İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

ETYEN MAHÇUPYAN: Ermeni diyasporası – ZAMAN

Diyaspora topluluklarının dünyanın her yerinde kendilerini ‘garip’
hissettikleri bir dünyada yaşadıklarını söyleyebiliriz.

 

Dilini, kültürünü zar zor öğrendikleri; öğrendikçe başkalaşıp kendilerine
yabancılaştıkları zorunlu ve kalıcı bir misafirliğin nesnesi olmak kolay değil.
Hele Ermeniler gibi, acılarla dolu bir geçmişiniz varsa; yurdunuzdan zorla
koparılmış ve dönmeyi bir tür zül addedecek kadar kırılmışsanız, diyasporalık
epeyce ağır bir manevi yüke tekabül eder. Tek bir cümleyle özetlemek gerekirse,
bugün Ermeni diyasporası Batı içindeki Doğu’dur… Anavatanlarından ayrılmak
zorunda kalan bu insanlar, gittikleri Batı ülkelerinin modernliğine hızla adapte
olmak durumunda kalmışlardı. Söz konusu kopuş, ister istemez bir bireyselleşmeyi,
kendi ayağı üzerinde durmayı, gidilen ülkedeki insanlar ve kurumlarla çok yönlü
ilişkilere girilmesini ima etmekteydi. Çalışma hayatının getirdiği zorunluluklar
ve özellikle çocukların ihtiyaçları, çoğu zaman ailelerin ataerkil kodlarını
yıpratmakta, hatta Batı’nın çocukları cezbetmesi oranında bir tür normsuzlaşma
yaşanmaktaydı. Dolayısıyla Doğu diyasporasının Batı’daki kaderi, sosyoekonomik
alanda yaşanan bireyselleşmenin kültürel karşılığının olmaması; daha açık bir
ifadeyle onlara sunulan kültürün yabancılığı içinde sürdürülmesi gereğidir…

Dolayısıyla Ermeniler de kendi kimliklerini korumak üzere Batı dünyasında
yeniden cemaatleştiler. Bireysel düzlemde kırılgan kalan kimlikleri, böylece bir
birlikteliğin üzerinden yeniden üretildi. Bu nedenle de ‘kimlik’ diyaspora
Ermenileri açısından kişisel olarak değil, ancak cemaatsel olarak taşınabilen
bir niteliğe dönüştü. Cemaat etkinlikleri onları bir arada tutan tek işlevsel
ortam haline gelirken, kimliksel siyasetin dışavurumu da söz konusu cemaat
örgütlenmelerinin uhdesine terk edilmiş oldu… Diyasporanın cemaat örgütleri,
yaptıkları işin kimliksel anlamı nedeniyle dokunulmazlık ve hatta bazen bir tür
kutsiyet kazandılar. Böylece ‘birey’ kişisel hayatla sınırlı bir özneyi ifade
ederken, toplumsal katılım ‘cemaat’ üzerinden arandı ve yaşandı.

Bunun anlamı cemaat siyasetinin birey üzerinde tahakküm yaratan bir
belirleyiciliğe sahip olmasıdır. Öte yandan Ermeni cemaati hem genel cemaat
mantığı hem de Osmanlı geçmişi nedeniyle kendi içinde manevi bir hiyerarşiye
sahip olmayı sürdürmekteydi. Ancak Batı’nın seküler toplumları, ruhani
liderliğin Osmanlı’dakine benzer bir biçimde siyasi liderlik de yapmasına izin
verecek bir karakterde değildi… İşte söz konusu bu siyasi boşluk bugün Ermeni
diyasporasında cemaat örgütlenmelerinin tepesindeki siyasi elit tarafından
doldurulmakta. Ne var ki kendi iç yapılanmasında demokratik gelenekleri zayıf
olan ve kendisini halen ataerkil bir zihniyet içinde yeniden üreten Ermeni
cemaatinin siyasi eliti de bir noktadan sonra bir tür siyasi oligarşiye
dönüşebilmekte…

Siyasi oligarşinin kendini yeniden üretmesi ve yerini sağlamlaştırması ise
radikalizmle olmakta; çünkü radikalizm Ermeni kültürünün daha çok savunulduğunu
ima eden bir imaja sahip. Kimse Ermeni kültürünün daha az savunulmasını daha
doğru sayamayacağı ölçüde, radikalizm de doğal olarak tek siyaset haline
gelmekte… Böylece ortaya ödünsüzlüğü merkez alan, yani gerçekte ‘siyasetsiz’
bir milliyetçi duruş çıkıyor. Diyaspora kendisini siyaset yapar sanarken,
aslında cemaat içi siyasetin pekişmesiyle yetiniyor. Ani mekansal değişimin
yarattığı korunma güdüsü, sonuçta zamanı donduran, cemaati sabitleştiren,
siyaseti ise irrasyonel kanallara iterek tıkayan bir tepkisellik üretmekte…
Ermeni diyasporası bireylerin özgürleşmesinden sonra bugün artık cemaat olarak
da özgürleşmeyi bekliyor.
 

Yorumlar kapatıldı.