SADİ SOMUNCUOĞLU
Türkiye’nin kaderine 2014 yılına kadar damgasını vuracak olan Avrupa Birliği İlerleme Raporu’nu Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, ‘dengeli’ bulmuş, Dışişleri Bakanı Abdullah Gül de, daha rapor açıklanmadan taslağı gördüğünü belirterek, ‘Gayet düzgün ve iyi bir rapor olacağını, Türkiye’nin röntgenini aldığını, dolayısıyla herhangi bir özel şart, farklı uygulamanın zaten mümkün olmadığını’ ifade etmişti. Ama 25 ülkeyle ayrı ayrı pazarlık yapılmasını, müzakerelerin istendiği zaman askıya alınmasını, Türkiye’ye özel uygulamalar ve kalıcı istisnalar içerdiği, bunların tümünün sonunda da tam üyeliği garanti etmediği ortaya çıktı.
‘Sürpriz’ yok
Avrupa Birliği’nin Türkiye’ye gerçek bakışını bilen bir avuç insan için sürpriz olmayan bu tablo karşısında, yöneticilerimizin yarım ağızlı itirazları duyulmadı bile.
En ilginç değerlendirmeyi ise Erdoğan’ın başdanışmanı Cüneyt Zapsu yaptı ve “Ağlamayalım, ayrıntılarda kendimizi kaybetmeyelim” dedi. Zapsu, Türkiye’de muhafazakârların reformlar konusunda ancak müzakere tarihi verildiğinde ikna olabileceklerini de söyleyerek, mahiyetinden ziyade tarih alınmasına kilitlendiklerini ortaya koydu. Müzakereler için belirlenen katı şartlar bir yana İlerleme Raporu, ilk kez Türkiye için hazırlanan etki raporu ile tavsiye raporu ve Avrupa Parlamentosu için hazırlanan taslak rapordaki istekleri bir araya getirdiğimizde ağlamamız mı, gülmemiz mi gerektiği daha iyi görülecektir.
‘Görev’ listesi
İşte o liste: “Lozan’ın yeniden yorumlanması, Kopenhag Kriterleri temelinde yeni anayasa, komşu ülkelerle ilişkilerde, ulusal güvenlik stratejinin belirlenmesi ve uygulanmasında ordunun değil, sivil otoritenin ve sivil toplum örgütlerinin belirleyici olması, MGK Kanunu’nun ulusal güvenliği tarif eden 2a ile TSK İç Hizmet Kanunu’nun Cumhuriyet’i koruma ve kollama görevi ile ilgili 35’inci maddelerinin değişmesi, Genelkurmay Başkanı’nın Milli Savunma Bakanı’na bağlanması, askerlerin politik, sosyal ve dış politikada açıklama, brifing veya demeç vermemeleri, cumhurbaşkanının MGK’ya ve Kıbrıs konusundaki olağanüstü devlet zirvelerine de başkanlık etmemesi, Kamu Reformu, Özel İdare Kanunu, Belediyeler ile Büyükşehir Belediyeleri kanunlarının çıkarılıp, ketum idari sistemin ademi merkeziyetçi yapıya dönüştürülmesi, AİHM kararlarının gecikmeksizin uygulanması ve doğrudan geçerli olması, BM İkiz Sözleşmeleri’ndeki çekincelerin kaldırılması, Azınlıklar Çerçeve Sözleşmesi, Avrupa Bölgesel ve Azınlık Dilleri Sözleşmesi’nin imzalanması, 15-17 yaş arasındaki cinsel ilişkiye giren çocuklara hapis cezası verilmemesi, anadillerde yayınlarda süre sınırı ile devletin bölünmez bütünlüğüne saygı gibi kesin prensiplere bağlı olunmaması, çocuk programları yapılabilmesi, Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün azınlık vakıflarına engel çıkarmaması, dini topluluklara tüzelkişilik verilmesi, Katolik ve Protestan topluluklara vakıf kurma hakkının tanınması, cami dışındaki ibadet yerlerinin açılması ve tamirinde koşullar öne sürülmemesi, papazların Türk vatandaşı olma zorunluluğunun kaldırılması, dışarıdan gelenlere güçlük çıkarılmaması, çalışma izni verilmesi, Ekümenlik sıfatının aleni kullanılması, kilise seçimlerindeki kuralların kaldırılması, azınlıkların üst düzey idari ve askeri görevlere gelebilmesi, Süryanilerin okul açması, Gökçeada’daki Rum okullarının açılması, vatandaşların mülklerinin iadesi, Alevilerin Müslüman azınlık olarak kabul edilip korunması, Romanların göçmen olarak gelmesine izin verilmesi, Öcalan’ın yeniden yargılanması, AİHM’in yeniden yargılama kararlarında yargılamanın bağımsız başka bir mahkemede yapılması, anadillerde bölgesel yayın ve eğitim yapılması, anadillerde kurs masraflarının devlet tarafından üstlenmesi, çıkarılacak yasalarda STK ve dini topluluklara danışılması, seçimlerde yüzde 10 barajının kaldırılması, siyasi partilerin Türkçe dışında dil kullanabilmeleri, sivil toplumun güçlendirilmesi, vakıflar ve derneklerin yurtdışındaki kuruluşlarla ilişki kurup, para yardımı alabilmesi ve siyasi partilere para yardımı yapması, Güneydoğu’daki sosyo-ekonomik durumun düzeltilmesi, yerlerinden edilmiş insanların geri dönüşünün sağlanması, Kürt azınlıkların diğer azınlıkların hak ve özgürlüklerden tam olarak yararlanmasına imkân verecek tedbirlerin alınması, gözaltı merkezlerinin bağımsız olarak denetlenmesi sisteminin kurulması, Türkiye’nin her yerinde özellikle de uzak bölgelerinde faaliyet gösterebilecek yeterlilikte insan kaynağına sahip, geniş yetkileri haiz, istediği polis merkezini istediği an denetleme yetkisi olan, bağımsız özel bir insan hakları komiserinin otoritesi altında bağımsız bir teftiş mekanizması oluşturması (Benzer bir talebi Yunanistan Sevr’de istemiştir. Yunanistan’ın listesinin 11. maddesi şöyleydi: Türkiye’de Milletler Cemiyeti’nden bir temsilcisinin yerleşmesi, soy azınlıkların haklarına ilişkin olay yerlerine giderek soruşturma yapması, aramalara girişebilmesi ve yerel makamların yardımlarından da emin bulunmaları.), Rum kesiminin tanınması, Türkiye’nin ‘işgal kuvvetlerini’ belirli bir takvim çerçevesinde bir an önce geri çekmesi, Yunanistan’la Ege konusunda anlaşmaya varılması, Türkiye ile komşuları arasındaki ikili ilişkilerin, AB’nin kuruluş ilkeleriyle uyumlu biçimde geliştirilmesi, Ermenistan sınır kapısının açılması, soykırımın tanınması, AB’nin Türkiye’nin komşularıyla ikili ilişkilerine müdahil olması, Türkiye’nin Orta Asya’nın Türki dillerin konuşulduğu bölgeleri arasında siyasi ve kültürel bağlarının bölgedeki ülkelerle olan ilişkilerde gerilimi tetiklememesi (Yani Türk cumhuriyetleriyle ilişkilerin sınırlandırılması), Fırat ve Dicle havzaları üzerindeki barajlar ve sulama projeleri başta olmak üzere su kaynaklarında uluslararası yönetimin düşünülmesi, AB’nin Türkiye ve bölge ülkeleriyle ilişkilerinde, Türkiye’de ve diğer bölge ülkelerinde bulunan kayda değer Kürt azınlıklar ile AB’deki mevcut Kürt diasporasını dikkate alacak olması, Irak ve Kafkaslar başta yakın coğrafyası, insan hakları ve güvenlik çıkarlarını ilgilendiren konularda kendi ulusal tutumunda ısrarlı, AB tutumlarına katılmakta mütereddit olan Türkiye’nin, AB’nin dış politikasıyla birkaç yıl içinde ikna edici bir uyum göstermesi.”
‘Sanat eseri’
Bunlar sadece devletimiz, dış politikamız ve toplum yapımızda kelimenin tam anlamıyla deprem etkisi yaratacağı için listeye aldığımız toplam 55 talep. Öncelikle herhalde bunların hangi birisinin 70 milyon insanımızın derdine derman olacağını düşünmek ve sormak gerekiyor. Sonra da bunlar yerine getirildiği takdirde Türkiye’nin neye benzeyeceğini.
Raporu hazırlayan Avrupa Komisyonu’nun genişlemeden sorumlu yetkilisi Günther Verheugen’den İngiltere Başbakanı Tony Blair’e bütün Avrupa Birliği yetkililerinin, “AB’ye üye olacak Türkiye, bugünkü Türkiye olmayacak” demelerinin boşa söylenmiş bir söz olmadığı anlaşılıyor. Bir de, Alman Dışişleri Bakanı Fischer’in, İlerleme Raporu için ‘sanat eseri’ nitelemesi… Etnik, ırkçı siyasallaşmayı kolaylaştıracak, Türkiye’yi AB’ye girmeden tümüyle Avrupa Birliği’nin kontrolüne sokacak böyle bir tablonun Avrupa Birliği için sanat eseri olmasından daha tabii ne olabilir ki?
Bu fırsat kaçmaz
AB’nin, işte bu noktaya getirdiği fırsatı kaçırmamak için Türkiye’ye ağır koşullarla zaten için boşaltılmış müzakere tarihi vereceği açık.
Almanya Dışişleri Bakanı Fischer’in, “Ülke Batı’ya yönelişi ile İslam geleneği arasında bocalar. Zor komşularıyla tek başına bırakılır. Reformlar duraksar, Türkiye’deki insan haklarının durumu iyileşmez ve biz Avrupa ile Ortadoğu’nun kesiştiği yerdeki bu büyük Müslüman ülkeyi Avrupa’ya sağlam biçimde demirlemek için önümüze çıkan yegâne şansı kaçırmış oluruz”, AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikaları Sorumlusu Solana’nın, “Bir an için Türkiye’ye hayır dediğimizi düşünün, o zaman Yakındoğu bölgesinde ılımlı bir hükümete sahip önemli bir Müslüman ülke aniden demirsiz kalır. Bu yüzden Avrupa Komisyonu üyelik müzakerelerinin başlamasını tavsiye etti” açıklamaları yeterince net değil mi? Kaldı ki bu gerçek tavsiye raporu ile etki raporuna da aynen yansıtılmıştır.
Gümrük Birliği ve devamı
Evet, Gümrük Birliği ile ekonomik kıskaca alınan, 1999’da adaylık ile kapana sokulan Türkiye, müzakere adı altında tümüyle kapana düşürülecektir. Bu şartlar altında kabul edilecek müzakere süreci Türkiye’yi Avrupa Birliği üyeliğine değil, ‘anahtar teslimi’ postmodern manda idaresine hazırlayacaktır. Bu sebeple, önümüzde iki seçenek vardır; ya, “Teşekkür ederiz, buraya kadar” demek ya da iki tarafın da menfaatine olacak bir orta yol teklifinde bulunmak. Ancak Avrupa Birliği yetkililerinin de yavaş yavaş kulaklara fısıldadığı, 17 Aralık’ta müzakere tarihi verilmezse Türkiye’nin sert tepki gösteremeyeceği, çünkü ekonomik dengelerinin buna müsait olmadığı gerçeği ve Türkiye-Yunanistan ilişkilerinde sıcak çatışma başta olmak üzere bir dizi sıcak gelişmenin tetiklenmesi ihtimali ilk seçeneğin kullanılmasını neredeyse imkânsız kılmaktadır.
Tehlikeli gidiş
Bu durumda yapılacak olan, hem Türkiye ve hem de Avrupa Birliği için gelecek günlerde tümüyle düşman kamplara dönüşüp daha tehlikeli gelişmelere yol açacak bu gidişin önünün bugünden kesilmesidir. Çözüm yolu ise ‘imtiyazlı ortaklık’ veya ‘özel statü’ adı altında Türkiye’yi yine kontrol altına sokacak bir plan değil, Avrupa Birliği’nin, ABD başta olmak üzere, pek çok ülkeyle yaptığı gibi ‘Geliştirilmiş Tercihli Ticaret Anlaşması’ dır.
Böylesi bir formül, Türkiye’den vazgeçemeyen ama üye yapmak da istemeyen, bu yüzden sürekli özel formüller arayan ama giderek yükselen tepkiler sebebiyle ileride Türkiye’yi tümüyle kaybetme tehlikesi ile karşı karşıya bulunan AB için de bir çıkış yolu olacaktır.
Türkiye sanıldığı ve sunulduğu gibi çaresiz değil, aksine AB’nin enerji ve su kaynaklarına ulaşma, Ortadoğu ve Kafkaslar’da etkili güç olma hedefleri karşısında böyle bir teklifi yapıp sonuç alacak güçtedir. Yeter ki yöneticilerimiz bu gücün farkına varsın ve başka hesaplar peşinde koşmasın!
Sadi Somuncuoğlu: Eski Devlet Bakanı
Yorumlar kapatıldı.