İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Garip davulcu

Hadi Uluengin

ÖZETLİYORUM, son derece kibar bir okurumdan şu serzeniş iletisi geldi:

‘Türkiye’deki Hıristiyan ve Musevilerin her yortusunu kutluyorsunuz ama, şu biz ‘garip’ Müslümanların Ramazan’ını şimdiye kadar neden tebrik etmediniz’

Mektup çok önemli ipuçları verdiğinden, detaydan başlayarak ‘öz’e ineceğim.

* * *

O ayrıntı şu ki, bildiğim din kültüründe, zaten adı üstünde ‘kutsal ay’, müminin öz benliğini Allah’la başbaşa bırakan Ramazan’da aleni tebrik adeti yoktur.

Adet, ‘kutsama’nın ‘kutlama’ya dönüştüğü kandil ve bayramlara özgüdür.

Nitekim, Hıristiyanların ‘epikürya’ orucu veya Musevilerin ‘hamursuz’ perhizi ibadetlerini de hiç anmadım. Noel, Paskalya, Yom Kippur yortularını tebrik ettim.

Bunu da, hákim konumdaki dini ve etnik aidiyetin ‘çoğunluk’una mensup olmam nedeniyle, özellikle ve kasten yaptım. Yapmayı da sürdüreceğim.

Her türlü ‘azınlık’a yönelik ‘pozitif ayırımcılık’ı ahláki görev addediyorum.

Zaten de, değerli okuyucumun elektronik iletisindeki ‘öz’ burada odaklanıyor.

* * *

ÇÜNKÜ, mektupta ‘biz, şu garip Müslümanlar’ tanımlaması kullanılmış.

Hiç şüphesiz, bu ifade bir ‘mağduriyet’ duygusu yansıtıyor.

Ancak, samimiyetinden asla şüphe etmediğin názik okuyucum haksız.

Hem bizzat kendisine; hem ‘biz’le bütünleştirdiği müminlere, hem de hiç telaffuz etmese dahi, satır aralarından çağrıştırdığı laiklere karşı haksızlık yapıyor.

Zira, hayır ve bin defa hayır, Türkiye Müslümanları ‘garip’ (!) falan değiller!

Jakoben ve dayatmacı ‘laikçilik’ anlayışına karşı dürüstçe mücadele etmiş birisi olarak da şunu söylemek hakkını kendimde bilhassa görüyorum:

* * *

BİR bölüm dindarda hálá geçerliliğini koruyan ve geçmişte kısmen anlaşılabilir olan bu ‘mağduriyet’ hissi, açık söyleyeyim, şimdi ‘mazoşizm’e tekabül ediyor.

Çünkü, tabii ki ilkin kayıtsız şartsız ibadet serbestisinden başlayıp, sonra ‘İslami demokrat’ söylemli bir iktidara uzanan bugünkü özgür yelpazede, ülkemiz müminlerin ‘garibanlık’ ve ‘mağduriyet’ edebiyatında ısrar etmesi ‘lüks’ kaçıyor!

Artık onların, geçmişte elitler tarafından dışlanmış olmanın bilinçaltı refleksini ve ‘inancı yaşayamamak’ diye formülleştirdikleri yakınmayı aşmaları gerekiyor.

Şükür, işte birincisi tarihe karıştı ve de ikincisi son derece izafi boyut taşıyor.

* * *

ZİRA, çok elastiki olan ve orta yol bulunmadığı takdirde de tüm ‘geleneksel toplum’ tarzlarını fetişleştirmeye varan yukarıdaki ‘inancı yaşayamamak’ şikayeti, iyi incelersek, aslında ‘öteki’nin özgürlüklerini de ‘tırtıklayacak’ talepler yansıtıyor.

Hem sekülarist uzlaşmayı, hem de ‘azınlık demokratizmi’ni es geçiyor.

Zaten, haklı olarak, türbandan üniversiteye, laiklerin kendilerine ‘empatik’ bir tarafsızlıkla bakmasını isteyenler, aynı ‘tarafsızlığı’ hiç de onlara karşı göstermiyor.

Nitekim, ‘ezana dokunmayın’ tabusu ‘laikçi’leri bile pısırık kılsa da, bana göre, desibelleri zıvanadan çıkmış ve madenilikleri ilahiliği tırpanlamış hoparlörlerden avaz avaz salá verilmesi, ‘inancı yaşayamamak’ şikáyetini tam ters yöne çeviriyor.

Yahut, kimse oruç tutmaya zorlanamayacakken ve herkesin çalar saati varken, bahşiş peşindeki sahur davulcusunun etrafı inletmesine láf edilemediğinden, doğrusu, burada da aslında kimin ‘garip’(!) olduğunu başka türlü sormak gerekiyor.

Ortada, her ‘garip’e kendi davulunun sesi uzaktan hoş geliyor ki, kendimizi ve başkasını ‘garip’ addetmediğimiz oranda ortak bir ‘davul’ uzlaşısına varabiliriz.

Yorumlar kapatıldı.