İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Kültürel kimlik ve global paradigma

SELÇUK SALİH CAYDI

Başbakanlığa bağlı İHDK’nın Azınlık Raporu ile gündeme gelen ‘çok kültürel kimlikli toplum modeli’ konusu, global paradigmanın yeniden değişmeye başladığı bir döneme denk gelmiştir. Bazı şeylerin yeniden gözden geçirilmesinde fayda var:

1991’de Sovyetler’in dağılmasının ardından sosyalizm/Marksizm iflas ettiği için ‘Sosyalist’ sözü de gündemden çıktı. Peki ‘kapitalist’ sözü neden buharlaştı? Cevabı basittir: Dünyada köklü bir ‘dil’/paradigma değişikliği oldu. Dünyayı ‘sol’dan (sosyalizm ile) modernleştirmek isteyenlerle, dünyayı daha önce ‘sağ’dan (ulus-devlet kapitalizmi ile) modernleştirmiş olanlar sentezlendiler ve böylece, 40 yıllık kapitalizmin adı ‘demokrasi’ oldu.

Sisteme entegre olma arayışındaki eski sol, yepyeni teorilerin arayışı içindeydi. 1980’li yılların ikinci yarısından itibaren etkili olan Derrida, Foucault ve Baudrillard gibi filozofların dünyaya özünde kültürcü açıdan yaklaşan fikirleri, eski ekonomi-politik paradigmasının yerine ‘kültürel kimlik’ paradigmasının ikame edilmesini sağladı. ‘Farklılıklar’ın ön plana çıkarılması üzerine kurulu yeni paradigma kısa zamanda bol miktarda ‘yeni kimlik’ üretti.

Kültürcü bakışa sarılan sol

Eski solun dört elle sarıldığı kültürcü bakış sayesinde, yeni yapay kimliklerin çoğunluklara tanıtılması için mücadele ederek ‘sol gibi’ olunabildiği gibi, bunlar ‘demokrasi’ (yani kapitalizm) adına savunulabiliyordu. Gözlerden ırak globalleşen kapitalizmin de buna ihtiyacı vardı. Çünkü sistemin yeniyetme toplum mühendislerinin hesaplarına göre, global pazarın önünde engel teşkil eden eski ekonomik sınırların kaldırılması için eski sosyalist ve devletçi ekonomilere sahip ülkelerin siyasi yapıları zayıflatılmalı, farklı kimliklere dayanan siyasi çokmerkezliliğin tesisi gerekiyordu.

Böylece sermaye sirkülasyonunun kolaylaşacağı ve global kapitalist sistemin ulus-devletlerden azami ölçüde bağımsızlaşacağı sanıldı. Evdeki hesap çarşıya uymadı. Neoliberal toplum mühendislerinin hiç beklemedikleri bir şey oldu ve ‘yeni kimlikler,’ büyük bir azınlık/çoğunluk milliyetçiliği, nefret, iç savaşlar ve katliamlar üretti. Dünyanın azınlık/çoğunluk çatışmalarının odaklandığı istikrarsız bölgeler, global ekonomik sistemin artık işleyemediği ve yer yer terk ettiği yerler haline geldi.

Gerçi kültürcü paradigmanın son entelektüel ürünü ‘medeniyetler çatışması’ fikri, sistemin terk ettiği yerlerdeki ayaklanmaların bastırılması için ABD’ye ‘askeri müdahale’ kapılarını sonuna dek açmaktaydı; ama bu paradigmanın yarattığı kimliklerden ‘İslami fundamentalizm’ kontrolden çıktı. 11 Eylül’den sonra global sistem, ‘yeni farklı kültürel kimliklerin demokratik hakları’na destek politikasını kademeli olarak değiştirdi. Bu arada kültürcülerin ekonomik ambisyonlarının olmadığı da anlaşıldı. ‘Azınlık kimlikçi’ partilerin oyları global bazda sürekli düşüyor. Bu nedenle, Türkiye’deki ‘çok kültürel kimlikli toplum modeli’ tartışması, dünyadaki trendlerin ışığında değerlendirildiğinde, tartışmayı çıkaranların aleyhine sonuçlanacaktır. Dünyadaki global Balkanlaşmaya karşı, kültürcü paradigmanın yerini, Marksizmin ipoteğinden kurtulmuş yeni bir ekonomi-politik paradigma alıyor.

Selçuk Salih Caydı: Araştırmacı

Yorumlar kapatıldı.