat Fermanı yayınlanıyor, gayrimüslimlere güvence tanırken, Fener Rum Patrikhanesi’nin ekümenikliği tasdik ediliyor. Daha sonra, Yunanistan’ın bağımsızlık savaşı sırasında, İstanbul Rum Ortodoks Kilisesi, önce Osmanlı’yı tutuyor, sonra baskılar yüzünden tarafsız kalıyor. İsyancıları teşvik etmiyor. Fakat dedikodulardan hareketle 2. Mahmut döneminde patriği asıyorlar. İşte “Kin Kapısı” denilen o patriğin asıldığı kapı, şu anda da hep kapalı tutuluyor.

SORU: Bu Kin Kapısı da, patriğin ekümenik sıfatına kuşkuyla bakılmasına yol açmıyor mu? Çünkü, “Bir gün İstanbul’u Yunanlılar alacak ve bu kapı o zaman açılacak” söylentileri de var.

N.Ö: Kapının açılmamasını ben anlamsız buluyorum. Bu da elbette tahrik edici bir faktör. Megalo İdea’cı bir takım bunu söyleyebilir. Bütün kilisenin ve bütün Rumların böyle düşündüğünü iddia etmek mümkün değil. Ama Atina’daki metropolit ve kilise böyle düşünebilir. Bu zaten bir ütopya; hayal. Şunu unutmayalım ki, Atina metropoliti, Rum Fener Patriği Bartholomeos için, “Türk ajanı” da dedi. Bu söz, aralarındaki ihtilâfı gösteriyor. Yunanistan’da varsayalım ki, Rum Ortodoks papazlar Megalo İdea’dan yana. Bu görüşte olmadığı, kin gütmediği için, Bartholomeos’u itham eden bir Atina metropolitliği var.

SORU: Rum Fener Patriği, Vatikan benzeri bir devlet kurabilir mi?

N.Ö: Hıristiyan Kanonik hukuk açısından meseleye baktığımızda, din-devlet ilişkileri şöyle düzenlenmiştir: Katolik dünyada, Ortaçağ’da, özellikle feodal dönemde, bir dinî devlet vardır, Papalık. Papalık’ın hegemonyası altında imparatorlar, krallar, senyörler bulunmaktadır. Bu hiyerarşik düzen, Katolik dünyada, mutlaka tepede, ayrı bir devlet konumunda Papalık’ı gerektirir.

Doğu Roma’ya geldiğinizde, burada ikili bir sistem var. Bu, pagan Roma İmparatorluğu’nun (Hıristiyanlık öncesi dönemin) geleneğini sürdüren bir sistemdir. Patrik – imparator ikilemi. Üstte ayrı bir ruhanî güç mevcut değil; dünyevî ve ruhanî iktidar eşit konumda birbirini destekliyor. Buna bir tür laikliğe giriş sürecinin başlaması diyebiliriz. Çünkü, Katoliklik’te din, devletin üzerindeyken, Ortodoksluk’ta din ve devlet birbirine eşit. Dünyevî konularda, imparator re’sen hareket ediyor, uhrevî konularda ise patrikten fetva alıyor. Fatih Sultan Mehmet, İstanbul’u fethettikten sonra, Şeyhülislâmlığı, Doğu Roma İmparatorluğu’ndaki bu model üzerine kurdu. Görüldüğü gibi, Vatikan türünden bir devlet, Ortodoks teolojisinde yok.

SORU: Özal, bir dönem, ekümeniklik üzerine vurgu yaparak, tıpkı Vatikan gibi, Fener Rum Patrikhanesi’ni de dünya Ortodoksluğunun merkezi haline getirmek istemişti. Buna Ortodokslar karşı çıktı.

N.Ö: Evet, öyle. Çünkü Vatikan türünden bir devlet kurulması, onlara uymuyor. Selânik yakınlarında, devlet konumunda olacağı düşünülen Aynoros denilen bir bölge var. Yüzü aşkın manastırı barındıran bu bölgede, rahipler münzevi bir hayat yaşıyor. Kadınlar alınmıyor, Yunan devleti de müdahale edemiyor. Oradaki rahipler hukuken İstanbul’a bağlı. Ama burası için de müstakil bir devletten söz edemezsiniz.

SORU: Aynoros’a kadınların alınmadığını söylediniz. Hıristiyanlar kadın düşmanı mı?

N.Ö: Hıristiyanlıkta kadın düşmanlığı vardır. Oysa Müslümanlıkta kadın ile ilgili hükümler, çok modern ve çağına göre ileridir. Roma hukukunda kadının adı yok. Kadına, Hıristiyan dünyada hiçbir hak tanınmazken, Kur’an-ı Kerim ile birlikte kadın, mirastan pay almaya başladı. Roma hukukunda kadın erkeğine bağlı konumda. Erkeğinin izni ve icazetiyle ancak hukukî tasarruflarda bulunabiliyor, kadının mahkemede şahitliği kocasının iznine bağlı; mirastan sadece erkek çocuk pay alabiliyor.

SORU: Gene ekümenik meselesine gelirsek, bu sıfatın tanınması, Türkiye’nin lehine mi, yoksa aleyhine mi olur?

N.Ö: Ortada Türk düşmanı, bir Moskova Ortodoks Kilisesi var. Aynı zamanda, Fener Rum Patrikhanesi’nin de düşmanı. Stalin dahi bu kiliseyi Türkiye aleyhine kullanmak maksadıyla kapatmadı. Bir Sırp kilisesi var, biraz önce Bosna’daki Müslüman katliamının temelinde bu kilisenin olduğunu söyledim. Bir de Atina metropoliti var, o da Türk düşmanı bir adam. Türkiye’nin menfaati, Bartholomeos’u bastırıp, Atina’yı ve Moskova’yı ön plana çıkarmak mı? Bartholomeos’u bastırırsanız, Moskova bir numara olacak.

Ruhban okulu meselesine gelelim. Bu okul kapatılana kadar, Ortodoks dünyasının en saygın din kurumuydu. Deniliyor ki, “Türk düşmanları buradan yetiştirildi” Tabiî ki, okulun mezunları arasından Türk düşmanları da çıkmıştır. Ama unutmayalım ki, Apo da Siyasal Bilgiler’den çıktı. Ortodoks dünyada, bir papaz, metropolit gerektiğinde, mahalli kilise genelde İstanbul’dan tayinin yapılmasını istiyor. Ama Bartholomeos’un elinde yetişmiş insan gücü olmadığından dolayı, bu defa Moskova’ya veya Atina’ya başvuruyorlar. Tayini Atina yapıyor. Bu Türkiye’nin lehine olabilir mi?

SORU: Heybeliada Papaz Okulu’na izin verildiği takdirde, Müslüman cemaatler de, aynı hakkı talep etmez mi?

N.Ö: Edemez, çünkü Ruhban okulu, Ortodoks Kilisesi’nin okulu. Bir tarikat okulu değil. Dolayısıyla, cemaatler, yani tarikatlara böyle bir imkân tanınmaz.

SORU: Sinod Meclisi’nin üyelerinin yabancı ülke vatandaşı olması da tartışma yaratıyor.

N.Ö: Patrik, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmalı. Dolayısıyla Sinod Meclisi üyeleri de evleviyetle TC vatandaşı olmalıdır diyorlar ki, bu görüşe ben de katılıyorum. Ama siz, kaliteli papaz yetiştiremeyince, ister istemez yabancı uyruklular getiriliyor.

SORU: Biraz önce İslâmiyet’in kadına, Hıristiyanlığa göre daha çok hak tanıdığını söylediniz. Oysa, Sezar’ın hakkı Sezar’a, İsa’nın hakkı İsa’ya demek suretiyle, Hıristiyanlık’ta din ve devlet ayırımı öngörüldüğü iddia edilir.

N.Ö: Her dinin birbirinden farklı yorumları vardır. Hiçbir din, laikliğe uygun değildir. Niçin İsa, “Sezar’ın hakkı Sezar’a” demiş? Yahudiler’den bir grup, İsa’ya, kendilerinden vergi istendiğini söylüyor. İsa paraya bakıyor, üzerinde Sezar’ın resmi var. “Bu Sezar’a ait” diyor. “Sezar’ın hakkını Sezar’a verin” diyor, mesele bundan ibaret. Uygulamada şu andaki Hıristiyan Demokrat partiler bağımsız politik kararlar alabilirler mi sanıyorsunuz? Organik bir bağları yok ama, Papa’nın gözünün içine bakarlar. Hıristiyanlığın da, İslâmiyet’in de demokrasiye uygun olan yorumları var, olmayan yorumları var. Türkiye’de yaşayan Müslümanların çoğu, İmam-ı Azam Ebu Hanife’nin yorumuna bağlı. Onun arkasından da Maturidi yorumlar. Bunlar demokrasiye açık yorumlardır. Her zaman dediğim gibi Anadolu, ırksal ve kültürel bir alaşım. Bir sürü kültürel, bir sürü dinsel etkiler var. Bunları Alevilerde daha yoğun bir şekilde görmek mümkün. Dünyaya açık bir kültüre dayalı toplumda, İslâm’ın tutucu yorumları gelişemez; sosyal doku buna cevaz vermez. Türkiye’nin diğer İslâm ülkelerine göre, demokrasiye ve laikliğe açık bir devlet olmasının ana sebebi bu sosyal doku.

SORU: AK Parti, Milli Görüş çizgisinden bugünkü noktaya kadar geldi. Bu gelişmeyi nasıl değerlendiriyorsunuz?

N.Ö: Max Weber’ci bir yaklaşımla söylüyorum: Din ile ekonomi etkileşim içinde. Karl Marx’ın söylemiyle devam ediyorum: Ekonomik gücü ele geçiren, sosyal gücü de ele geçirir. Anadolu’da güçlenen bir sermaye oluştu. Bunlar inançlı insanlardı. Kendi aralarında kapalı bir toplum halinde yaşadıkları için, tutucu yorumlara sarılmışlardı. Karşımıza Refah, Selâmet, Fazilet vs çıktı. Maddi açıdan güçlenince, farklı kesimlerle ilişkiye girince, İslâm’ın değişik yorumlarının olabileceğini fark ettiler. Batı – İslâm sentezine gittiler. Şunu söylemek istiyorum: AK Parti’nin gizli bir gündemi yok; bu insanlar takiyye de yapmıyorlar. Böyle bir değişim sürecinden geçtiler; bu sentezi sağladılar.

SORU: Dinde reforma gerek kalmadan, yorumlarla bu reformu yaptılar diyorsunuz.

N.Ö: Protestanlıktan söz etmek gerekirse, onların inancında asr-ı saadetçilik vardır. Bu arada, İncil’in doğrudan yorumunu yapalım derken, şöyle bir cümle ortaya çıkmıştır: “Biz dünya nimetlerini yarattık. Bu nimetleri arttırmak yükümlülüğünü size verdik.” Buna bağlı olarak, kapital sahibi olmak artık günah sayılmıyor. Buna mukabil, İncil’de taban tabana zıt bir başka cümle daha var: “Bir zenginin cennete girmesi, bir devenin iğne deliğinden geçmesinden daha zordur” deniliyor. Protestanlar, Amerika’daki kapitalizmin meydana çıkmasında önemli bir rol oynamışlardır. Dinlerine son derece bağlı kimselerdir. Misyonerlik faaliyetleri için büyük para verirler.

SORU: Peki, Amerikalı Protestanlara bizde kim benziyor?

N.Ö: Fethullah Hoca cemaati çok benziyor.

SORU: Son olarak “İslâmiyet’te reform olmadığı için demokrasiyle bağdaşmıyor” iddialarına şunu söyleyebilir miyiz: İnsanlar kendi yorumlarıyla bu reformu yaptılar. Batı ile İslâmiyet’in sentezi gerçekleştirdiler. Burada da motor gücünü ekonomi oluşturdu.

N.Ö: Katılıyorum.

Yorumlar kapatıldı.