İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

`Türk´ kavramı

Murat Belge

‘Anayasal vatandaşlık’, ‘üst kimlik’, ‘Türklük’ ya da ‘Türkiyelilik’ tartışmaları, ortalığı neredeyse kasıp kavurdu. Burada, söz konusu rapora karşı şiddetli çıkışlar yapanlar, kendileri ve söyledikleri, pek şaşırtıcı gelmedi. Biliyoruz, çünkü böyle insanlar var -çoğunu zaten tanıyoruz. Ama doğrusu Taha Akyol’un gösterdiği tepkiye şaşırdım. Taha Akyol her konuda liberal bir tutumu seçmenin yanı sıra böyle hararetli tartışmalarda da ılımlı ve sağduyulu kalmayı bilir.

Epey oldu. 8 Kasım’da, 1876’nın Kanun-ı Esasi’si ile 1924 Anayasası’nda
‘vatandaşlık’ konusunun nasıl tanımlandığını anlatıyordu. İki metinde de, devlete vatandaşlık bağıyla bağlı olmaktan söz ediliyor (tam bu kelimelerle olmasa da) ve burada, Kanun-ı Esasi’de (din ve mezhep’, 1924 Anayasası’nda ise ‘din ve ırk’ farkı gözetilmeyeceği söyleniyor. Birincide ‘Bila istisna Osmanlı tabir olunur’, ikincide ‘Türk ıtlak olunur’ denilmiş.

Evet, bunlar hepsi böyle. Şimdi, Taha Akyol, bu sözlerle ‘Köken değil, anayasal aidiyet vurgusu’ yapıldığını söylüyor ki, bu da doğru. Ama ‘Osmanlı’ ile ‘Türk’ aynı kategorinin terimleri mi, böyle bir şey olabilir mi? 19. yüzyılın ikinci yarısında da, dünyada milyonlarca insan, ayrı dinler ve milletlerden de gelseler, aynı hanedan’ın uyrukları olarak yaşamaya alışıktı. En çok da Osmanlı, Habsburg, Romanov hanedanları için söz konusuydu bu. Bir Hırvat Avusturya imparatorunun, başka bir Hırvat da Osmanlı padişahının uyruğu olabilirdi.

O yıllarda bu işler hâlâ bir hayli karışıktı. Macar milli tarihinin en büyük kahramanlarından Kossuth da Alman bir anne ile Hırvat (belki de Slovak) bir babanın çocuğuydu -İttihat ve Terakki’nin beş kurucusundan yalnız birinin Türk kökenli olması da ilginçtir. Ama 20. yüzyıla geldiğimizde bu gibi karışıklıklara da pek rastlanmaz olur.

Ama böyle olmasa da, ‘Osmanlı’ bir hanedan adıdır, ‘Türk’ bir milletin adıdır, 1924 Anayasası, evet, ‘Türk ıtlak olunur’ diyerek, ‘milliyet’ ve ‘kavmiyet’ ayrımının geçerliliğine hâlâ inanılan bir çağda, sözgelişi bir Arap ya da bir Gürcü’nün bu anlamda ‘Türk’ sayılacağını söylemiş oluyor. ‘Milliyet’ ve ‘kavim’, yani ‘rasyonalite’ ile ‘etnisite’ arasında bir ayrım bulunduğunu varsayalım. O zaman bile, ‘Türk ıtlak olunma’nın sorunları çıkabilirdi -nitekim çıktı.

Ama bunun arkası nasıl geldi? Yani, biz Türkler (‘memleketin sahipleri’) bu adın ‘nötr’ bir kalıp olarak kalması için bir özen gösterdik mi?

Hayır. Böyle bir şey yapmadık, bunun tam tersini yaptık. Orta Asya, Ergenekon, Asena ve Börte Çene, ne varsa tıkıştırdık o kavramın içine. Bana sorarsanız bütün bunlarla öyle çok güzel bir ‘anlatı’ kurulmuş olmadı, ama biz bıkmadan usanmadan bundan güzel, bundan yüce bir anlatı olamayacağını anlattık. Dilimizden edebiyatımıza, milliyetçi filan da değil, düpedüz ırkçı bir anlayışla bezedik ‘Türk’ kavramını. Sonra da Boşnak’tan Kürt’e, Arap’tan Çerkez’e, böyle ‘ıtlak’ olmalarını buyurduk. Daha iki gün öncesinde, Asya’daki kardeşlerimiz şöyle dursun, Bulgaristan’daki ‘soydaş’larımız için hop oturup hop kalkıyorduk. Ama bu ülkede ‘Türk ıtlak’ olunarak yaşayan Kürtlerin Irak’taki akrabalarına ‘Kürt’ demeye dilimiz varmadığı için ‘Kuzey Iraklı’ ıtlak olunan yeni bir insan soyu yaratmıştık.

Herkesi içine çağıran, nötr bir kavram mıdır ‘Türk’, 90 yıllık Cumhuriyet tarihimizde? Ve ayrıca, gayrimüslim Cumhuriyet vatandaşlarımızı çağırmayı hiç düşündük mü?

Dolayısıyla sorun var ortada ve sorun yalnız şu kelimede, bu isimde değil. Bütün kelimeleri, bütün isimleri birileri için yüce, başkaları için kaçınılması gereken hale getirmiş bir ideoloji ve buna dayalı sistematik bir uygulama var. Onun için, o yükü ortadan kaldırmadan, kelimeler düzeyinde çözemeyiz bu sorunu.

Yorumlar kapatıldı.