İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Rahibin kilise çilesi

Hugh Pope

Rahip James Bultema 1997’de bu Akdeniz şehrinin yasemin kokulu dar sokaklarında ağır ağır gezinirken, kendisini terk edilmiş taş bir şapelin önünde buluverir. Bir an şapelin restore edilip tekrar ibadete açıldığını hayal eder. Küçük cemaati için aradığı ibadethane işte burasıdır. “İçeri yürüdüm, durup baktım ve ne kadar güzel olabileceğini düşündüm” diye anlatıyor, Michigan Muskegon’dan gelen Presbiteryen Bultema.

Fakat 42 yaşındaki din adamı o sıra, viran şapeli Türkiye’nin 80 yıl sonraki ilk yeni Hıristiyan kilisesine dönüştürme uğraşının, yıllarca süren bir çaba gerektireceğinden ve ülkenin Avrupa Birliği’ne katılma hedefi açısından bir köşetaşı haline geleceğinden bihaberdir. Rahip Bultema’nın hâlâ süren mücadelesi, gerek Türkiye gerekse Avrupa’nın ülkenin AB’ye katılım sürecine dair yaşadıkları güçlüğü yansıtır nitelikte.

Gelecek ay ise AB liderleri Türkiye ile üyelik müzakerelerine başlanıp başlanmamasına karar verecek. Bazı Avrupalı liderler demografik göstergelere dikkat çekerek, 70 milyonluk Türkiye’nin 10 veya 20 yıl içerisinde Almanya’nın nüfusunu geride bırakacağı uyarısında bulunuyor. Eğer Türkiye AB üyeliğini elde ederse, AB’nin en kalabalık ülkesi Müslüman ülke olacak.

Türkiye AB’ye katılmaya çabalarken, ülkenin kendisini laik bir devlet olarak inşa ettiği 1920’lerden beri yürürlükteki katı kısıtlamaları gevşetmekte. Bu yıla dek hiçbir yeni gayrimüslim topluluk dini bir binaya sahip olmayı veya kendine ait bir dini bina inşa etmeyi başaramamış. 1920’den önce var olan Hıristiyan ve Yahudi cemaatlerine devam etme izni verilmiş, fakat ibadet mekânlarına bir çivi çakabilmek için bile hâlâ izin almak zorunluluğu var. Müslüman cemaatler de katı düzenlemelere tabiler ve devlet hâlâ bütün camilerin sahibi.

Bugün Türkiye’de 100 binden az Hıristiyan yaşıyor. Fakat Türkiye’deki birçok yerin, Hıristiyanlık tarihinde çok önemli rolleri var. Aziz Paul ve Aziz Barnabas eski Antalya (İncil’de Attalia diye anılır) limanından geçerek Hıristiyanlığı bu topraklarda yayan ilk havariler. Türkiye’nin ticaret merkezi İstanbul, Konstantinopolis olarak bilindiği dönemlerde Hıristiyan dünyasının başkentiydi.

Osmanlıların Konstantinopolis’i ele geçirdiği 1453 yılından sonra bile Hıristiyan cemaatleri asırlar boyu ferah feza yaşar. Fakat ilişkiler, Batılı güçlerin Osmanlı İmparatorluğu’nu çökertmek için Hıristiyan azınlık ve diğer azınlıklarla işbirliği yaptığı Birinci Dünya Savaşı öncesinde ve sırasında bozulur.

1923’te imzalanan uluslararası anlaşma uyarınca Yunanistan ve Türkiye arasında nüfus mübadelesine gidilir. 1.5 milyon etnik Rum Hıristiyan Türkiye’den Yunanistan’a gönderilirken, 1 milyon Türk Müslüman da ters yönde göç etmek zorunda kalır. Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran da aynı anlaşma. Fakat Türkler gayrimüslim azınlıklara şüpheyle bakmaya devam ediyor, 1940’larda adaletsiz biçimde sırtlarına ağır vergiler yüklenir ve 1960’lardaki ayrımcı pasaport yasalarıyla bazıları ülkeyi terk etmeye zorlanır.

İşte Antalya’daki terk edilmiş şapel de 1949’da millileştirilir. İki yıl sonra Türk hükümeti şapeli Antalyalı bir aileye satar ve onlar da şapeli pamuk, susam ve şamfıstığı deposu olarak kullanır.

1980’lerde ekonomisini dünyaya açarak büyük fırsatların peşine düşen Türkiye, 1987’de AB üyeliğine başvurur. Bu yeni iklimi fark eden Mustafa Erbaş, yani şapelin ilk Türk sahibinin torunu, binayı turistler için bir tavernaya dönüştürmeyi düşünür. Fakat anlattığına göre, gerekli izinleri alamaz.

Bu yüzden Erbaş, rahip Bultema boş şapeli satın alıp tekrar kiliseye çevirmeyi teklif ettiğinde sevinir. İki adam, satış işleminin önündeki engellerle birlikte boğuştukları süreçte iyi arkadaş da olur. “Eğer gerçekten Avrupa’ya katılacaksak, bu işi hemen halletmeleri lazım” diyor 73 yaşındaki Erbaş.

Büyükbabası Michigan’da bir kilise kuran rahip Bultema ise, eşiyle birlikte 1990’da İstanbul’a taşınır. Türkiye onu cezbeder, zira Bultema burada doğan Aziz Paul’ün hayatına hayran.

Rahip Bultema Türkiye’ye gelir gelmez Türkçe çalışmaya başlar, bir yandan da kilise faaliyetlerine devam eder. 1993’te ABD’deki 2.5 milyon üyeli Presbiteryen kilisesinin vaizi olarak atanır. İstanbul’da bir Presbiteryen cemaati kurma görevini üstlenir ve Hollanda başkonsolosluğu aracılığıyla faaliyet gösteren Rahip Bultema, uzun süre Türk yasalarına takılmadan çalışmalarını sürdürür.

1996’da, küçük bir Presbiteryen cemaatinin tam mesaili din adamı talep etmesi üzerine Antalya’ya taşınır. Grubun üyelerinden biri olan ve eskiden Amerikan ordusunda sözleşmeli işçi olarak çalışan Carolyn Bulca, o günleri şöyle hatırlıyor: “Günün birinde kiliseye gitmek istediğime karar verdim. Türk arkadaşlarıma gidebileceğim kilise olup olmadığını sorduğumda, bana sadece bu viraneyi gösterebildiler. ‘Hey, sizin Avrupa’da camileriniz olabiliyorsa, neden burada tek bir kilise yok?’ diye sordum onlara.”

Rahip Bultema, bir otelde düzenlenen Paskalya töreniyle işe başlar. Cemaati, Rus fahişelerden Afrikalı göçmenlere kadar her kesimden gelen katılımlar sayesinde onlar basamağıyla yazılacak biçimde büyür. Kısa süre sonra da, sivil kıyafetlerle oturup ayinleri izleyen Türk polisler Bultema’nın dikkatini çeker. Ardından polisler gelip Bultema’dan bu ayinleri düzenleyecek başka bir yer bulmasını ister. Konuştuğumuz
bir polis sözcüsü, herhangi bir şikâyet başvurusu hatırlamadığını söylüyor ve ekliyor: “Burası uygar bir kent.” Rahip Bultema Antalya Valisi’nin kendisinden cemaatinin pasaport fotokopilerini rica ettiğini de anlatıyor.

Vali ise yorum yapmaktan kaçınıyor.

Rahip Bultema, kendi kilisesini kurma isteğiyle belediye başkanının planlama ofisine gittiği günü, “Sadece güldüler. Bir kilisenin kurulmasının söz konusu dahi olmadığını söylediler” diye anlatıyor. Dönemin belediye başkanı Hasan Subaşı ise ulusal yasaların rahip Bultema’nın cemaati için daha fazlasını yapmalarını güçleştirdiğini belirterek, “Her şeye rağmen onlara yardım etmek istedik” diyor.

İslamcı gruplar, Türk sağcıları ve laik solcu milliyetçilerin hepsi, din propagandasını ve yabancılara toprak satışını kısıtlayan düzenlemeler yapılması için Türk hükümetine baskı yapmakta. Bazıları bugünlerde bilhassa Amerikalılara şüpheyle baktıklarını söylüyor.

Sık sık yabancı düşmanı tavırlar sergileyen Milliyetçi Hareket Partisi’nin Antalya il teşkilatı başkanı Nizamettin Sağır, “Bu bir savunma refleksi” diye açıklıyor durumu ve ekliyor: “İsterseniz bana komplo teorisyeni deyin, fakat Amerika’nın, bölgemize aç gözlerle bakan bir Hıristiyan tarikatı tarafından yönetildiğini düşünüyorum. Bu yeni bir Haçlı Seferi’ne benziyor.”

Şaşkına dönen rahip Bultema, kendisine sempatiyle yaklaşan yerel bir yetkilinin tavsiyesi üzerine, cemaati için yasal bir çerçeve mahiyetinde bir turizm şirketi kurar. Bir işe sahip olması, yeni dini derneklerin kurulmasını kısıtlayan düzenlemeleri atlatmasını sağlar.

Bultema eski şapelin hemen yanında bir ev satın alır ve 1999’da bu evde bir kahvehane ve Aziz Paul Merkezi adlı bir dua salonu faaliyete sokar. Açılışa Antalya Belediye Başkanı ve diğer yetkililer de katılır ve kentin imajını turistler için daha dostane kılan bu teşebbüsten duydukları memnuniyeti dile getirir. Rahip Bultema kahvehaneden elde ettiği geliri kilisesini desteklemekte kullanır, bu arada bir grup Amerikan Presbiteryen kilisesi de Bultema’ya maaş ödemeye başlar.

Bir sonraki yıl yetkililer rahip Bultema’yı davet ederek, ‘inanç turizmi’ sezonunun açılışında bir ayin düzenlemesini ister. Ayinin Hıristiyanları,
Aziz Paul’ün dua ettiği amfitiyatro ve vaktiyle Noel Baba efsanesine esin kaynağı olan Rum Ortodoks piskoposu Aziz Nikola’nın başkanlık ettiği kilise gibi tarihi yerlere yönlendireceği düşünülür.
Rahip Bultema’nın muhasebecisi Faik Gökpınar (kendisi çoğunluğu muhafazakâr Müslümanlardan menkul iktidardaki AKP’nin bir üyesi), Rahip Bultema’nın akıcı Türkçesi ve ılımlı tavrıyla kendisinin gönlünü fethettiğini anlatıyor. Gökpınar, oteller, restoranlar ve turizm sezonunun doruğa çıktığı dönemde getirilen yabancı turistlerle tıka basa dolu kentin içinde arabasını sürerken, “Arkadaşlarıma bunun tehlikeli misyonerlere benzemeyen bir grup olduğunu açıkladım” diye konuşuyor ve ekliyor: “İzole bir halde yaşayamayacağımıza, böyle yaparsak turizmi durdurmak veya Marlboro sigarası içmeyi bırakmak zorunda kalacağımıza dikkat çektim.”

2000 yılında rahip Bultema ve Erbaş, 70 bin dolarlık fiyatta anlaşır. Bultema hemen çoğunluğu Amerikan kaynaklı bir fon oluşturmaya girişir. Fakat 2001’de, Erbaş ve Bultema satış sözleşmesini imzalamadan dakikalar önce tapu dairesinin müdürü arkalarından gelip tek bir şey söyler: “Sorun var.” Ticaret Bakanlığı, rahip Bultema’nın kurduğu türden ticari şirketlerin kilise alamayacağına hükmetmiştir.

Rahip Bultema 2002’de Antalyalı yetkililerin kendisinden yine, inanç turizmi sezonunu canlandırmaya yardım etmesini istediklerini anlatıyor. Tam o sırada yerel bir gazete yanlışlıkla, Bultema’nın din propagandası yaptığı için sınır dışı edildiğini öne süren bir haber yayımlar. Bu arada rahip Bultema, feleğin kendisine oyun oynadığını düşünmekle meşguldür.

Zira bir sağanak sırasında, şapelin tepesindeki yarım tonluk taş korniş düşerek arabasını paramparça eder.

Bunlar olup biterken Türkiye AB’ye üyelik başvurusunda bir ileri adım daha atar. Kasım 2002’de Başbakan Tayyip Erdoğan’ın partisi iktidara gelir. Gençliğinde bir İslamcı olmasına karşın Erdoğan, müreffeh Avrupa’nın parçası olmaya ve Türkiye’nin katı laik devleti dahilinde daha dinsel reformlar yapmaya yönelik kararlı bir tutum içindedir. Türk bürokrasisine sistemi liberalleştirmeleri için açık çek verir.
Hollanda’nın Türkiye büyükelçisi Sjoerd Gosses, 2002’de Rahip Bultema’nın macerasını öğrenir. “Eğer ayrımcılık varsa, Türkiye Avrupa’ya katılamaz” diyor Gosses ve ekliyor: “Son 20 yılda Hollanda’da 300 cami inşa edilmesine izin verdik. Türkiye’de bir tane kilise inşa edildiğine tanık olmak istiyorum.” Hollanda Başbakanı Jan Peter Balkenende de, 2003’teki Türkiye ziyaretinde Erdoğan’a din özgürlüğü konusunda sorular sorar. Toplantıya katılanlar Erdoğan’ın tüylerinin diken diken olduğunu anlatıyor. Fakat Türk başbakan, Türkiye ile ilgili kararın alınacağı 2004’ün ikinci yarısında AB dönem başkanlığını Hollanda’nın üstleneceğinin farkındadır. Toplantıya katılanlara göre, Erdoğan Hollanda Başbakanı’na, “Sizin de kiliseniz olmalı!” der.

Erdoğan bu sözünü bir ay sonra gerçekleştireceğini ve Antalya’ya bir saatlik uzaklıkta bir kilise, bir sinagog ve bir cami inşa edilmesini öngören bir projeyi hayata geçireceğini söylemeyi de ihmal etmez. Bugün o projedeki binaların yarı yarıya bitirilmiş temelleri, bazı sahil otellerinin yanındaki çam ağaçlarının altında öylece duruyor. Mimarlar, yapıların ancak ek ödenek çıkarılması halinde bitirileceğini belirtiyor. Erdoğan bir röportajında da, “Kısa süre sonra hepsinin açılışını aynı anda yapacağız. Bırakın herkes gelsin ve dua etsin; Müslümanlar da, Hıristiyanlar da, Yahudiler de…” diye konuşur.

Erdoğan hükümeti dinsel özgürlüklerin artırılmasını teşvik etme çabası çerçevesinde değişimlere de imza atar. Sözgelimi hükümet geçen yıl ülkenin inşaat yasasındaki ‘cami’ kelimesinin yerine ‘ibadet yerleri’ ifadesini koyar. Bu değişiklik bütün dini inançların ibadet için mekânlar inşa etmesine imkân tanıyor. Eski düzenlemeye göreyse yeni camiler inşa edilebiliyor, fakat mülkiyeti Türk Hazinesi’ne verilmek zorunda.

Antalya’da iki Hıristiyan grup daha var ve farklı dillerde ayin yapmaktalar. Almanca konuşan bir grup emekli kendi birliklerini kurmuş ve ayin yapmak için bir ev kiralamış. Almanca konuşan grubun başkanlığını yapan Katolik peder Rainer Korten, “Teoride memnunuz. Ama pratikte ne olduğuna bakalım” diyor. Türkçe konuşan ve din değiştiren bir diğer cemaat ise Aziz Paul Merkezi’ndeki dua salonunu kullanıyor.

Rahip Bultema’nın sayısı 80’e ulaşan İngilizce konuşan cemaati ise şapeli satın alma hakkını elde etme mücadelesini sürdürüyor. Ağustosta rahip Bultema ve avukatı, Antalya’daki yeni dernek sicil dairesinin beyaza boyalı ofislerine gider. Aziz Paul Kilisesi Derneği’ni kurmak için geldiklerini ve şapeli bu derneğin satın alacağını anlatırlar. Birçok yeni yetkili onları buyur eder. Hükümetin 1990’ların sonunda Rahip Bultema’nın dini literatürden oluşan kargosunu sansürlediği aynı büroda otururlar. “Bütün bunlar geçmişte gözümü öyle korkutuyordu ki. Fakat bugün işlerin iyiye gittiğini düşünüyorum” diye fısıldar rahip Bultema. Ve Aziz Paul Kilisesi Derneği, süslü imzalar, damgalar ve mühür eşliğinde, birkaç dakika içinde tasdik edilir.

Bir ay sonra rahip Bultema aynı büroya çağrılır ve bir Türk derneğinin ülke dışından bağış alamayacağını öğrenir. Yani kiliseyi almak için kurdukları fondaki parayı almaları mümkün değildir. “Son derece kafa karıştırıcı. Bazen yapabildiğim tek şey kafa sallamak” diye anlatıyor, kilise için çabalamayı hâlâ sürdüren rahip Bultema. (26 Kasım 2004)

Yorumlar kapatıldı.