İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

`İçimizdeki Hançer: Fener Rum Patrikhanesi´

Ankara Ticaret Odası’nın “Vatanseverin el kitabı” dizisinden “İçimizdeki hançer: Fener Rum Patrikhanesi” broşürü gayri ciddiliğî, tutarsızlıkları ve açık hatalarıyla önyargıların hakim olduğu azınlıklar alanında düşmanlıkları sürdürmeye davet ediyor.

——————————————————————————–

Agos

27/11/2004 Elçin MACAR

——————————————————————————–

BİA (İstanbul) – Son yıllarda birçok ideoloji, küreselleşmenin sonucu olarak büyük bir altüst oluş süreci yaşıyor. Türkiye’deki milliyetçilîk de bunlardan biri…

Küreselleşme, emperyalizmin”son hali” olarak karşımızda dururken, bugüne kadar onunla pek bir sorunu olmamış bizim “milliyetçiliğimiz”, halının altından çekildiğini görünce bîr şeyler yapmak gereğini duyuyor ancak “düşmanın” büyüklüğü, onunla bir mücadele pratiği olmaması ve bu mücadelenin gerektirdiği donanım yoksunluğundan dolayı, zaten kendi yazmış olduğu tarihyazımının bize öğrettiği çeşitli kum torbaları yaratıyor; misyonerlik, Pontus, Patrikhaneler vs. ve o alanda egzersiz yapıyor.

Ankara Ticaret Odası, bir süredir faaliyetleri ve yayınlarıyla, bazı görüşlerin Meclis dışında kalmasının yarattığı boşluğu ikame etmeye çalışmakta, başkanı da siyaset sahnesinde kendisine o kesimlerde istikbal aramaktadır.

Yayınların bir serisini de “vatanseverin el kitabı” adını taşıyan broşürler oluşturmaktadır. Bunların sonuncusu olup, İçimizdeki Hançer: Fener Rum Patrikhanesi adını taşıyan broşür ise içeriğiyle, “vatanseverleri” değil bilgilendirmek; gayri ciddiliğî, tutarsızlıkları ve açık hataları ile, zaten önyargıların hakim olduğu azınlıklar alanında düşmanlıkları sürdürmeye davet etmektedir.

Broşüre konu olarak bu alanın en görünür yüzü olan Rum Patrikhanesi’nin seçilmesinin de anlamı budur. Oysa broşürün derdinin yalnız Patrikhane değil, azınlıklar olduğu açıkça görülmektedir.

Kapağına, neden bir Slav kilisesi fotoğrafı konduğu anlaşılamayan;, “Hıristiyan dünyasının, ‘Müslüman-Türk kimliğinin kökü mutlaka kazınacaktır’ yemini ile başlayan süreç, son günlerde büyük bir ivme kazandı” (s. 3) gibi, ne zaman, nerede ve kim tarafından çıkarıldığı belli olmayan ama muhafazakâr kesimler için arada sırada hatırlatılması pek faydalı olan bir söylence ile başlayan broşür, cumhuriyet dönemi Türk tarihyazımına bu alanda hakim olmuş İfadeleri tekrar etmekte ama bunları kanıtlama zahmetine de girişmemektedir.

Broşüre göre “Türkiye’de, Lozan Antlaşmasına göre, Rumlar, Ermeniler ve Yahudiler azınlık olarak kabul edilmiştir. Türkiye Cumhuriyeti azınlıkların belirlenmesinde dini mensubiyet esas kriter olarak alınmıştır.” (s.5).

BU gruplar Lozan Antlaşmasının neresinde yazmaktadır? Lozan’da hiçi dini grup adı geçmez ki! Ama bu grupları azınlık olarak sunduktan sonra broşürümüz, Lozan Antlaşmasında Rumlar dışında açıkça belirlenmiş bir azınlık olmamasına rağmen 42. maddenin, “Türkiye Hükümeti azınlıklara ait kiliselere, havralara, mezarlıklara ve diğer dinsel kurumlara her türlü koruma sağlamayı yüklenir’ hükmünün hoşgörülü yorumlanmasının sonucu Ermeni ve Yahudiler de azınlık haklarından yararlanmışlardır” (s.6-7) gibi, 2004 yılına kadar Lozan Antlaşmasını okuyanların nedense göremediği bir ucubeyi ortaya atmaktan çekinmemektedir.

Demek ki broşüre göre, yukarıdaki maddede geçen “azınlık yalnız Rumlardır ama hoşgörülü Türkiye bu maddelerden Ermeni ve Yahudileri de yararlandırmıştır. İyi de hoşgörülü Türkiye’nin hoşgörüsü sınırlı mıdır ki, örneğin Süryanileri bu haklardan mahrum bırakmaktadır.

Sıra azınlıklara hoşgörüden, artık hoşgörü gösterilemeyecek onun bir kurumuna, Patrikhane’ye gelmiştir: “Her fırsatta, Türk yurdunun bölünüp parçalanması için faaliyet gösteren Fener Rum Patrikhanesi ‘ekümenik’ yani evrensellik unvanını almak için yıllardır sürdürdüğü savaşı kazanmak üzeredir.” /s.3) 1918-1922 arasındaki işgal yıllarında Patrikhane’nin Venizelos tarafından gönderilmiş, Osmanlı vatandaşı olmayan patriğinin ve bazı metropolitlerinin işgal güçleriyle işbirliği yaptığı doğrudur.

Ancak savaşın kazanılması ve Lozan antlaşmasının imzalanmasıyla bu gibiler temizlenmiş, bu tarihten sonra patrikler hükümetin onayından geçen adaylar arasından seçilmişlerdir.

Dolayısıyla o günden beri, yukarıdaki suçlama nedeniyle hukuken takibata uğramış, ceza almış herhangi bir patrik bulunmamaktadır. Ancak “ulusal çıkarlarımız” bu “düşman”m her gün parmakla gösterilmesini, unutkan Türk zihinleri için gerekli kılmaktadır. Eğer yukarıdaki suçlama doğru ise, ilgili belgeler açıklanmalı ve bugüne kadar bu konuda hukukî bir işlem yapmayan sorumlular açığa çıkarılmalıdır.

“Türkiye’de yaşayan Rum ve Ermeni azınlık ile Diaspora Ermenileri ve Rumların Yunanistan’ın öncülüğünde Türkiye aleyhtarı faaliyetlerini sürdürecekleri…” (s. 20) öngörüsünü yapmakta broşürümüz.

Gerçekten, Türkiye’de bu bizi bölmek parçalamak isteyen azınlıklarla ilgili belgeler neden “gizli”, “çok gizli” ya da “hizmete özel” statüsündedirler? Neden onların gerçek yüzleri “vatanseverlerden” gizlenmektedir? Neden devletimiz “koynumuzda beslediğimiz” azınlıklarla ilgili belgelerini kendine saklamakta, bu faaliyetleri öğrenmek isteyen vatanseverlerle paylaşmamaktadır!

Bu başlıktaki bir broşürde Ermenilerin ne işi var diye sorabilirsiniz. Meğer İstanbul Ermeni Patrikhanesi, Eçmiyadzin Katolikosluğu’na bağlıymış ve “…Büyük Ermenistan’ın kurulması ve Ermenistan ile birleşmesi yönünde faaliyetlerini sürdürmekte…” imiş. (s. 19)

“Sözde soykırım törenleri; 1997 yılında geçen yıllara oranla daha sessiz ve olaysız geçmiş…” (s. 19) Allah Allah, bunlar neredeki törenler ve 1997 de nereden çıktı denilebilir. Elde o yılın “değerlendirme raporu” varmış demek ki!

Meğer Heybeliada Ruhban Okulu, “Rum militanların Bekaa Vadisi” imiş, üstelik “Fener Rum Patriği Bartholomeos müjdeyi (!) vermiş… okul 8 Ağustos’ta açılacak [mış.]” (s. 4) Kimdir bu militanlar? Nerede savaşmışlar ve eylem yapmışlardır? Madem Rum Patriği bu kadar güçlüdür de, neden okul onun verdiği tarihte açılmamıştır?

Bu broşürün tek bir kalemden çıktığını kabul etmek mümkün değildir. Çünkü aynı kişi bir sayfa önce, “…Patrikhane [Lozan’da]…bir Türk kurumu olarak kabul edildiğinden” (s. 5) deyip, arkasından “…varlığını ve faaliyetlerini Ayayorgi Kilisesi ve Manastırı Vakfı binalarında misafir olarak sürdürmektedir” (s. 6) diyebilmektedir.

Bir Türk kurumu Türkiye’de nasıl misafir olabilir? Ve eğer Patrik “bir memur statüsünde” (s. 6) ise, devletten neden maaş almamaktadır, 657’ye tâbi mîdir, Türkiye’de “emekli” patrik mevcut mudur gibi sorulara yanıt verilmesi gerekmektedir.

Yine aynı kişi, “…Ekümeniklik vasfı taşımayan…” (s. 6) Patrikhane’nin, “…statü itibariyle ‘Eşitler arasındaki birinci” (s. 24) olduğunu yazabilir mi? Eğer ekümenik değilse, nasıl “…İstanbul’da Ortodoks Patrikler Toplantısı…” (s. 8) düzenleyebilmektedir? örneğin Moskova Patriği neden böyle bir toplantı yapamamaktadır, şeklindeki soruları çoğaltmak mümkündür.

Patrikhane, “1950’li yıllardan sonra Kuzey ve Güney Amerika, Avustralya, Girit, Onîkiadalar ve Yunanistan’ın Aynaros Kasabası (20 manastırlı) kiliselerini dini yönden kendisine bağlamıştır” (s. 8) denmektedir ancak, yarı-özerk Girit Kilisesi, Onikiada, Aynaroz hîç Patrikhane’den ayrılmamışlardır ki!

Amerika Kilisesi 1922’de, Avustralya ise 1924’te Patrikhane’ye bağlanmışlardır.

Herhangi bir dinî eğitim almamış, bir sinod tarafından seçilmemiş olduğu halde “Türk , Ortodoks Patriği” olarak tanınan Selçuk Erenerol’dan (2002 yılında hayatını kaybettiği halde, yaşıyormuş gibi) “Bağımsız Türk Ortodoks Patrikhanesi İstanbul Baş Episkoposluğu Vakfı Temsilcisi” (s. 11) olarak bahsedilmesi de, “resmî sıfatının” ne olduğunu göstermesi bakımından manidardır.

Broşüre göre, “…Patrikhanenin tüzel kişiliği de bulunmamaktadır” (s. 6) ki doğrudur, o zaman aynı kişi nasıl olup da, “bilindiği gibi Fener Rum Patrikhanesi, Lozan Anlaşması gereğince ‘Azınlık statüsünde’dir” (s. 12) ya da “mülkiyetine sahip olduğu çevre araziyi yerleşime kapatarak, kendi kontrolüne almaya çalışacaktır” (s. 13) diyebilmektedir? Hem yukarıda tüzel kişiliği yok diyeceksin, hem “azınlık statüsünde” diyeceksin, hem de mülklere sahip diyeceksin, olmaz ki!

“Türkiye bunu [ekümenikliğini] tanıdığı anda artık Patrikhaneyi kontrol edemeyecektir.” (s. 12) Laik bir devletin, dinî bir kurumun dinî bir unvanını tanıması da ne demektir? Sorun bakalım Fransa’ya, ülkesinde herhangi dinî bir kurumu resmen tanıyor muymuş? Hem bu ekümeniklik bir de , “yasalarüstü” olmak anlamına v mı gelmektedir?

Broşürde yer alan, “Türkiye Cumhuriyeti kanunlarının vesayetinden ve engellemelerinden kurtulmak”tan başlayıp, “Vatikan’ın (Bizans’ın) resmen kuruluşu” ile sona erecek Patrikhane’nin beş aşamalı planının (s. 12-14) patenti Mehmet Çelik’e aittir. (EM/BA)

* Elçin Macar: Yıldız Teknik Üniversitesi

Yorumlar kapatıldı.